20 Ağustos 2015 01:00

Susanlar ölümlere ortak olanlardır

'Barışı kazanmak için ne yapmalı' diye soran Evrensel'e bugün DİSK Genel Başkanı Kani Beko, Gazeteci Melda Onur, Sinemacı Özcan Alper, Televizyoncu Yrd. Doç. Dr. Suncem Koçer, Şair Mustafa Köz ve Yeşil Artvin Derneği Başkanı Neşe Karahan yazdı.

Paylaş

FORUM: BARIŞI KAZANMAK İÇİN NE YAPMALI?

SUSANLAR BU ÖLÜMLERE ORTAK OLANLARDIR

Kani BEKO (DİSK Genel Başkanı):

Türkiye’de demokratik özgür bir ortam yaratabilmek, kalıcı barışın tesis edilmesi için başta  DİSK’e bağlı işçiler olmak üzere tüm işçilerin, mutlaka taşın altına elini koyması gerekiyor. Türkiye’de 13 milyona yakın işçi var. Kayıt dışı ile birlikte 15 milyon işçinin olduğu bir ülkede eğer işçiler barış konusunda alanlara çıkıp demokratik tepkilerini ortaya koymazlarsa eğer işçiler bu savaşı durduramazlarsa bu savaş böyle devam ederse, savaş istihdam daralması demek. İşsizlik demek. Açlık demek, yoksulluk demek, sefalet demek, gözyaşı demek, yıkım demek. Yaşarken ölüm demek. Eğer işçiler yaşarken ölmek istiyorlarsa savaşa da ortak olmuş olurlar. Ama işçiler bu savaşa dur demek istiyorlarsa, savaş değil biz barış istiyoruz diyorlarsa, yürürken alanlarda yaşasın işçilerin birliği, yaşasın halkların kardeşliği sloganı atarken eğer inanarak atıyorsak Barış Blokunun DİSK’in KESK’in, TTB’nin TMMOB’nin barış ile ilgili almış olduğu kararların yanında olması gerekir diye düşünüyorum.
Bir taraftan çatışmalar sürerken gayriresmi olan Bakanlar Kurulu, savaş ortamını bile fırsata çevirerek işçilerin yaşamını ilgilendiren  bir yasa bile çıkardı. Biliyorsunuz ki Soma’da madende 301 işçi katledildi. Yine Ermenek’te işçiler katledildi. Türkiye’ye baktığımızda 2002 yılından bu yana 15  binin üzerinden işçi kardeşimiz iş cinayetlerinde katledildi. İş kazalarında Avrupa’da 1, dünyada 3. sıradayız. Böyle bir ülkede yapılması gereken şey işçi sağlığı iş güvenliği ile ilgili Uluslararası Çalışma Örgütü kriterlerine denk düşen ve  uygun bir şekilde önlemler alınması iken 3 gün evvel şok bir kararla uyandık. İşçi sağlığı iş güvenliği ile ilgili 60’a yakın kapatılmış olan madenlerin işçi sağlığı iş güvenliği önlemleri alınmadan açılmaması konusunda bir karar vardı. Ancak bu kararla  birlikte bu madenlerin 2019 yılına kadar açılabileceği, işçilerin buralarda çalışabileceği konusunda bir karar aldı. Bu karar ne anlama gelir eğer işçiler bu koşullarda madenlerde çalışırsa ölüme davetiye çıkaran bir hükümet anlamına gelir. Yani biz bu savaş çığırtkanlığına karşı barış çığlıkları atarken, savaş taraftarları, savaş sadece savaş ortamında yaşanmıyor. İşçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin alınmadığı yerlerde işçiler de ölüyor. Bundan dolayı biz işçiler olarak toplumsal muhalefetin içinde bir demokrasi gücü olarak hem iş cinayetlerine karşı, özelleştirmelere karşı, taşeronlaşmaya karşı mücadele verirken kalıcı barışın sağlanması için alanlarda olmamız gerekiyor.

İŞÇİLERİN OLMADIĞI YERDE BARIŞ OLMAZ

İşçilerin olmadığı yerde kesinlikle barış olmaz. Bugün ülkede demokrasi, insan hakları, barış, kardeşlik, sendikal hak mücadelesi veren başta işçi arkadaşlarımız, alanlarda savaş çığlığı atan ve bu ülkede savaş isteyen ve bu topraklarda insanların ölmesini isteyenlere karşı işçiler barış çığlığı atmalıdır. Biz varsak bu ülkede insanların ölmesi için değil yaşaması için varız demeleri gerekiyor. Ve gerçekten sokaklarda alanlarda söylediğimizi yüreğimizden söylüyorsak “Yaşasın işçilerin birliği halkların kardeşliği” diyorsak şimdi susma zamanı değildir. Susanlar bu ölümlere ortak olanlardır. O yüzden savaş çığlıklarına karşı barış çığlıklarını şimdi atma zamanıdır diyorum. DİSK olarak bu ülkede kalıcı barış tesis edilinceye kadar bu mücadelenin içinde var olduğumuzu bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Biz KESK, DİSK, TTB ve TMMOB olarak Suruç’a gittik. O güzelim çocuklar bize çok güzel ders verdiler. Orada çocukların elinde oyuncakları ve çiçekleri gördüm. Yani Kobani’de savaştan etkilenmiş çocuklar için biz kreş açmaya gidiyoruz, çocuklara oyuncak götürmeye gidiyoruz, biz bozulan tabiata karşı kalıcı bir orman yaratmak istiyoruz diyen insanlar benim Kabe’mdir. Biz tabii ki İŞİD çetelerine karşı Suruç’ta yapılan katliam sonrası hükümetin hem iç hem de dış siyaseti değişebilecek sandık İŞİD’e karşı fakat tam tersi oldu “Sarayın” müdahalesi ile. Araç İŞİD oldu amaç ise Türkiye’de demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, sendikalar, eşitlikten, özgürlükten yana, demokrasi ve barıştan yana olan partiler oldu. Ve Türkiye maalesef kan gölüne döndü. Yani Türkiye’de onlarca insanın katledildiği bugünlerde Saray’ın bunda bir payı var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ben başkan olmak istiyorum dedi. Seni başkan yaptırmayacağız diye alanlara çıkan seçmenler 7 Haziran’da  ülkeyi tek başına yönetmek isteyen faşist diktatörlüğe karşı dur diyerek kendi özgür iradesini ortaya koydu. Bugün bunun bedeli ödetiliyor.
Başkanlık uğruna onlarca insanımız katledildi, katledilemeye devam ediliyor. Diyarbakır mitingi kana bulandı, Suruç’ta 32 insanımız katledildi. Biz diyoruz ki TBMM derhal açılmalı. Şimdi tatil zamanı değil. şimdi kardeşlik barış, demokrasi, insan hakları zamanı. Ondan dolayı, TBMM açılarak Türkiye’de kalıcı barışın sağlanabilmesi için, Türkiye’nin demokratik bir ülke olabilmesi için vekilleri bir an önce göreve çağırıyoruz. Şimdi savaş zamanı değil şimdi barış zamanı. Her şeye rağmen biz savaşa karşı barışı yüreğimizle haykırmalıyız. Barışın sağlanması için katkı sunmalıyız. Nedenine gelince bu topraklarda son 30 yılda 10 binlerce insanımız öldü. Bu topraklar artık kana doydu. Şimdi barış zamanı kardeşlik zamanı...


MİLLİ DEĞİL HAYATİ

Melda Onur (Gazeteci):

Yalnız değiliz. Dünya cenneti, biz cehennemi yaşamıyoruz. Dünya ülkeleri de kendi sınırları içerisinde savaşlar, yıllar süren anlaşmazlıklar ve terör yaşıyorlar. Çatışmalarla dolu dünyada çatışma çözümleri artık bir faaliyet alanı; uzmanları, süreçleri, dokümanları, eylem planları ve örnekleriyle.  
Artık İrlanda’ya, Filipinlere, Güney Afrika’ya, Kolombiya’ya ciddi ve samimi bakma zamanıdır. Türkiye eğer kendisini, dünyanın bir ucundaki bir çatışmanın çözümünde gözlemci ülke olmayı o ülkenin milli meselesine müdahale olarak görmüyorsa; hatta o ülkede “sembolik silah teslimi” Türkiye büyükelçisine yapılıyorsa; artık bizim de Filipinlere, “yav bize de bir bakın” dememizde ne sakınca olacak? Ya da İrlanda’ya?
Olmuyor işte, çözemiyoruz kendi başımıza! Zaten milli hali mi kaldı bu sorunun? Uzun süredir hayati.

SİLAH MESELESİ

Dünyada her vaka kendine özgü; ama her vakanın bizim kronikleşen çatışma sorunumuzla benzer yönleri var. Mesela;“Silahları bırakmak yetmez, bizim belirleyeceğimiz yere betonlarla gömsünler” bağırtıları var ya; sınıra dayanmış IŞİD gibi bir çeşit “whitewalkers” taifesi olduğu müddetçe kimse o silahları bırakmaz.
Evet İrlanda’da önce silahlar bırakılmış, sonra müzakereler olmuş. Ama mesela Filipinlerde önemli bir aşama kaydeden, kendi kurumlarını, bürokrasisini yaratan barış sürecinde 75 silahlık sembolik teslimin dışında bir silahsızlanma yok. Zira Filipinlerde, sürecin yürütüldüğü örgüt dışında adam kaçırıp kafa kesen radikal İslamcı çeteler hâlâ kol geziyor. Morolar nereye bırakacak silahı?
Öte yandan, Türkiye devletini temsil eden her türlü asker, polis, kamu görevlisi, sivile karşı silahların susturulması da şart. Karşılığında da “operasyon” adı altındaki “Etkisiz hale getirmeler” hemen sonlandırılmalı. Acil olarak silahlar susmalı ki, geleceğe daha fazla intikam, kin, öfke, nefret tohumları serpilmesin. Korku ortamında barış olmaz.

KİME YARIYOR?

Bir de çatışmasızlık kime yaradı? Çatışma yeniden neden ve nasıl başladı? Nasıl seyretti? Çatışma ortamından kim besleniyor, kime yarıyor? Son 1 ayda kim ne dedi, ne gibi demeçler verildi? Bu söylemlerden ne mesajlar aldık? Bunlar da bir kenara güzelce yazılsın.


AKP'NİN TABANI DA SAVAŞ İSTEMİYOR

Özcan Alper (Yönetmen):

İçinde bulunduğumuz durumla ilgili her şey aslında çok açık ve net. Hemen çatışmasızlık ortamının tekrar sağlanması gerekiyor. O dönemde en azından kimsenin burnu bile kanamıyordu. AKP, 7 Haziran seçimlerinden sonra iktidarını sağlamlaştırmak için, HDP’nin baraj altında kalması için şu anki koşulları yarattı. Çatışmasızlık ortamı sağlandıktan sonra müzakereler başlamalı. Kalıcı barış için savaş çığırtkanlarına karşı ısrarla barış savunulmalı. Çoğunluk savaş istemiyor. AKP’nin tabanı da savaş istemiyor ve bu yüzden oyları düşüyor. Bu durumda herkes küçük çaplı dahi olsa varlık göstermeli ve savaşa karşı durmalı.


FARKLI KAYNAKLARA SES AÇMAK, FARKLI KAYNAKLARDAN HABER ALMAK ÖNEMLİ

Yrd. Doç. Dr. Suncem Koçer:

İçine sokulduğumuz savaşın tüm Türkiye toplumu için yakıcı sonuçları olduğunu biliyoruz. Buna rağmen toplumun büyük bir kesimi ne olup bittiğini görmekten, anlamaktan uzak kalıyor, uzak tutuluyor. Medya, çatışmayı ikili karşıtlıklar üzerinden, biz-onlar ayrımı yaparak, bir tarafı düşmanlaştıran diğer tarafı mutlak mağdur ilan eden bir dille duygusal sansasyonlar ve milliyetçiliğin en banal kodları üzerinden kurgularken, bu medya mesajlarına maruz kalan bireylerin sorulması gerekenleri sormaktan imtina ettiğini görüyoruz. Oysa ki barışın kapısı ancak barışa neden ihtiyacımız var ve neden Türkiye toplumunun halihazırda yeşermiş barış iradesi iktidar odakları tarafından gizlenmeye, söndürülmeye çalışılıyor sorularını kitleler sorarsa aralanır. Bu savaş kimin savaşı? Çatışmanın tarihsel bütünlüğü bize ne söylüyor? Ölümler, öldürmeler, gözaltılar ve işkence hangi söylemler üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılıyor? Ölü sayıları yarıştırılırken, asker cenazelerinde yapılan şehit edebiyatı neyin üstünü örtmeye çalışıyor? Barışın kazanılması için önemli bir adım, çatışmaların farklı taraflarına ses açarak bu ve benzer soruları sormak, bu soruların cevaplarının peşine düşmek olacaktır. Farklı kaynaklardan haber almak, farklı taraflara dokunmaya çalışmak, sorgulamadan kabul etmeye zorlayan ve savaşın oldurucuları arasında olan savaş medyasına kalkan olacaktır.


BARIŞ, BAĞIŞ DEĞİLDİR

Mustafa Köz (Şair-Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı):

Barış, bağış değildir. Devlet, sürece eşitlik algısıyla yaklaşmadığı için barışı, bir bağış gibi gördü, görüyor. “Kürt sorunu var, biz çözeceğiz.” dediler. Oysa sorun olan Kürtler değil, Türklerdir. İktidarlar, yıllardır özellikle Anadolu insanının duygularıyla oynuyor. Kışkırtıyor onları. Kürtler, onca kanın içinde barış istiyor. Barış, istemekle gelmez elbette ama bir baskı oluşturulabilir barış için.  7 Haziran seçim sonuçları bir olanaktı. Ancak ülke yine kan gölü. Buradan çıkacak durum şu olmalıdır: Ülkenin barış yanlıları, kendi eylem ve düşünce yöntemlerini oluşturarak “sürekli barış” için çalışmalarını sürdürmeli, birikimlerini birleştirmelidir. Bu birikim, Meclise baskı yapacak güce ulaştırılmalıdır.


SAVAŞA TARAF DEĞİLİZ

Neşe Karahan (Yeşil Artvin Derneği Başkanı):

Savaşa karşı barış, bizim bütün istediğimiz bu. Biz Artvin’de barışı ilan ettik aslında. Bütün siyasi partiler bir arada olunca barış oluyor. Bizim Artvin’de sağladığımız birliktelik bu konuda önemli. Savaş hiçbir ülkeye huzur getirmemiştir. Asla savaşa taraftar değiliz. Bir ülkeye saldırılırsa ancak korumak için savaş olur. Bizim mücadelemizde olduğu gibi halk güçleri bir araya gelmeli ve topluca karşı çıkmalı bu savaşa. Herkes kendi milletvekillerine, kendisini temsil eden örgütlere baskı yapmalı, harekete geçilmesi için. Hep birlikte hareket edersek önleyebiliriz diye düşünüyorum. Artvin’de gösterdiğimiz birlikteliği savaşa karşı da göstermeliyiz.

ÖNCEKİ HABER

Cam Keramik-İş Genel Başkanı Sarıkaş: İşçi seçecek, işçi karar verecek!

SONRAKİ HABER

IŞİD, Palmira'nın bakımından sorumlu arkeologu katletti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...