Heykeller yapmalıyız, hemen şimdi ve bir sürü; İnadına!

Ayşen AKSAKAL
Bir savaşın içindeyiz, hem bildiğin silahlı tüfekli, ölümlü ağıtlı savaş, hem de özgürlük adına bir savaş, kimlikleri ve haklarını korumak adına, dilini korumak adına, cehalete karşı bir savaştayız.
Cahile empatiden yorgun düştük, hatta bazılarımız cehalete yenik düştü, aklı bıraktı gücü seçti; tam bir cahilin yapacağı gibi.
Şimdi artık tabular, dogmalar, yasaklar tohum gibi ekiliyorken her yere, etrafı silahlı güçler ile çevriliyorken; pes etmemek gerek.
Savaşlar hep götürür insanlıktan, can kadar kültürü, birikimi, üretimi, saygıyı, sevgiyi ve sanatı götürür. Kocaman ağıtlar ve acılar kalır geride.
Böyle cahiliye dönemlerinde en çok sanat yara alır, her kolundan ve her bacağından, on yıllarca toparlanamayacak ölçüde yara alır.
Edebiyat ve sinema direnir başlarda, uzun metinler, gidenlere vedalar yazılır, ölenlerin isimleri akrostiş olur şiirlere, şarkılar bestelenir adlarına.
Filmler çekilir, canlandıran oyuncuların ruhlarının daralması pahasına, sonra çekene ayrı ceza gelir, oynayana ayrı zaten yasaklanır filmler, kimse izleyemediği için, hapis cezası kesinleşen yönetmenin adı bile anılmayıverir.
Tiyatroların önce ödenekleri azalır, halk desteği ile biraz daha devam eder. Tiyatro tutkudur, var oluşu zaten direniş. Oyuncular satar babadan kalma evi, yer altlarında, gizli bir muhalefet gibi oynamaya devam eder.
Ama sonunda onlar da giyecektir yakasız cehalet gömleğini, belki bir dublajla, belki belediye şenliklerinin sunuculuğunda içine ağlayarak evde gizli gizli Brecht oynayacaktır.
Resim de para etmez, kim neden duvarını renklendirmek istesin ki? Kim neden neşeli bir turuncunun, yakan bir sarının, turkuaz mavisinin coşkusunu istesin duvarlarında? Neden bir resme bakıp dalmak istesin ki cühela? Savaş yeterince gri, kan yeterince kırmızı zaten.
Ama ilk giden heykeller olur hep, öyle üzümü ünlü şehrin girişine, belediye parası ile polikarbon üzümler, alçıdan horozlar yapmayı kastetmiyorum.
Cehalet nedense en çok heykelden nefret eder, ilk heykelden alır öcünü.
Oysa en zor sanat dallarından biridir heykel. Tam da öğrenilmez ki böyle şeyler?
İçinden gelecek, ruhunda olacak. O mermere baktığında içindeki damarı göreceksin, o ağaca baktığında budağını seçeceksin, demiri şefkatle döveceksin, kalıpların ellerini yakacak yılmayacaksın.
Öyle büyük, öyle güzel işler yapacaksın ki; herkes hayran kalacak ama kimsenin almaya gücü, koymaya yeri olmayacak.
Ve öyle ortada kalacak ki eserlerin, ilk onlar yıkılacak.
İnadına heykeller yapalım, demirden, tunçtan, tahtadan sacdan, alçıdan hatta atıklardan, bir resimde donakalan genç gözler adına, daha bir kez bile öpüşemeden öldürülenler adına, patlayan bombalara inat yaşamaya çalıştığımız günler adına, tecavüze uğrayıp da kendisi suçlu bulunan kadınlar adına, eşcinsel olduğu için sokak ortasında vurulanlar adına, kapanan sinema, sökülen ağaç, beton dökülen toprak, yanan orman adına, bir zamanlar kol kola şarkı söyleyebildiğimiz günler adına, mutluymuş gibi hissettiğimiz anlar adına, baharı anımsatan, hayatı anımsatan heykeller yapalım.
Çıplak heykeller yapalım, inadına.
Öyle çok heykeller yapalım ki, yetişemesinler yıkmaya.
Her yere heykeller yapalım. Çünkü heykeller biterse, sırada şiirler ve şairler, filmler ve oyunlar, opera ve bale, resimler ve türkülerimiz var.
Ne diyordu Sait Faik;
Çıplak heykeller yapmalıyım, çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için, çırılçıplak heykeller
Bir kere duyursam güzelliğini, tadını
Sonra ah, oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim, bağırmadığım günlere
Kiraz mevsiminin sevişme vakti olduğunu
Sana nasıl bulsam nasıl bilsem
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam, sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak değil sevişme vakti olduğunu.
Kiraz mevsiminin sevişme vakti olduğunu, sevişmenin ayıp olmadığını, insanın değeri unutmamak için, parayla satılamasın diye, heykeller yapalım.
İNADINA!
Evrensel'i Takip Et