12 Temmuz 2015 05:18

Zerdüşt tapınağı mı, yazboz tahtası mı?

Paylaş

Ayşe TAŞKIRAN

Bir kış masalı beni zamanın içinden geçirip ayakları ıslak sütunlar diyarına bıraktı. Dolunayın ışığından süzülüp Likya topraklarına ayak basınca; kendimi binlerce yıllık tapınakların arasında buldum. Yürüdükçe daha da mayalandım gürül gürül sularına Akdağ’ın, yemyeşil ormanlarına Likya’nın.

Bir yıldır okuduğum her yazı, tanıştığım her yeni dost sanki beni Likya’nın taşlı yollarından geçirip Elmalı’ya götürmek için elbirliği etmişti. Yolculuğumun son saatlerini adını hep duyduğum bu şehrin kerpiç evlerini fotoğraflayarak geçirmekti niyetim. Çarşıda kavrulmuş leblebi kokusunu derin derin içime çekerken bir vitrinde karşıma çıkan Likya krallarının davetine uydum ve kendimi bir atölyenin ortasında buldum. Bir baktım, köşede, adını bir dosttan duyup da hep tanışmak istediğim arkeolog Ünsal Özçakır oturmuş, kahve sohbetinde. Karşısında “ateş hırsızı”, Likya krallarına can veren atölye sahibi. Sözü uzatmayalım; iki saat sonra aynı kapıdan çıkarken Ünsal Bey, Ünsal Amca, “ateş hırsızı” yakın dostum olmuştu.

OTLU GÖZLEME VE TÜRK KAHVESİ

Elmalı’nın günleri uzun, sohbeti bitmez. Ünsal Amca ile sohbet, çocukluğumun bol masallı, soba üstü kestaneli kış geceleri tadında. Söze bir heykelle başlayıp, Illiada’daki bir hikayeye, bir alınlığın kabartmasına ve Likya’dan bugüne süregelmiş geleneklere bağlayıp, sonra Abdal Musa Tekkesi’ndeki bir anısını da ekleyip, heykelin hangi müzede sergilendiği ve hangi kitapta bahsinin geçtiği bilgisi ile bitiriyor Ünsal Amca. Beynimin kalan son kıvrımını da bu bağlantıları hatırlamakla görevlendirirken umudumu ses kayıt cihazıma bağlıyorum. Elmalı’da doğup büyümüş, dört mevsim rengi değişen ovanın ve onu sarıp sarmalayan dağların büyüsüyle harmanlanmış, her köşesine ayak basmış ve 1960’lardan beri her havayı solumuş bir değer, gezer kütüphane, yaşayan bir tarih Ünsal Amca. Benim bölgeye ilgim ve onun bilgisini paylaşma arzusu otlu gözleme ve bir fincan kahveye karışınca hep hayal ettiğim şey oldu, su yolunu buldu. “Haydi dağlara” dedik. Verdi elini Likya ülkesi.

MÜRENKÖY AMBARLARI

Elmalı ovasını yaz sıcağında sarı bir yorgan gibi örten buğday tarlalarından geçip Mürenköy’e (Gölova) varıyoruz. Ovanın tam ortasında, muhtemelen höyük olan bir tepenin yamacına kurulmuş bu köye asıl geliş nedenimiz tepedeki taş yapıyı görmek. Ama köydeki eski binalar bize “bir durun hele” diyor. Toprak yolun kenarında oturan bir amcaya merhaba dedikten sonra Ünsal Amca bana ahşap ve kerpiçten yapılmış bir evi ve hemen yanıbaşındaki şirin ahşap tahıl ambarını gösteriyor. Yüzyıllardır süregelen geleneksel mimarinin belki de ayakta kalan son örneklerinden biri.  İki satırla bitmez hikayeleri, o yüzden tahıl ambarlarını bir başka yazıya bırakıp taş binamıza dönelim.

YAZBOZ TAHTASI

Tepenin en yüksek noktasına kondurulmuş taş yapıya ulaştığımızda duyduğum ilk heyecanın yerini hüzün alıyor. Yılardır süregelen tahribat geriye yekpare taş bloklardan yapılmış, köşeleri kırık dört duvar ve iki taş bloktan yapılmış alınlıklı bir çatı bırakmış. Batı duvarındaki küçük pencere kırık kenarıyla karşı duvardaki kapı açıklığına bakıyor. Odanın taş tabanı definecilerin açtığı bir çukurla yaralı.
İçeride kuzey-güney yönünde uzanan alınlıkta ve duvarların iç yüzlerinde yer yer sıva üzerinde kırmızı ve yeşil boya izleri seçiliyor. Geriye zig-zag desenler, dağ keçileri ve güneş motifleri kalmış. Tahribatın kendisi de arkeolojik burada. Selçuklular devrinde Anadolu’ya gelen Kayı boyunun damgası ve ankh haçı gibi semboller taşların üzerine kazınarak ölümsüzleştirilmiş. Günümüz insanının rengarenk boyalarla ardında iz bırakma merakı da duvarları yazboz tahtasına çevirmiş.

MEZAR MI TAPINAK MI

Tepede bir kayaya oturup Ünsal Amca’dan yapının yirmi metre ötesindeki su deposu kazısında köylülerin bulduğu bir stelin hikayesini dinliyoruz: “Stelin üzerindeki kabartmada, ortasında ateş yanan alınlıklı bir binanın içinde, yüzü örtülü, elindeki bıçakla (Akinake) domuz kurban eden bir magous (rahip) tasvir edilmişti. Bu M.Ö. 545’teki Pers işgalinin bir göstergesi olabilir” diyor. Topraktan çıkıp bir köy evinde uzun bir hayat sürdükten sonra, stel kendisini Antalya müzesinde bulmuş ve sabırla incelenmeyi bekliyor. 
Ünsal Amca bu binanın, içinde hiç sönmeyen ateş olan bir Zerdüşt tapınağı olduğunu düşünüyor. Ruh terk ettikten sonra, bedenin alıcı kuşlarda tekrar can bulması için göğe armağan edildiği bir tapınak. “Kapısında genellikle mezarlarda görülen kilit taşını belirten oluklar yok, tahta bir kapı olma olasılığı fazla” diyor. Anadolu’da Zerdüşt tapınağı olabilecek, kayıtlarda mezar anıtı olarak da geçen birkaç yapı daha var. Kaş’taki Akdam ve Foça’daki Taş bina bunlara dahil. Limyra’da kale içinde kayalara oyulmuş olası ateş çukurlarının ve Bünyan’da bulunan sunağın da Zerdüşt kültürüne ait oldukları düşünülüyor.

LİKYA ZİNCİRİNİN BİR HALKASI

Su deposu inşaatı haricinde hiç kazı yapılmamış tepede, define kazısını saymazsak tabi. Kaya üstü sohbetimiz, bu ovada her taşın altından çıkan arkeolojik buluntuların Kızılbel* gibi meşhur projeler dışında hiç araştırılmadıkları konusuyla ve Ünsal Amca’nın Kızılbel’i kazan Ms. Mellink’le ilgili anılarıyla devam ediyor. Bizi beklenmedik bir hediye gibi sevindiren yaz yağmuruyla sözü noktalıyoruz. Çiçeğe durmuş uzunçanakların ve üzerlik otlarının fotoğraflarını çekip, yamaçtan ovayı iç çekerek seyreden aslan armudu ağacına veda edip köye doğru iniyoruz. Umudumuz, her gün biraz daha tahrip olan bu yapının bir an önce koruma altına alınması ve bilimsel araştırmalarla Likya tarihindeki yerine oturtulması. 

“Yarın bir başka ibadet merkezine, Kibele tapınağına, götüreceğim seni” diyor Ünsal Amca. Beni binlerce yıl öncesine götürecek yeni bir sohbete hazırlıyorum kendimi eve yürürken. Buraya asıl geliş nedenim olan, fotoğraflarını çekmek istediğim kerpiç evlerden birinde kalıyorum. Pencereleri yukarı doğru açılan, sedirli, minderli, sehpaları dantelli, banyosu bakır taslı, geleneksel bir Elmalı evi. Ahşap döşemeleri her adımda sohbete katılan bu evin üst katındaki pencerenin önündeki sedire oturup sokağı seyrederken, başladığından bambaşka biten bu güzel günü dudağımda bir gülümsemeyle uğurluyorum.  

* Machteld J. Mellink, Kızılbel: An Archaic Painted Tomb Chamber in Northern Lycia. Philadelpnia, The University Museum, University of Pennsylvania, 1998.

ÖNCEKİ HABER

IŞİD tehdidi ve Türkiye’nin Kürt fobisi

SONRAKİ HABER

Dördüncü gün unutulmasın diye

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...