08 Temmuz 2015 13:25

Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Peki burada bize düşen, bizi sömürenlerin geleceği ve kendi paylarına düşen pastaları büyütmek için bu hikayede yer almak mı yoksa kendi hikayemizi yazmak mı olmalı?

Paylaş

Aydın YİĞİT
Adana

 
Yazının başlığında kullandığımız dizelerde Karacaoğlan ne anlatmak istemiş o pek bilinmez ama biz bu sözleri savaşların getirisini göstermek için kullanalım.
Savaşın ne olduğunu, ne ifade ettiğini en doğru nitelendiren kelimeler bunlar olurdu sanırım; Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm. Yanı başımızda; Suriye’de devam eden savaşta ölen insanların sayısının 350 bini geçtiği söyleniyor. Türkiye işçi sınıfı ve gençleri bu savaşa hiç de uzak değil.
FRAGMANI İZLEDİK
Suriye’de savaşın başlamasından beri geçen 4 yılda Türkiye’de olan gelişmeler ve Erdoğan Davutoğlu ikilisinin çizdikleri dış politika hattı savaşın bize olan yakınlığını ölçer vaziyette. Suriye’de Esad’ı devirmek, o bölgede söz sahibi olabilmek adına Erdoğan’ın cihatçı, terör çetelerini desteklediğini dünya alem biliyor artık. Bunda şaşılacak bir şey de yok aslında, aralarında ideolojik bir bağ olduğunu görmek mümkün. Erdoğan’ın ve AKP’nin Türkiye’de kurmaya çalıştığı baskı düzeni de ırkçı ve mezhepçi politikalara dayanıyor.
Türkiye’nin sınırlarında cirit atan IŞİD’liler ülkemizi bir üs olarak kullanmakta çok da rahatlar. Hem tır dolusu silahları bile canlı yayınlarda görüntülere takılacak kadar ayan beyan bir destek görüyorlar Türkiye’den. IŞİD’in daha geçtiğimiz günlerde Kobane’de yaptığı katliamda Türkiye’nin payı büyük. IŞİD çetecilerinin Türkiye sınırından girdiği gün gibi ortada.
Erdoğan  “Kobane düştü, düşecek” sözüyle IŞİD’in gelişini müjdelerken, tarafını ve bu uğurda neler yapabileceğini çoktan göstermişti.
KOMŞUM BİR KATİL!
En son söyledikleri ise tam da Türkiye halklarını ve gençliğini doğrudan ilgilendiriyor; “Suriye’nin kuzeyinde güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun buna engel olacağız” Bu sözlerle birlikte Türkiye’de savaş tam tamları çalınmaya başlandı. Anlaşılan o ki güneyde IŞİD ile komşuyken bundan rahatsızlık duymayan Erdoğan, orada yaşayan halklardan özellikle de Kürtlerden son derece rahatsız.
Sınıra gönderilen askerler, savaş teçhizatlarının yenilenmeleri ve Idlip’te El Nusra öncülüğündeki çetelerin -Erdoğan’ın deyimiyle muhalif gruplar- yaptıkları katliama, ‘dost ülkelerle birlikte onları destekliyoruz’ demesi biz Türkiye gençliği için ayrılık, yoksulluk, ölüm hikayelerinden başka bir şey getirmeyeceğe benziyor.
AKP’nin Ortadoğu’da oynadığı Osmanlıcılık oyunundan bize düşen payı 11 Mayıs 2013’te Hatay Reyhanlı’da almıştık biz. El Nusra’nın üstlendiği bombalı saldırıda 51 kişi katledilmişti.
KENDİ HİKAYEMİZİ YAZALIM
Savaşlar sınıflar ve onların çıkarlarının temelinde şekillenir. İşte burjuvazinin çıkarları bizi bir mengeneye sıkıştırıyor. Bir tarafta AKP’nin dindar bir nesil yetiştirme çabasında dayattığı ırkçı ve gerici politikaları diğer yanda ise kölece çalışma koşulları. Eşit ve özgür bir gelecek istiyorsak tarafımızı halkların kardeşliğinden, barıştan yana belirlemek zorundayız.
Bir savaş çıktığını düşünelim. Elbette burada savaşa giden Bilal Erdoğan olmayacak. Savaşa gönderilecek olanlar biz gençleriz, yani emekçi halkın çocukları.
Peki burada bize düşen, bizi sömürenlerin geleceği ve kendi paylarına düşen pastaları büyütmek için bu oyunda piyon olarak yer almak mı yoksa kendi hikayemizi yazmak mı olmalı?
İkinci seçenek elbette! Bunun için Amerika’yı tekrar keşfetmemize gerek de yok. Daha önce bir çok kez yapabildiğimiz gibi bu seferde birleşmek ve bu savaş politikalarına dur demekten başka bir çaremiz yok. Kısacası derdimiz kendi hikayemizin askeri olabilmekte.

ÖNCEKİ HABER

Çelişkilerin çelişkisi

SONRAKİ HABER

Uludere Kaymakamı'na göre saldırı görüntüleri kurgu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa