04 Temmuz 2015 13:40

KADIN CİNAYETLERİ Kadınların en kırmızı çizgisi

Hiçbir yasal düzenleme “haksız tahrik indirimi şöyle verilir böyle verilmez” demez. Bu nokta hâkimin takdirindedir ve nedense bu takdir sürekli erkekler lehine kullanılır. Bu, erkek egemenliği meselesinden elbette ki bağımsız değil...

Paylaş

İlke IŞIK
Haziran ayında da pek çok kız kardeşimizi, kadın cinayetleri sonucu kaybettik. Özgecan cinayetiyle tüm ülkede ayağa kalkan kadınların öfkesi son cinayetlerle daha da bilendi. Şimdilerde en çok “Nasıl duracak bu cinayetler” sorusu soruluyor. Günlük hayatta, medyada ve kadınlar arasında da temel mesele bu diyebiliriz. Çok farklı bakış açıları var. İdamı yeniden tartıştırmaya çalışan, hadım yasasından söz eden, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası diyen... Hatırlayalım çocuklara yönelik cinsel saldırı ve cinayetlere ilişkin de benzer bir tartışma cezaların azlığı üzerinden yürümüş ve ortaya bu gerekçe ile hazırlanmış ucube bir yasa çıkmıştı.
Cezaların azlığı, yetersizliği üzerine yürütülecek bir tartışmadan ne kadar verimli sonuç alabiliriz acaba? Ya da şöyle soralım cezalar az mı gerçekten? Türk Ceza Kanununa göre kasten öldürmenin cezası müebbet hapis cezasıdır. Suçun kadın cinayetlerinde sıkça gördüğümüz bazı şekillerde işlenmesi durumunda ise ceza ağırlaştırılmış müebbet hapistir. Kısaca kasten öldürme suçunda ceza bellidir; ya müebbet hapis ya da ağırlaştırılmış müebbet hapis. Bu durumda hâkimin karar verirken uygulayabileceği bir alt sınır yoktur, bu iki cezadan birine karar verilmesi gerekir.

ASLOLAN UYGULAMA
Kadın cinayetlerine ilişkin temel sorun ise kasten öldürmekten ceza verilip verilmemesinde değil. Aslında kasten öldürmekten ceza verilip “haksız tahrik” indirimi ve “iyi hal” vb. gibi diğer indirim nedenlerinin uygulanmasından kaynaklı bir problemden söz edebiliriz. Haksız tahrik indirimi hâkimler tarafından kolayca uygulanabiliyor. Esasen sanığın bir haksız fiilden kaynaklı yaşadığı elem ve acı ile cinayeti işlediği fikrinden kaynaklanan haksız tahrik indirimi bazen aldatma şüphesi, bazen bir erkekle yolda konuşurken görülmesi, bazen cep telefonu ile çok konuşması, bazen hakaret ve öfkeli sözler söylemesi gerekçeleriyle kararlarda yer buluyor. Bu durumun üstüne iyi hal, sabıkasız olma gibi nedenler de eklendiğinde ortada ağırlaştırılmış olsun olmasın müebbet hapis cezası falan kalmıyor.

ERİL ZİHNİYETİN TAKDİRİ
Erkek yargı dediğimiz şey işte tam da burada vücut buluyor. Hâkimler bir şekilde erkekler lehine haksız tahrik indirimi uygulayacak bir neden buluyor. Kadın cinayeti davaları haksız tahrik indirimi uygulanmaması savaşına dönüşüyor bir biçimde. Hiçbir yasal düzenleme “haksız tahrik indirimi şöyle verilir böyle verilmez” demez. Bu nokta hâkimin takdirindedir ve nedense bu takdir sürekli erkekler lehine kullanılır. Bu sebeple temel mesele yasalar değil yasaların gereği gibi uygulanmamasıdır.
Bu durum erkek egemenliği meselesinden elbette ki bağımsız değil. Kadın ve erkeği eşit görmeyen zihniyet bütün sistemi bu düşünce üzerinden kurduğundan, şehrin birindeki ağır ceza mahkemesi başkan, üye ve savcıları bu fikirden bağımsız hareket edemiyor. Hiçbir erkeğin durup dururken karısını, sevgilisini, eski eşini öldürmeyeceğini düşünen heyet, şehirde öldürülen kadınla ilgili dolaşan dedikodulardan, duruşmaya gelip yalanlar söyleyen tanıklardan, çeşitli kademelerdeki yöneticilerin beyanatlarından velhasıl her şeyden etkilenerek veriyor kararını. Yargıtay kararları bozmayınca da bu uygulamadan caymıyor.

CEZA İNDİRİMLERİNE SON!
İşte bütün bu nedenlerle kadın cinayeti davalarına ilişkin en acil talebimiz, haksız tahrik indirimi ve her türlü indirim uygulanmasına son verilmesi. Bu ise her hâkimin ciddi bir cinsiyet eşitliği eğitiminden geçirilmesi, bu noktada kadın örgütleri ile işbirliği yapılması, yönetmelikler hazırlanması, cinsiyetçi kararlar veren hâkimlere yaptırımlar uygulanması ve Yüksek Yargı’da bu noktaya ilişkin ilkesel kararlar verilmesi gibi ciddi ve iyi planlanmış bir yargı reformu ile mümkün.
Öte yandan cezaların etkin, hızlı ve herkese uygulanmasının en caydırıcı yöntem olduğu kanaatinde olduğumu belirtmek isterim. Kadın katilleri nasıl daha az ceza alacağını öğrenip, nasıl delil bırakmadan cinayeti işleyeceğine ilişkin bilgiler edinip bunları pratikte uyguluyor hep birlikte görüyoruz. İndirim uygulanmayacağını, paşa paşa cezalarını çekeceklerini bilmek caydırıcı bir etki yaratabilir.
Ancak yeter mi? Yetmez tabii. Kadınlar ölürken devlet ne yapıyor? Mecliste bulunan partiler ne yapıyor? Meclis’in bir an önce toplanarak, bu meseleyi ciddi biçimde önüne alması, bir yargı reformu için kolları sıvaması kadın hareketinin en sıcak taleplerinden biri. Koalisyon mu kurulacak kırmızı çizgilerden mi söz ediliyor... İşte size en kırmızı çizgi!

DANIŞMA MERKEZLERİ VE SIĞINMA EVLERİ
İkinci acil talebimiz ise şiddete uğrayan ve uğrama ihtimali bulunan bütün kadınların kolaylıkla ve hızlıca başvurabileceği, sorunlarına çabucak çözüm bulabileceği danışma merkezleri kurulması olmalı. Bu merkezler, belediyeler tarafından her mahalleye kolaylıkla ve hızlıca açılabilir. Ve tabii ki sığınmaevleri… Yerel yönetimler yasasında yapılacak küçük bir değişiklik bunu sağlamaya yeter. Unutmayalım ki kadın cinayetlerinin neredeyse tamamında sistematik bir şiddet öyküsü ve buna itiraz edemeyen, gidecek yeri olmayan kadınlar bulunuyor.

EŞİTLİK OLMADAN OLMAZ
Aslında yukarıda sıraladıklarımızın hepsinin dönüp dolaşıp geldiği yer eşitlik meselesi. Bu konuda bir süredir ideolojik bir mücadelenin yoğunlaştığını hepimiz görüyoruz. Çok değil bundan birkaç yıl öncesine kadar “kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet münferittir” diyen, “kadın hakkı yoktur, hakkı erkek ismidir” kötü esprisi ile cisimlenen devlet politikası, “eşitlik değil adalet” tartışmasına dönüştürüldü. Yapmaya çalıştıkları şey çok basit. Kadınları eşit olmadıklarına ve olamayacaklarına ikna etmek, olmayan adaletle idare etmelerini sağlamak... “Eşitliğin fıtrata ters olduğu” söylemi devletin temel mottosu haline geldi. Erdoğan’ın, çeşitli yöneticilerin, milletvekillerinin açıklama ve konuşmaları bu noktada ne kadar ısrarcı olduklarını gösteriyor. Bir de bunun yanına televizyoncusunu, yazarını, öğretim üyesini eklediğimizde bu propaganda etkili bir kuşatmayla sürdürülüyor. Ramazan ayı içinde “din alimlerinin” televizyonlardan kadınlara verdiği öğütleri hatırlayalım mesela.
İşte bu kapsamlı saldırıyı kadına yönelik şiddetle mücadelenin her aşamasında en temel nokta olarak ele almak durumundayız. Mücadelenin temeli eşitlik talebi çünkü. Eğitimden, sağlığa, toplumsal yaşamdan, çalışma yaşamına bütün bir hayatta tamamen eşit olmak istiyoruz. Çünkü şiddete, tecavüze, tacize, cinayetlere, üstüne mahkemelerde yaşadığımız her şey, dayanağını kadın erkek eşitsizliğinden alıyor.
Özetle eşitlik talebini mücadelenin temeline koyduğumuzda, cinayet davalarında ceza meselesi ne olacak sorusuna yanıt vermemiz de kolaylaylaşıyor. Sadece verilecek ceza üzerinden yürütülen bir tartışma, cinayetleri engellemeye yaramayacak doğal olarak. Erkekler fıtratlarından kaynaklı olarak ‘öldürme hakları’ olduğunu düşündüğü sürece, kadınlara uygulanan şiddetin her zaman bir dayanağı bulunduğu müddetçe ne yazık ki şiddet devam edecek. O yüzden yaşamın her alanında, toplumsal dokunun her kademesinde erkek egemenliğini yok etme merkezli mücadele tek çıkar yolumuz. Önümüzdeki yol çok kısa görünmüyor ama aldığımız epey bir mesafe olduğu da ortada.

KADIN DAYANIŞMASI VE ÖRGÜTLENME
Yaşam bize gösteriyor ve öğretiyor ki kadın dayanışmasını en aşağıdan kurmak ve örgütlemek durumundayız. Hepimiz bin bir türlü şiddet sarmalı altındayken ve bu şiddetten başımızı kaldırıp tek başımıza çıkmamız olanaksızken el ele verip kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Bu yol da aslında her kadının son derece kolay biçimde örgütlenmesini sağlamaktan, bunun olanaklarını yaratmaktan geçiyor. Bir süredir buna dair örnekler çoğalıyor. Ülkenin çeşitli yerlerinde bir araya gelen kadınlar dernek kuruyor; yan yana geliyor, konuşuyor, dertleşiyor, eylem yapıyor, yerel taleplerini belirleyip mücadele yöntemleri geliştiriyor. Giderek daha yerelleşen bir kadın hareketinin yeşermeye başladığını söyleyebiliriz. Şimdi var olan olanakları güçlendirmenin, geliştirmenin, yeni olanaklar ve mücadele araçlarını geliştirmenin zamanı aslında. Dahası bu yaklaşımı işyerlerine, fabrikalara, atölyelere, üniversitelere yaymak; işçi, emekçi, genç, yaşlı, okumuş, okumamış bütün kadınların mücadelenin parçası daha doğrusu öznesi olmasını sağlamak zorunlu.

ÖNCEKİ HABER

Birlikte mücadele için bir eylemin ardından...

SONRAKİ HABER

'Çinli' avına çıkan ülkücüler Koreli turistlere saldırdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa