01 Temmuz 2015 00:55

Şenal Sarıhan: Madımak'ın sanıkları hiç aranmadı bile

Paylaş

Elif Ekin SALTIK
Ankara

Sivas’ın hiç sönmeyen ateşi... 22 yıldır hiç dinmeyen bir acı... Sivas Katliamı Türkiye’nin insanlığa karşı işlenmiş suçlarda utançların en büyüğünü yaşadığı bir katliam. Sivas Katliamı davası ise belli kısımları zaman aşımına uğratılmasına rağmen ailelerin kararlılığı ve mücadelesiyle sürüyor. Sivas davasının avukatlarından, 7 Haziran seçimlerinde CHP’den Milletvekili seçilen Şenal Sarıhan, 22 yıldır büyük bir kararlılıkla sürdürülen davayı ve bundan sonra Mecliste devam ettirecekleri mücadeleyi anlattı.

Ailelerin, hukukçuların, insan hakları savunucularının ifade ettiği gibi Madımak olayı bir katliamdı. Ancak dava dosyası ve verilen cezalar böyle yürümedi. Davada işleyen süreci ve şu an gelinen durumu aktarır mısınız?
Dava 3 ayrı dava biçiminde açıldı. İlginç olan; 2 Temmuz’da olay yaşandı, 20 Temmuz’da iddianameler açıklandı. Buraya bir açıklık getirmem gerekiyor. Bu davada 15 bin sanığın olduğu emniyet tutanaklarında var. “Bin kişiyle başlayan bu sayı 15 bin kişiye kadar ulaştı” diyor polis tutanakları. Ancak 165 civarında insan gözaltına alındı. Bu kadar çok sanığın olduğu bir davada iddianamenin 18 günde düzenlenmesi akıl dışı bir şey. Bu açıkça eksik bir soruşturma ile iddianamelerin düzenlediğinin bir kanıtıydı. Tabii iyi niyetli bir bakışla şöyle denilebilir “Dava çok vahimdi. Hukukun el koyması için erken bir dava açıldı. Diğerleriyle ilgili araştırmaya yapıldı.” Ama bu savı doğrulayacak bir şey de yok. İlk kez mahkeme karşısına gelenlerin dışında yeni bir arama durumu olmadı. Bu iddianamelerin birincisi ‘Adiyen adam öldürme, mala zarar verme ve polise mukavemet’ suçlamalarıyla düzenlendi. İkinci iddianame ‘Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına aykırılık’ gerekçesiyle düzenlendi. Üçüncü iddianame ise ‘Terör örgütü yönetimi ve üyeliği’ diye açıldı.

‘DAVADA BİR ÖRGÜT TANIMI YAPILMADI’

Davanın gidişatı ve sonuçları çok da tatmin edici olmamıştı...
İkisi Sivas’ta biri Kayseri’de açıldı. Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) -terörle ilgili suçlara bakan mahkeme- Kayseri’de açtı davayı. Bizler bu davanın Sivas ya da Kayseri’de sürmesinin iki problem doğuracağını söyledik. Mağdur ailelerin yüzde 90’ı Ankara’da yaşıyordu. Davayı düzenli olarak takip edemezler. İkinci problem ise Sivas aileler için de bir tehdit merkeziydi.  İnsan hakları açısından oraya giden herkesin zarar görme ihtimali vardır. Dava Ankara’ya alınınca burada ağır ceza mahkemesi hakimi görevsizlik kararı verdi. Gerekçesiyse atılı bulunan mala zarar verme, tehdit gibi suç nitelemelerinin hukuka uygun olmamasıydı. Yapılan suçların anayasal düzenin ortadan kaldırılması gibi bir suç olduğunu söyledi. Asliye Ceza Mahkemesinde de açılan davanın hakimi de aynı nitelikte bir karar verdi. Bu eylemin planlanan bir katliamın adım adım aşamaları olduğunu ifade etti. Dosyalar DGM’ye gitti. DGM’nin o dönemdeki askeri hakimi kararları yerinde görürken sivil hakimler adam öldürme gibi suçlar üzerinden görülmesi gerektiğini söylediler ve görüş bildirmiş oldular. Sonrasında hukuki olarak davadan çekilmeleri gerekirdi. Çünkü görüş açıklamışlardı, ancak etik bir duruş sergilemediler. Bir yıl sonra dava sonuçlandı. Ve mahkeme adiyen adam öldürme kararı verdi. Sanıkların önemli bir bölümünü de tahliye etti. Biz kararı temyiz ettik. “Burada bir örgütler koalisyonu vardır. Legal ve illegal gerici örgütlerdir bunlar” dedik. Yargıtay da tam bizim istediğimiz gibi bir karar verdi, ancak aradaki boşlukta birçok sanık tahliye oldu ve kaçtı. 94’ten bu yana 21 yıl geçti. 21 yıl süresince tahliye olmuş olanların birkaçı dışında yakalanabilen ve cezasını çeken kimse olmadı. Davada bir karara varıldı. Karar hukuka uygun bir karardı. Mahkeme önüne getirilen sanıklar ya yoklardı ya da hiç yoklardı. Yani hiç aranmadılar, bulunmadılar. Şu örgüt yaptı diye bu davada bir karar verilmedi, ancak daha sonra örgüt üyeleri için bir pişmanlık yasası çıktı. Sanıkların hepsi bu pişmanlık yasasından yaralanmak için başvurdular. Biz bu başvuruya karşı çıktık. Çünkü karar itibarıyla bir örgüt yoktu ortada.

SİYASİ ŞOVA DÖNÜŞTÜRDÜLER’

O dönemde sanıkların avukatlığını yapan hukukçular daha sonra milletvekili, bakan, başbakan yardımcısı oldular. O dönem Refah Partisi Yöneticisi Şevket Kazan daha sonra Adalet Bakanlığı da yaptı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her avukat öncelikle hak ihlalini görür ve işi seçme konusunda serbestisi vardır. Avukatların bir tercih hakkı vardır. Ben bu davada müdahil avukat olarak yaşanan bütün acılara tanık olmuştum ve hiçbir avukat bu davayı savunmak istemeyecek diye düşünmüştüm. Ama büyük bir saflık içinde olmuşum. Katılan tarafında Türkiye’nin her yerinden binlerce avukat vardı. Duruşma salonu ve adliyenin önünde biz çok kalabalıktık. Ama üzülerek ifade ediyorum; bizim kadar kalabalık bir avukat grubu da sanık tarafında vardı. Sanıkların savunmaya ihtiyacı vardır. Ben bunu bir avukat olarak söylemek zorundayım. Ama bunu siyasi bir amaçla kullandığınız zaman bu savunma siyasi bir şova dönüşür. Bu nedenle bir süre sonra siyasetin içinde yer aldılar. İlk duruşmada Refah Partisinden Şevket Kazan açıkça devlete karşı işlenmiş bir suçta müdahil avukat oldu. O günlerdeki bir yasada parlamenterler bu davalara müdahil olamazlardı. Şevket Kazan cübbesiyle sanıkların arasında yer aldı, ben bu duruma itiraz ettim. Mahkeme ara kararında onun duruşmadan çıkarılmasına karar verdi. Vekil olan bir hukukçunun bunu bilmemesi mümkün değildi. Sanıklar ve sanık avukatları duruşmalar boyunca bize psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladılar. İnsanlığa karşı suçları insan onuruna sahip çıkma ve yaptığımız görevi bu onurla birleştirme yöntemiyle ancak önleyebilirsiniz. Biz böyle düşünüyorduk. Ama gördüğüm sahne neydi? Onları da savunmaya gelmiş binlerce avukat da vardı.

‘BU ZİHNİYET BİLİNCİ VE YÜREĞİ KAPALILIK’

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, dosyanın bir kısmı zaman aşımına uğratılınca “Vatana, millete hayırlı olsun” demişti. Bu durum AKP iktidarının faili meçhullerle, katliamlarla hesaplaşmadaki samimiyetsizliğini göstermiyor mu?
Son derece açık bir şekilde koyuyor. Benzer sözler hep söylendi. Olaydan hemen sonra bir başbakanın sözleri de var. “Olaydan vatandaşlarımıza herhangi bir zarar gelmemiştir” gibi. Yaşamını yitirmiş olanlar sanki vatandaşlar değil. Aynı zihniyetin başka tarzlarda yansıması. Böyle bir sözü söyleyebilme cesareti, ancak bilincinizin nerede durduğu ile alakalı. Ne oldu da verilen karar vatana, millete hayırlı olacak? İyi bir şey mi oldu? Siz cinayetlerin üzerini örte örte yeni cinayetler işlemek için fırsatlar mı yaratacaksınız? Yurttaşlar buna daha ne kadar dayanacak, biz ne kadar tahammül edeceğiz? Gözaltında kayıplar olacak, insanlar faili meçhullerin kurbanı olacak. İnsanlar inançları ya da kökenleri sebebiyle katliamların mağduru olacak. Bu davaları araştırma sorumluluğuna sahip, en üst düzeyde bir insan olmanıza rağmen siz diyeceksiniz ki “Vatana, millete hayırlı olsun”. Burada “Biz bunları zaman aşımından düşürdük. Bizde adalet böyledir işte. Suçları kapatmak içindir” tarzında bir açıklama yapacaksınız. Bu gözü kapalılık, kulağı kapalılık değil. Bu yüreğin ve bilincin kapalılığı meselesi. Ve şiddet üzerinden devleti yönetme alışkanlığının bir yansıması. Sivas davası 22 yıldır sürüyor. 10 Kasım günü de 3 sanık ile ilgili devam eden davanın duruşması var. 10 Kasım 2015 tarihini akıllarında tutsun insanlar. Bu davayı izlemek üzere oraya gelsinler.

‘GERÇEĞE ERİŞEBİLME OLANAĞI BULACAĞIMIZI UMUYORUM’

Artık bir milletvekili olarak Meclistesiniz. Siz Mecliste bu ve buna benzer olaylarla ilgili neler yapacaksınız?
Ben bütün bir avukatlık mesleğini, insan haklarına yönelik davaları izlemekle geçirmiş biriyim. Hem genel insan hakları hem de kadının insan hakları davalarında mücadele vermiş biriyim. Aileler de yıllarca şunu söylediler; “Niye bizim avukatlarımız milletvekili olmuyorlar?” Bu davanın özelinde, ama genelde bütün insanlığa karşı işlenmiş suçlar konusunda yasal düzenlemenin daha düzgün olması, daha gerçeği karşılar durumda olması, yitirilmiş haklar konusunda bir desteği de Meclise taşımak istediler. Bu Mecliste, bu davaya sahip çıkmış olan başka avukatlar da var. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonunun Başkanı HDP’den milletvekili oldu örneğin. Bu davanın doğrudan doğruya mağduru olan Zeynep Altıok var. Bizim orada oluşumuz bize yeni görev ve sorumluluklar yüklüyor. Benim aklımda hâlâ şu duruyor. Kaç sanık bu dava nedeniyle cezaevine girdi, bu davadan dolayı yattı ve çıktı? Bunu bilmiyoruz. Ben avukat olarak öğrenemedim. Kaç sanık yurt dışında ve hangi nedenle iade edilmiyorlar? Çok uğraştım duruşmalarda. Sağlıklı bilgi alamadım. Milletvekilliği sanırım bize bu olanakları verecektir. Gerçeğin görünmesini sağlayıp, ne engel varsa o engelin aşılması için çalışacağız biz de. Biz bu Mecliste yeni bir barış dili ve barış anlayışı; insan hakları anlayışı; insan haklarına dayalı bir hukuk ve yönetim anlayışı inşa etmek için çaba göstereceğiz. İnsanlığa karşı işlenmiş suçların zaman aşımına uğratılmasına engel olacak yeni bir yasa yapmak için Mecliste çalışmamız gerekiyor. İlk işimiz bu olacak.

ÖNCEKİ HABER

Savunma almadan okuldan attılar

SONRAKİ HABER

De Masi: Yunanistan’a yapılan ekonomik terörizm

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...