17 Mart 2007 00:00

Nürnberg’de yapılan 12. Türk-Alman Film Festivali’ne ‘Hayatımın Kadını’ adlı filmiyle katılan yönetmen ve oyuncu Uğur Yücel‘le filmini ve festivali konuştuk.

‘Hayatımın Kadını’ nasıl bir film?
‘Hayatımın Kadını’nın nasıl bir film olduğunu bilmiyorum. Zaten seyircinin kararı önemli. Çok iyi bir film olması da gerekmiyor. Ben böyle istedim ve bu filmi çektim. Yalnız bir tehlike var; eğer seyircinin zamanını aldıysam buna üzülürüm. Örneğin Fransız seyircileri buna ‘umutsuzluğun nezaketi’ derler.
Sonra düşündüm, benim doğup büyüdüğüm yerlerde (Boğazköy’de) insanlar kendilerine köylü diyorlar. İstanbul’a geçiyorlar. Eminönü’nde birilerinin ‘Nereye gidiyorsun baba?’ sorusuna “Köye gidiyorum’ cevabı veriyorlar. Orası köy. Orası İstanbul değil. Oranın insanları ölülerine yüksek sesle ağlamazlar, sevinçlerini de yüksek sesle haykırmazlar. Nezaketli insanlardır. Küskünlükleri sessizdir, inanılmaz bir keder yaşarlar. Bu filmdeki adam var ya onun gibileri Beyoğlu’nun arka sokaklarında hâlâ varlar. Onların dişleri döküktür ama diş yaptıracak paraları yoktur. Orhan Gencebay dinlerler, bir kadına büyük aşk yaşarlar. İşte bu film benim için bir mahalle filmi.

Bu filmi çekmeye ne zaman karar verdiniz?
Hayatımda 49 yaşıma kadar hiç not tutmadım. İlk kez geçen yıl bu filmin notlarını tuttum. Sonra çekmeye karar verdim. Film için ilk aklıma gelen Türkan Şoray oldu. Alman sinema seyircileri açısından Türkan Şoray belki hiçbir şey ifade etmiyor ama Türkiyeli seyirciler ve benim için Türkan Şoray aşık olunacak kadındır. Babam ona aşıktı, ben aşığım ve çocuğum da aşık... Türkan böyle bir kadın yani. Sonra Türkan Şoray’ı aradım. Erkek oyuncuyu kim oynayacak? diye sordu. Ben! dedim. Kim yönetecek? dedi. “Ben!” dedim. “Ben oynarım” dedi ve kabul etti.
Hemen Nürnberg’ten Jürgen’i aradım. Bu filmi 24 gün içinde çekmem gerektiğini söyledim. Zamanı uygunmuş “ Tamam geliyorum” dedi. Kimi aradımsa geldi. Çektim bitti.

Siz nasıl bir yönetmensiniz?
Bilmeyenler için anlatayım. Yönetmen olarak ilk filmimi yaptım ve bu film 30 ödül aldı. İkinci filmimde insanlar acaip bir yönetmen geliyor, manyak bir yönetmen dediler. Yok abi, ben öyle olağanüstü ya da çok iyi bir yönetmen değilim. İkinci filmimde de Güneydoğu’da bir savaş vardı. Orada patlayan bombalar benim yüzüme de sıçradı. Kalktım Yazı-Tura’yı çektim. Sonra bir gün kendimi aşktan uzak hissettim. Kendimi yalnız hissettim ve kalkıp onun da filmini yaptım. İşte o film, bugün seyrettiğiniz aşk filmi ‘Hayatımın Kadını’ oldu.

İleride neler yapmak istiyorsunuz?
Bundan sonra da hayatım böyle gidecek. Ben öyle iddialı bir yönetmen ya da oyuncu değilim. Kendi halinde bir adamım. Bir şeylerin içerisinde olmak istemiyorum. Örneğin festivallerin içerisinde olmanın yolları vardır. Popüler dünyanın içinde olmanın yolları vardır. Bu yollarla uyum sağlamak istemiyorum. Biliyorum bu yolların ne olduğunu. 49 yaşına geldim, 17 yaşından bu yana Beyoğlu’nun arka sokaklarında, Kuzguncuk’ta 70’li yılların kültürü ile büyüdüm. Renkli Dünyalar’ın ne olduğunu biliyorum ama o dünyalara ait olmak istemiyorum. Bu yüzden sahte bir şey yapmak istemiyorum. Fakat içimden geleni yapmak istiyorum. Tıpkı yetimhanede büyüyen, hayatın içinden gelen sokak insanlar gibi. Onlarla karşılaştığınızda şaşırırsınız. Bunların hayat bilgileri çok fazladır. Ben bu insanları çok seviyorum. Hiç öyle sokak adamı ayaklarına yatmak istemiyorum ama ben öyle bir adamım, sokaktan geliyorum. Bizim oralar, doğup, büyüdüğümüz yerler süslenmeyi sevmezler. Bilinmeyen bir entellektüelizmle, derin ve gizemli olma özelliklerini sevmezler. Bunlar onlara hafif gelir. Çok durgun, çok entellektüel görünen insanları da sevmezler. Orada bir damar yatağı var ve bu damar içtenlik ve sadelik yeridir. Bunlar içgüdüyle verilir, size öğretilmez ve öğretilecek şeyler de değildir. İçtenliği olmayan adamlara inanmazlar bu insanlar. Samimi değilseniz inandıramazsınız.

Bu sokak insanlarının da filmini yapmayı düşünüyor musunuz?
Bilmiyorum kafamda birçok proje var. Örneğin şu an kafamda çekmek istediğim, 3 Rus kadının yaşamını anlatan bir film var. Ben konservatuvara girdim, Çehov aşığı oldum. Yatıyorum kalkıyorum Çehov. Sonra bir gün Trabzon’a gittim. Bir baktım orada kafeteryalarda Rus hayat kadınları çalışıyor. Adları; Olga, Maşa, Irena 3 kız kardeş. Bu eğitimli kızlar gelmiş burada fahişelik yapıyorlar. Trabzon’daki sosyal hayatı değiştiriyorlar ve buralarda öldürülüyorlar. Bunların hayatını çekmeyi düşünüyorum. Ben eskiden kuvvetli bir sosyalisttim. Rus kültürü benim için çok önemli bir kültürdü. Hâlâ da öyle... Dünyanın en ileri kültürü. Ben sosyalizm ve Rusya hayranlığından bu kültürü tanıdım. Bu kültürden gelen Olga, Maşa, Irena gibi benim çocukluk aşklarım şimdi Trabzon‘da, Kars‘ta ölüyorlar. Şimdi bu kültürün külleri altında ölen bu kızları düşünürken nasıl sokak insanlarını çekeyim. (Nürnberg/EVRENSEL)
Zeynel Kameroğlu

Evrensel'i Takip Et