10 Mayıs 2008 00:00

Kral Priyamos, oğlu Hektor’u öldürüp ölüsünü kaçıran Yunanistanlı yarı ölümsüz Ahilleus’un barakasına gidiyordu atlı arabasıyla. Arabanın içi çok değerli fidyelik aramağanlarla doluydu. Onları verip karşılığında oğlunun ölüsünü geri almaya çalışacaktı... Gerekirse yalvaracaktı!.. “Eh, alnıma yazılmışsa belki beni öldürebilir de” gibi bir olasılığı da göz önüne almıyor değildi... Priyamos’un yanında seyisi, bir de sağ taraflarında Baştanrı Zeus’un saldığı ve onlara yoldaşlık eden kara bir kartal vardı... Baştanrı Zeus bu kartalla yetinmedi; daha sonra tanrı Hermes’i gönderdi onlara kılavuz olsun diye... Hermes de Ahilleus’un seyislerinden biri olarak tanıttı kendini kral Priyamos’a. Uzun uzun konuştular; Priyamos oğlu gibi benimsedi onu. Sonra da on iki gün önce Ahilleus’un öldürdüğü oğlu Hektor’un ölüsünün köpeklere yem olup olmadığını sordu ona içi yana yana... “Yok be baba!” dedi delikanlı kılığındaki tanrı Hermes. “Onu ne köpekler yedi, ne de kuşlar! Ahilleus’un gemisinin yanında yatıyor öylece...
Savaşlarda ölen bütün askerleri hemen yemeye başlayan kurtların hiçbiri girmedi onun bedenine! Gerçi Ahilleus her sabah uyandığında onun ölüsünü arabasının arkasına bağlayıp son hızla yerlerde sürüklüyor paldır küldür... Ama gene de bozulup çözülmedi Hektor’un bedeni!
Çünkü her sabah tanrıça Afrodit’le Apollon yaralarını iyileştiriyorlar onun... Merhemler sürüyorlar bedenine. Oğlunun ölüsünü bile çok seviyor onlar, çok!..”
Bu sözleri duyunca sevinçten eli dili tutulur gibi oldu kral Piyamos’un!... Hermes de; “Haydi atlayın arabaya! Ben sizi Ahilleus’un barakasındaki Hektor’un yanına götüreceğim!” dedi gülerek. Ve hepsi de hemen arabaya atladılar...
Kılavuz tanrı Hermes, tanrısal değneğiyle katırlara dokununca, hepsi de görünmez oldular ve son hızla Ahilleus’un barakasına doğru yönlendiler... Baştanrı Zeus’un saldığı kartal da ağır ağır yoldaşlık ediyordu onlara...
Çok geçmeden sahildeki gemileri ve Ahilleus’un barakasını koruyan çevre duvarına ulaştılar... Duvarın arkasında akşam yemeğini hazırlıyordu Yunanistanlı askerler... Klavuz tanrı Hermes, değneğini şöyle bir havada savurunca, askerlerin gözleri bağlandı; kimseleri göremez oldular. Bunun üzerine Hermes, rahat rahat duvarların kalın ve tunçtan sürgülerini çekip kapıları açtı. Priyamos’u ve içi armağanlarla dolu arabayı aldı avluya... Sonra da ötedeki Ahilleus’un barakasının önüne götürdü kral ihtiyar Priyamos’u... “Karıncalar” anlamında “Mirmidonlar” denen Ahilleus’un askerleri, Kazdağı’ndan kesip kesip getirdikleri kalın çam kütükleriyle kurmuşlardı bu barakayı. Dümrek Çayının kıyılarından derledikleri sazlarla da çok sıkı hasırlar örmüşler ve barakanın üstünü örtmüşlerdi. Barakanın çevresini de kalın direklerle kuşatıp büyükçe bir avlu oluşturmuşlardı... Kralları ve komutanları eşsiz Ahilleus için!.. Çam kütüğünü yontarak yaptıkları kocaman bir sürgü de barakanın kapısını tutuyordu. En güçlü üç asker yerinden bile oynatamıyordu o sürgüyü! Aynı şekilde kapının tunçtan kilidini de en az üç kişi zar zor çıkarıp takabiliyordu! Oysa Ahilleus tek başına kullanıyordu onları! İşte tanrı Hermes, aynı sürgü ve kilidi değneğiyle açtı kimselere duyurmadan... Priyamos’un arabada getirdiği kurtarmalık armağanları da aldı içeri sessizce. Sonra da yeniden tuttu kral ihtiyar Priyamos’un titrek ellerini. “Bak sevimli ihtiyar” dedi gülümseyerek. “Seni buraya ölümsüz bir tanrı getirdi!.. Ben tanrı Hermes’im!.. Babam Baştanrı Zeus beni kılavuz olarak verdi sana. Artık burada ayrılacağız. Benim Ahilleus’a görünmem de yakışık almaz zaten! Tanrılar ölümlü insanlarla fazla yüz göz olmamalı. Şimdi sen tek başına git Ahilleus’un yanına. Babası adına, güzel saçlı anası tanrıça Tetis adına yalvar. Onun da bir oğlu var. O oğlu adına yalvar... Hektor’un ölüsünü geri alabilmen için yumuşatmaya bak onu...”
Böyle dedi altın değnekli kılavuz tanrı Hermes... Altın sandallarıyla hafifçe sıçrar sıçramaz da birden havalandı ve Olimpos tanrılar ülkesine doğru, kimselere görünmeden son hızla uçup gitti...
Bunun üzerine ihtiyar Priyamos arabadan indi. “Sen burada kal İdayos (İdaios)” dedi çok sevdiği seyisine. “Arabayla katırlara göz kulak ol.” Bunları söyledikten sonra tanrı Hermes’in açık bıraktığı kapıdan, kimselere görünmeden sessizce Ahilleus’un odasına dalıverdi!..
Ahilleus yemeğini yeni bitirmiş, masasında oturuyordu öylece; tek başına... Dostları da öte taraftaki sedirlerin üstüne geniş geniş yayılmışlardı... Priyamos, Ahilleus’un yanına gitti doğruca... Ellerine, dizlerine sarıldı; “Bak tanrısal Ahilleus, şimdi babanı getir gözlerinin önüne!” diye hemen söze başladı... Ahilleus da öylece bakakaldı aniden yanına gelen yaşlı adama. Ama onun kral Priyamos olduğunu da sezinlemekte gecikmedi. Gerçi kendisini hiç görmemişti daha önceleri. Ama onun hakkında söylenenlere çok uyuyordu karşısındaki bu yaşlı adam... “Şimdi baban da benim yaşımda olmalı. O da ihtiyarlığın o uğursuz eşiğine varmıştır!..” diye sözlerini sürdürmeye başladı. “Çevresindeki dostları düşmanları iyi kötü, çeşit çeşit şeyler söylüyorlardır senin hakkında ona. Bu söylenenleri duydukça da üzülüyordur çoğu zaman... Ama hiç olmazsa senin yaşadığına dair haberler alıyordur sürekli. O yüzden; ‘Nasıl olsa oğlum Ahilleus, Troya’daki bu lanetli savaştan dönecek; onu sağ salim göreceğim’ diye gün boyu seviniyordur. Ne var ki ben onun gibi değilim; çok kötü örülmüş benim yazgım... Belki duymuşsundur; tam elli yiğit oğlum vardı benim! Ama siz Yunanistanlılar buraya geldiğinizden beri hemen hemen tamamı yok oldu!.. Onların on dokuzu tek ana karnından doğmuştu! Gerisi de sarayın kadınlarından... O gözü doymaz savaşçı tanrı Ares kırdırdı çoğunu yavrularımın. Hele biri vardı; gözümün bebeğiydi... O koruyordu halkımı, hepimizi... Yiğit Hektor’umdu o benim! Onu da sen öldürdün son olarak! İşte ben onun için geldim buralara tek başıma. Onun ölüsünü almaya geldim!..”

Yaşar Atan

Evrensel'i Takip Et