22 Haziran 2008 00:00
GÖZLEM
Emeği (işçiyi) üretim sürecinin kullanıp atılabilen, aynı zamanda kolayca yerine yenisi konabilen değersiz bir nesne gibi görmek, kapitalizmin ilk yıllarından bu yana görülen bir durum. Ancak asıl önemli olan nokta, sermayenin artı değeri üreten canlı emeğin birikmesiyle oluşuyor olması. Nitekim Marx sermayeyi, ücretli işçilerin sömürülmesi yoluyla artı değer getiren değer olarak tanımlıyor. Marxa göre sermaye, ancak canlı emeğin sömürülmesi yoluyla vampir gibi canlanan ve ne kadar çok emerse o kadar çok yaşayan cansız emek demek.
Kapitalizm koşullarında işçilerin yaşamak için emek güçlerini satmaktan başka çaresi olmaması, patronları işçilere karşı acımasız davranmaya iter. Ancak bir taraftan işçilerin çalışma koşulları sürekli ağırlaşırken, diğer taraftan işçilerin ve işsizlerin hayatta kalması, gerek duyulduğu zaman çalışmaya hazır olmaları gerekir. Çünkü ekonomilerin canlandırılması, üretim araçlarını tam kapasitede çalıştırabilmek için fazladan emek gereklidir. Bu nedenle her zaman bir güvence olarak yedekte tutulan büyük bir emek ordusu (işsizler) vardır. Yedek emek ordusu, üretimin en önemli ve değerli öğesi olmasına karşın, çalışır haldeki emeği sürekli tehdit eder, onun değerini ve pazarlık gücünü düşürür.
Kapitalizmin mutlak sömürü temelli genel yasalarının güçlü bir toplumsal karşı koyuş olmaksızın işleyişi, emek üzerindeki baskı ve denetimi her düzeyde arttırıyor. Bir tarafta artan kâr oranları, zenginlik ve refah; diğer tarafta kuralsızlık, güvencesizlik, yoksulluk ve sefalet. İşsizlik artışı, aşırı çalışma, kayıt dışılık, ücretlerin erimesi, sosyal hakların tasfiyesi gibi gelişmeler bu nedenle son yılların en çok tartışılan konuları.
Bilimde ve teknolojide devrim niteliğinde gelişmeler yaşanması, üretimde gelişmiş makineler ve bilgisayarların kullanılması nedeniyle artık işçilere eskisi kadar ihtiyaç olmadığı iddialarına rağmen, çalışma süreleri uzuyor, işçilerin çalışma temposu (moda ifadeyle performansı) sürekli artıyor. Yüzyıllar süren sınıf mücadeleleriyle kazanılan sendikal örgütlenme, grev ve toplusözleşme hakkı, 8 saatlik işgünü, ücretli izinler, iş güvencesi, sosyal güvenlik hakkı, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri, kadın ve çocukların çalıştırılmasına yönelik sınırlamalar vb çok sayıda kazanılmış hak hedefe konmuş durumda.
Sermayenin ilk andan itibaren yapmakta olduğu ve son yıllarda daha hızlı yapmaya çalıştığı en önemli şey, artı değer oranını yükseltmek ve sermaye birikimi istikrarını sağlamak için ne mümkünse yapmak. Bunun için eline geçen her fırsatı sonuna kadar, kimsenin gözünün yaşına bakmadan kullanıyor. Bu durum, düşük ücretler, çalışma koşullarının ağırlaştırılması ve işçilerin kazanılmış hakları üzerinde ciddi bir tehdit ve baskı yaratıyor.
Sürekli yükselen işsizlik oranları, güvencesizlik, kuralsızlık ve örgütsüzlük nedeniyle emeğin değeri sürekli olarak düşüyor. Değersizleşen emek kendini, piyasanın ve rekabetin acımasız dişlileri arasında güçsüz ve çaresiz hissediyor. Çalışırken kendisine ne söylense, ne kadar sert davranılsa sesini çıkaramıyor. Gerçek anlamda ücretli bir köle olmasının gereği olarak patronun her dediğine boyun eğiyor. Bir taraftan da piyasada onca işsiz varken çalışma şansına sahip olduğu için kendisini şanslı sayması propaganda ediliyor.
Sermayenin geleceğe yönelik planlarını, yeni saldırı hazırlıklarının boyutlarını yakın geçmişe bakarak tahmin etmek zor değil. Bugünden açıkça görünen bir gerçek var ki, işçi sınıfının ve emek örgütlerinin bugünkü dağınık, istikrarsız ve ne yapacağını bilmez yapısı devam ettikçe, hem emeğin değeri azalmaya devam edecek, hem de her geçen gün bir öncekini mumla arayacağız.
Yine de koşullar ne kadar kötü olursa olsun, yaşanan olumsuz gelişmeler işçileri, somut talepleri etrafında birleştiren ve onların bir sınıf olarak örgütlenmesini kolaylaştıracak çok sayıda olanak da yaratıyor. Önemli olan bu olanakları doğru ve zamanında değerlendirmek. Tıpkı kapitalizmin ilk yıllarından itibaren sürdürülen sınıf mücadeleleriyle işçi sınıfının haklarını patronlardan söke söke alması gibi, bugün de sermayenin saldırılarına karşı örgütlü ve birleşik bir direniş hattı oluşturulabilirse, yaşanan olumsuzluklar tersine çevrilebilir.
Erkan Aydoğanoğlu
Evrensel'i Takip Et