29 Haziran 2008 00:00

SÖZ OLA, TORBA DOLA

Kimin kime söylediğine göre değişse de, neresinden bakarsanız bakın ağır bir söz. Hem de oldukça ağır.

Paylaş

Kimin kime söylediğine göre değişse de, neresinden bakarsanız bakın ağır bir söz. Hem de oldukça ağır. Ve adam, kendisini dinlemesi için, onları bilgilendirmek için çağırdığı, konuk denilebilecek gazetecilere söylüyordu bunu. Doğrudan, gelenek, görenek dediği şeyi de hiçe sayarak. Sanki çocuklarına söylüyordu. Ve sanki ağzından çıkan sözcüklerin aralarında sövgü türünden şeyler vardı. Hem de olabildiğince çekincesiz söylenen. Utanmazlık da vardı “Utanmıyorsunuz” derken. Tıpkısı ve aynısıyla böyle diyordu. Dinleyenlerin gözlerinin içine baka baka, kendi gözlerinin içi de güle güle. Güle gülenin de ötesinde neredeyse güle oynaya idi duruşu. Aşağılayıcı sözlerinden öylesine mutluydu, öylesine de gururlu. Aşağıladıklarının haklı çıkmasıydı belki de bu denli saldırgan olmasının nedeni. Hani, en iyi savunma, saldırmaktır derler ya.
Peki kimdi o aşağılananlar. Yani utanmayanlar. Kendi çocukları değildi kuşkusuz. Belki kendi çocuklarına bile söylememiştir böyle bir şeyi. Onlar, gazetecilerdi. Belki çocuğu yaşında, belki askerlik yaşı gelmiş geçmiş oyuncularının yaşında, belki arkadaşı yaşında birileriydi onlar. Büyük bir olasılıkla tanıdığı, eş dost yerine koyduğu birileri de vardı. Yerlisi vardı, yabancısı vardı belki. Belki erkeği de vardı, dişisi de. Ama utanmayan, utanmadan da o konuşmayı sonuna dek izleyenlerin olduğu kesin. İçlerinden hiç değilse birinin çıkıp “Sen de kimsin” diyemediği, en azından hiçbir şey demeden çekip gidemediği insanların olduğu açık. Oysa sessizce çekip gitmek pek çok sözden daha çok şey anlatabilirdi anlayacak olana.
Belli ki orada bulanan herkes o sözlerin kendine değil, yanındakine söylendiğini düşüncesine sığınmıştı. Kısacası “O ben değilim, bana ne” avuntusunda idi. Öyle bile olsa “Kime söylüyorsun” diye bir başkaldırıda bulunmaz mı insan... Öyle bir şey de olmamış anlaşılan. Belki, sözün üzerinde kalmasından korktu, belki de “Benden bir tane, onlardan 550 tane” diyen şişirilmiş benliğin havasından ürktü. O şişkinliği yaratan da kendileriydi üstelik. Şişirdikleri yüzlerine patlayıvermişti sonunda. Hak mı etmişlerdi ne.
Benliği aşırı biçimde şişirilmiş insanın söylediklerini bu denli sessiz dinleyenlerde benlik duygularının gelişmemiş olduğu düşünülebilir mi ki... Kişisel onurlarını yerlere dökmüş oldukları. İyi de bir de çalıştıkları gazetenin onuru vardı. Yani kurumsal olarak. Ya yaptıkları işin onuru. Yani mesleksel olarak. Bütün bunları da yerle bir etmiş olabilirler mi süt dökmüş kedi duruşlarıyla. Bildikleri tek onur, bilmem nerede oynayan bir topçu değildir umarım.
Utanmaları orada da kalmayacak, İstanbul’a da taşınacaktı. Öyle diyordu FT. Bakalım şimdi neler gelecek başınıza. Kim bilir utanılacak neler yaptınız ki iki devreye böldü adamcağız olanları. Dün dille dövüldünüz, sözcük aralarında sövüldünüz bile, yarın kim bilir neler olacak. Hiç kuşkum yok, görev aşkına koşa koşa gideceksiniz o zamanda. Futbol Federasyonu başkanına, oyuncuların “En büyük başbakan” diye bağırıp bağırmadıklarını soranların olduğu, sorana da tepki gösterilmediği bir topluluktan çok şey beklenmemeli belki de. Orada öyle oturup“Utanmıyorsunuz” diyen adamı, kuzuların sessizliği ile dinlerken utanılmaz mı gerçekten. Kendinizden, eş dosttan utanılmaz mı. Oyuncu kol çekiyor size, hocası utanmıyorsunuz diyor, sesiniz çıkmıyor. Gerçekten utanmaz mısınız.
FT konuştu, kimse sesini çıkaramadı. Ama her tür köşe öfke yazılarıyla doldu. Öyle ki öfke, spor sayfalarının dışına taştı. Ekonomi, siyaset yazanlar da verdi veriştirdi. Doğrusu, daha çok onlar yazdı. Hangi gazeteye baksam Selahattin Duman’ın deyişiyle köşe esnafı, benim taktığım adla da köşegenler öfke kustular oldukları yerde. Sanırım onlardan hiçbiri o basın toplantısında yoktu. Orada, adamın yüzüne karşı bir ses çıkmadığına göre. Korkmamaları gerekirdi, ondan bir tane kendilerinden bilmem kaç tane olduğu için. Sayısal üstünlükleri olmasına karşın yine de çekindiler belli ki. Çekindiler, ama çekinirken utanmadılar.
Ben işveren olsaydım o utanmıyorsunuz sözünün altında kalan çalışanıma, bir “utanmıyorsun” da ben der, işten atardım, kurumumun haklarını korumadığı, koruyamadığı için. Oysa, içlerinden biri kalkıp gitseydi oradan, sürü psikolojisi gereği, başkaları ardından gelirdi. Ama öyle bir kahraman çıkamamış ne yazık ki.
Yeşil alanın ortasından karşılaşmayı bilmem nerden izleyen gazetecinin gözünün içine baka baka kol çeken ve ulusal takımın kaptanlığına yükselen oyuncu gibi FT de bir kişinin gözlerine bakarak söylemediyse o sözü, utanmazın kim olduğunu açık seçik söylemesi delikanlı adına daha düzgün bir davranış olurdu. Hem de onca insanı aynı utanç içinde bırakmazdı. Onun da utanması tutmuş olabilir mi, kim olduğunu söylemeden “utanmıyorsunuz” derken.
Hey sizler!.. Utanmıyor-mu-sunuz gerçekten. Mutlu musunuz utanmamaktan?..
Üstün Yıldırım
ÖNCEKİ HABER

İran’a saldırı yakıt fiyatlarını üçe katlar

SONRAKİ HABER

Beşiktaş kondisyon çalıştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...