12 Ekim 2008 00:00

Popüler medya, ekonomik olarak ayakta kalabilmek için okur ve izleyici sayısını artırmaya bakar. Bu yüzden her yolu dener. Trend avcısı televizyoncularımız da yıllar önce kadın programlarına el atmışlardı. Ekranlarda önce bir “ifşaat” dönemi başlatıldı. Baş rolde kadınlar olmak üzere sıradan insanların hayat hikayeleri ekranları doldurdu. Sırlar ortaya döküldü. Mahrem diye bir şey bırakılmadı. Biz izleyiciler de demokratikleşme adına bu gidişata destek verdik. ( Konuşan Türkiye!) Kadın odaklı programlar peş peşe sıralanıyordu; gelin-kaynanalı gibi. Biz yine “gösteri toplumu”nun cilveleri deyip geçiyorduk.
Öte yandan kadınlar tüketim ekonomisinin hedef kitlesi haline getirilmeye çalışılıyordu. Lüks konutlar, mobilyalar, teknoloji harikası araç-gereç… Fazla kilolardan kurtulma, diyetler, otlar, envayi çeşit kozmetik -ki, silah sanayiinden sonra cirosu en yüksek sanayi- giyim, kuşam… Ekranlarda tıp doktorları, diyetisyenler, estetik cerrahlar, modacılar… Kadınlar güzel ve çekici olmaya, lüks içinde yaşamaya özendiriliyordu. Bu arada boş zamanları değerlendirmek için el işleri, yemek türü programlar ile izleyicinin kadınlık ruhuna hitap ediliyordu.
Derken bugünlere geldik. Şu sıralar televizyonda evlilik programlarında bir patlama yaşanıyor.

‘Evin, maaşın var mı?’
Denilebilir ki, iki gönül bir olunca, kim ne karışır? Ya da sevgi, aşk yaşlıların da hakkı değil mi? Ayrıca bu programlar sosyal sorumluluk projesi kapsamına girer. Olumlu yönde daha başka şeyler de söylenebilir. Ancak, başlık parası, drahoma, evlilik sözleşmesi gibi uygulamaların akla getirdiği olumsuz çağrışımları da bir yana bırakalım, eş arayanların pek azı tercihlerinde ilk sırayı sevgiye, aşka veriyor. Damat adayına öncelikle, “Evin var mı? Emekli maaşın? Gelirin?” diye soruluyor. Bu soru gelin adayına ender soruluyor. Gelin adayları arasında “çalışıyordum, işimi yeni bıraktım” diyenlerin oranı epey yüksek. Kimisi işten çıkarıldığını, kimisi iş yaşamından bıktığını, evinin kadını olmak istediğini beyan ediyor. Uçlarda dolaşanlar programlara telefon bağlantısıyla katılıyor. Çaresizlikten -aç, sokakta yatıyor- evli erkek ile birlikte olup çocuk doğuranlar… Evleneceği erkeğin yaşlı oluşuna ya da çocuklarına bakmaya razı olanlar… Sorunları ile baş başa bırakılmış kadınlar! Bu da beklenmeyen bir şey olmasa gerek.
Evde ve işte çifte sömürü yetmezmiş gibi serbest piyasa düzeni de en çok kadınları vuruyor. İşsizlik, düşük ücret, yarı zamanlı iş, haksız yere işten çıkarılma… Kadın haklarında gerileme, SSGSS yasası… Daha pek çok sorun kadınlarımızın gözünü korkutuyor. Kısacası kadının kendi yaşamını kurması zorlaşıyor. 2008 araştırma raporlarına göre, “kadının yeri evi, çocuklarının yanıdır” görüşünü destekleyen kadın sayısı katlanarak artıyor; özellikle de genç kuşakta. Eğitimli-eğitimsiz çok sayıda kadın “sözde” güvenli aile ortamına özlem duyuyor. Kimileri bile bile lades, “hem ağlarım, hem giderim” diyor, evliliği geçim kapısı olarak gördüğünü gizlemiyor. Erkek ise, ailenin geçimini sağlamaya razı ama kadının özgürlüğünü kısıtlamak istiyor. Ekranlarda buna aldırmayan, “eşim isterse örtünürüm” ya da “başımı açarım” türü ödünler vermeye hazır gelin adaylarına bile rastlıyoruz.

Kadının gözü neden evde!
Kadının gözünün evde oluşu ilk bakışta anlaşılır bir şey gibi görünüyor.
Birincisi ondan ailesi için kazanç sağlaması beklenmez. İkincisi erkeğin kamusal alanda hayat ile iletişiminin -iş, siyaset, spor, kahvehane v.s- çok yoğun oluşuna karşılık kadın, gerek özel alanda -aile- gerekse kamusal alanda denetim altında tutulur. Denetimden kaçmaya kalkışırsa başına neler geleceğini de bilir. (Şiddet bile görür.) Ancak kadının gözünün evde oluşu yeni bir şey değil, çok eskilere dayanıyor. Düşündürücü olan bugün gelinen nokta, “her şeye razıyım” tutumu. Bunda günümüzde paranın çok büyük bir güç haline getirilmesinin, adeta kutsanmasının da rolü yok mu? Bu sayede güçlünün zayıfı ezmesi meşruymuş gibi gösterilmeye çalışılmıyor mu? Televizyonda izlediğimiz ibretlik olaylardan birinde, altmışaltı yaşındaki bir adamın borç karşılığında borçluya on altı yaşındaki kızı ile evlenmeyi teklif etmesini başka türlü nasıl açıklarız? Burada akla bir başka soru daha geliyor: Baskı, toplumun hem ezilen hem de ezen kesimlerinin zihninde meşrulaşırsa toplumsal değişim, dönüşüm nasıl gerçekleşir? İşe baskıyı görünür kılmak ile başlamak gerekir, diyebiliriz. Ancak küresel iklim giderek her şeyi zorlaştırıyor.

Bir örnek; Sarah Palin
Bugüne kadar, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde kadınların, işi bırakıp “fıtratlarına uygun” yaşam tarzlarına dönmeleri istenir, denirdi. Tarihten örnekler gösterilirdi. Nitekim bunun son örneği ABD’de yaşanıyor: Cumhuriyetçiler, başkan adayı McCain’e, başkan yardımcısı adayı olarak kürtaj karşıtı, beş çocuk annesi Sarah Palin’i boşuna seçmediler. Amaç seçimlerde, kadın seçmenden oy toplamaktı. Ancak işin düşündürücü yanı, gönlünde ev kadınlığı yatan Amerikalı kadın seçmen sayısının seçim sonuçlarını etkileyecek düzeye ulaşmış olması.
Demek ki küresel medya iktidarların değirmenine su taşımayı hiç savsaklamıyor! Öte yandan tüm dünyayı etkisi altına alıyor. Trend, evlilik kurumunun güçlendirilmesi ise gelsin televizyonda evlilik programları! Reytingler de iyi nasıl olsa!
Halkın neyi görüp duyacağına, okuyacağına karar veren gazete ve televizyon şirketleri karlarına bakarken bizler gerçeklerden uzak kalıyoruz.
Bilgi kirliliği, kavram karmaşası… Bir yandan da toplumumuzdaki lümpenleşme eğilimi… Kültür standardımızın giderek düşüşü… Çare? Çareyi ancak topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmeyi ve bağımsız kalmayı şiar edinmiş, gerçek sorunların tartışıldığı gazete, dergi, televizyon kanalı, internet gibi kaynaklarda bulabiliriz, kanımca.
Varsayalım ki, ABD’deki “finansal tsunami”den biz de payımıza düşeni aldık. Uzmanlar, sistemin varlığını sürdürmesi için işsizlik ve yoksulluğun daha da artacağını belirtiyorlar. Bu koşullarda bir geçim kapısı olarak evliliğin kadınları koruması daha da zorlaşmayacak mı? Gemisini kurtaramayanlar ne olacak? İşler sarpa sarınca enerjimizi türbelerde ya da falcılarda, astrolojide tüketip duruyoruz. Onun yerine gerçekliğin tek yüzü olmadığını kavramaya çabalasak?
Kadının tarihten gelen ezilmişliğini anımsayalım: Geçmişte kadınların yaşamlarına getirilen kısıtlamalar, çağdaş toplumda, yaşam koşullarının da değişmesiyle giderek azalıyor. Ancak kadınlar, erkek egemen toplumun dayattığı kadınlık rolünden kurtulmadıkça, kadın- erkek arasındaki ayrım, azalsa da ortadan kalkmayacakmış gibi görünüyor. Kadınların yaşamın sürdürülmesindeki gücü, katkısı, önemi göz önüne alındığında gerçek kendini ortaya koyar: Kadın sorunları, sistemin ekonomik, siyasal, temel sorunları içindedir. Olup bitene seyirci kalmaktan kurtulmak istiyorsak öncelikle, kadın dayanışmasını azaltan, gemisini kurtaran kaptan anlayışından kurtulmamız gerekir. Moda deyimle, hepimiz aynı gemideyiz ve şu sıralar kadın dayanışmasına her zamankinden daha çok gereksinimimiz var!
Tülin Tankut

Evrensel'i Takip Et