7 Kasım 2008 00:00

Hep ağız dolusu gülüşleriyle, dostça, sıcacık bakışlarıyla, bir de ağzından hiç düşürmediği sigarasıyla çektirdiği fotoğraflarıyla tanıdık İlhan Erdost’u. Küçücük kızına çiçeği uzatırken yaşadığı mutluluğun yansıdığı fotoğraflar...
İlhan Erdost’un 12 Eylül faşist cuntası döneminde, “yukarıdan gelen emir” ile Mamak Cezaevi’nde gözaltında dövülerek öldürülüşünün 28’inci yılı. 28 yıl geçmiş aradan ama gözaltında, cezaevlerinde, işkencede, sokak ortasında ölümler bugün de sürüyor, sanki 12 Eylül dönemi gibi...
İlhan Erdost’u, katlinin 28. yılında kızları Türküler ve Alaz’dan, birlikte türküler söylemekten, birlikte olmaktan sonsuz mutluluk duyduğu sevgili eşi Gül Erdost’tan, öldürüm haberinin ilk verildiği avukatı, ağabeyi Halit Çelenk’ten ve yan yana dövüldüğü, kardeşinin acısıyla vücudunun acısını hissetmeyen, kardeşinin adını da alan Muzaffet İlhan Erdost’tan dinledik bir kez de.
‘Babamız hep 36 yaşında, hep kalın kara bıyıklı’
Babası öldürüldüğünde henüz 2.5 yaşında olan Türküler, babasına dair bazı şeyleri hatırladığını söylüyor ama kendisine anlatılanlardan mı, gerçekten hatırladığından mı bilmiyor. Diğer çocuklardan farklarının, babalarıyla ilgili anılarının kendilerine anlatılardan oluştuğunu belirtiyor Türküler ve “Babamı çok net anımsamıyorum. Anlatılanları gerçekten yaşamış gibi hissediyorum” diyor. Babalarına benzetilmek, “gözlerin, kaşların aynı baban” denilmesi de iki kardeşi çok mutlu ediyor.
Bazen “baba sevgisi nedir biliyor musun” diye sorulduğunu belirten Türküler’in yanıtı; “sanırım amcama karşı hissettiklerim” oluyor. O döneme tanıklık eden, babalarını tanıyanların yanı sıra kendi yaşlarındaki gençlerin de babalarını tanımaları, onu konuşmalarının mutluluklarını artırdığını kaydeden Türküler, “Yaşıtlarımın tanıdığını görmekten mutlu oluyorum” diyor. Ekliyor Türküler: “Hıncımız hiçbir zaman insanlara karşı olmadı, ailemiz de bunu aşıladı. Biz babamı öldüren düşünceye hınçlıyız, onu öldüren insanlara değil.” Türküler sözlerini, “Bizim babamız diğer çocuklardan farklı olarak hep 36 yaşında, hep kalın kara bıyıklı” diye bitiriyor.
‘Çok şanslıyız ki İlhan Erdost’un kızlarıyız’
Alaz ise babası elinden alındığında henüz 6 aylık. Bu nedenle babasıyla bir fotoğrafı bile yok ve bunu, “ben ablamı kıskanıyorum. Çünkü ablamın babamla bir sürü fotoğrafı var. Benim hiç fotoğrafım yok, babamla ilgili tek üzüntüm bu” diye anlatıyor.
Alaz, kendilerini “çok şanslı” olarak nitelendiriyor ve “Çok şanslıyız, İlhan Erdost’un kızlarıyız” diyor.
Yeni tanıştıkları insanlara, ‘İlhan Erdost’un kızı’ olduğunu söylediğinde bundan duyduğu gururu kelimelerle anlatamıyor Alaz: “babamın kızı olmak çok zor. Babam gibi erdemli, olgun, çok cesur, iyi, düşünceli insan. Hep böyle anlatılıyor. Onun kızı olmak, onun gibi yaşamak çok zor, büyük bir sorumluluk.”
En sevdikleri türkü ‘engin ol gönül’
Çok sevdiği, hayatını birlikte paylaştığı, çocuklarının babası, birlikte türkü söylemekten mutluluk duyduğu eşinin ölüm haberini nasıl aldığını anlatıyor Gül Erdost ve Halit Çelenk’in “hasta” sözleri üzerine bir yandan “kan lazım olur” diye sağı solu ararken, ortamdan, hal ve hareketlerden anlıyor anormal bir şey olduğunu. Bir okur gibi Uğur Mumcu’yu arıyor ve “İlhan’ı kaybettik” haberini alınca yıkılıyor; günlerce, aylarca ilaçlarla uyutularak sakinleştirilmeye çalışılıyor.
Türkü tutkuları sayesinde ilk olarak nasıl tanıştıklarından, evlenmelerinden, eşinin eve, kızlarına, kendisine bağlığından söz ediyor ve sözü türküye getiriyor. Seslerinin güzel olduğunu ve sık sık birlikte türküler söylediklerini anlatıyor Gül Erdost. En sevdikleri “Engin ol gönül”ü bizim için bir kez daha söylüyor. (Ankara/EVRENSEL)

‘Kanlı paltosunu verdiler’
İlhan Erdost’un avukatı, yakın dostları Halit Çelenk, ölüm haberinin ilk verildiği kişi. Mamak’tan bir emir subayının telefondaki, “Burada İlhan Erdost adında biri öldü, avukatının siz olduğunu öğrendik, gelin elbiselerini alın” sözleriyle korkunç haberi alırken sarsılıyor Halit Çelenk: “O genç, güzel, yakışıklı, can insanın ölüm haberini almak...”
Çelenk, kendisine verilen elbiselerin, “Şu İlhan Erdost diye biri öldü” denilerek, elbiselerinin getirilişini, getirilenin bütün düğmeleri kopmuş, her tarafı kan içinde bir pardesü ve “tek bir ayakkabı bulabildik” denilerek, pardesünün üzerine konulan tek ayakkabıdan ibaret olduğunu söylüyor. “Sisli, kül rengi bir hava Hüseyin Gazi Dağı’nın etekleri” sözleriyle ortamı da anlatan Çelenk, kardeşi gözlerinin önünde öldürülen Muzaffer Erdost’u gördüğünde, “yarı insan yarı ağaca” benzetiyor. Erdost’un, “Halit Abi yarın cenazede olmak istiyorum, beni buradan çıkartın” sözlerini aktarırken, o koskoca çınar adeta 28 yıl öncesini yaşarcasına gözyaşlarını tutamıyor.

‘Derin uygulama yapılsın’
Kendi yayınları, Engels’in “Doğanın Diyalektiği” adlı kitap hakkında “kısıtlama” kararı olduğu gerekçesiyle gözaltına alındığını, ancak kısıtlama kararının bu kitaba ilişkin olmadığını da hatırlatan Muzaffer Erdost, yayınlarından dolayı sık sık gittikleri emniyette komiser muavininin haklarında sıkıyönetimden gelen talimat kağıdını gösterdiğine ve talimat yazısına, “hiçbir delil bulunamadığı takdirde derin uygulama yapılsın” diye el yazısı ile ekleme yapıldığına ve bunun ‘ağır işkence’ demek olduğuna dikkat çekiyor.
Aynı gerekçe ile İlhan’ın da gözaltına alınıp yanına getirilişini, sıradan bir “yasak yayın” bulundurma işleminden dolayı üç gün tutulduklarını, 7 Kasım’da Mamak Cezaevi’ne götürülüşlerini, özel olarak istenen ‘büyük araba’ reo marka araca bindirilişlerini, astsubay Şükrü Bağ’ın, özel görevli erlere, “Bunlar birer yılan, analarını ağlatmazsanız, ben sizin analarınızı ağlatırım” diye özel talimatını, önce aracın içinde, sonra astsubayın bir sigara içimi dışarıda, daha sonra Mamak’ta koğuşa götürülürken hunharca dövülüşlerini anlatıyor Erdost. Yaşadıklarını, “Korkunç şekilde tutsak alınmış, dayak yiyorsunuz” diye anlatıyor. Artık ayakta duramayacak haldeki kardeşinin astsubaya “komutan, küçük kızımı uyandırmaya kıyamadım, beni dövdürmeyin” sözlerine karşılık astsubayın, “ben de sizin yüzünüzden Kırıkkale’de ateşli hasta kızımı bırakıp geldim” sözleri ve el işareti ile yeniden başlayan dayak faslını da aktaran Erdost, kütük gibi şişmiş ellerini yana yatıramayınca astsubayın “bir patlatılmadık hayalarınız kaldı, şimdi onu da patlatırlar” sözüyle dayağın yeniden başladığını söylüyor.
Bu ölüm sonucu açılan ve 7 yıl süren dava sonucu, astsubay Şükrü Bağ’ın özel olarak korunup, sadece “görevi ihmal”den üç altı ay ceza alıp, orduda görevini sürdürmesinin sağlandığını anlatan Erdost, Çavuş Ahmet Şeker, er Mehmet Gündoğan ve er İbrahim Keskim’in 10’ar yıl, 8’er ay, görevli olmadığı halde araca özel olarak alınan er Kısmet Çağlar’ın ise 8 yıl hapis cezası ile cezalandırıldığı dava sonucuna dikkat çekiyor. Yere yığılan kardeşine, “İlhan İlhan” diye seslenen Erdost, Kitabevi’nin adını “İlhanilhan” diye değiştirirken, adını da değiştirerek “Muzaffer İlhan Erdost” yapıyor.
Sultan Özer

Evrensel'i Takip Et