18 Ocak 2009 00:00
nâzımın şiirlerinde
umut ve direnç
GÜNÜN YAZILARI
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün
Anadoluda bir köy mezarlığına gömün beni.
Nâzımın bu günlerde sık sık gündeme gelen bu şiiri, Vasiyet, onun tükenmez umudunun ve direncinin bir simgesidir. Öldükten sonra memleketinin toprağında dinlenmeyi ister elbet herkes gibi. Ama bu memleketin niteliği önemlidir. İki yanında yıkılması gereken bir düzenin şehitleri uzanmaktadır. Bir yanında sağlık güvencesiz bir ülkenin genç anası, öbür yanda baş kaldırdığı için öldürtülmüş bir toprak işçisi. Ama o, onların arasına yatırıldığında artık topraklar orta malıdır. Ne kuraklıktan ne de jandarmadan korkulmaktadır. Bu, oradaki üç insanın da hasretidir. Bütün yoksulların ve yoksullardan yana yazarların, şairlerin hasreti... Nâzım Ustanın savaşım nedeni. Bu hasretin dineceğine; insanlarının sömürülmediği, özgür olduğu günlerde toprağına kavuşacağına inanmak... Ne büyük umuttur. Ve bu umutla gurbette yaşamak ne büyük direnç...
Nâzımı çınar gölgelerine çağıranlar, bu hasreti dindirdiklerine inanıyorlar mı? Bizim yüzümüze değil, aynada kendi yüzlerine bakarak gözlerini gözlerinden kaçırmadan söyleyebilmeyi denesinler.
Nâzım, direncin şairidir; umut etmek gibi ağır bir iş, direnmeden gerçekleştirilmez. Usta, emekçilerin özgür günlere ulaşacağına inanır. Çünkü onların elleridir, yıkan da yaratan da. Bütün dünyadaki emekçilerin elleri birbirine benzer:
Bütün taşlar gibi vekarlı
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
ve aç çocukların dargın yüzlerine benzer.
Ayrıca bu eller:
Arılar gibi hünerli, hafif,
sütlü memeler gibi yüklü,
tabiat gibi cesurdur;
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerin altında gizler.
İşte bu yüzden Nâzımın bu büyük umudu, onun yaşadığı olumsuz gerçekleri yener. Dünyadaki insanların sürüleşmesine içi yana yana karşı çıkan odur:
Bir değil, beş değil,
yüz milyonlarcasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
Ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani...
Geleceğini görmeyi bilmez görünen bu kalabalıktan da umutsuz değildir Nâzım Hikmet, Bu güvençle Türkiye İşçi Sınıfına Selam adlı şiirinde emekçilere seslenir:
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri... Emekçilere duyduğu güven, emeğin zaferine olan sonsuz umudu, dünyanın geleceğine olan umudunu destekler; insanlar yıldızlara ulaşacaktır. Ama bu ulaşım yeni sömürgeler bulmaya giden bir fatih biçiminde olmayacaktır, uzayda ilk canlıyla karşılaşan, onu şöyle selamlayacaktır:
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına
mutlu emeklerle mutlu dinlenmeler adına.
Nâzımın umudunun yaşama bağlılıktan, dirençten, iyimserlikten ve gelecek güzel günlere inanmaktan doğduğunu söyleyebiliriz. Bu umudu her zaman koruyuşunu şöyle dile getirir:
(...)
Sevgilim,
bu ayak sesleri bu katliamda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman
(...)
Evler, yurtlar dünyalar ve kozmosun kardeşliğine inanan Nâzım Hikmet, bu kardeşliğin yaşanabilmesine kolay ulaşılamayacağını da bilir. Umut, umut, umut, umut insandadır ama... Umut eden insanı rahat bırakmayacaklardır elbet. Ama insan bu koşulda da direnmek zorundadır:
Dünyadan memleketinden insandan
umudun kesik değil diye
ipe çekilmeyip de
atılırsan içeriye
yatarsan on yıl on beş yıl
daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
bir bayrak gibi keşke
demeyeceksin
yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık
boynunun borcudur fakat
düşmana inat
bir gün fazla yaşamak...
Bu direnç dünyadan kopmamakla yaşanacaktır. Tutuklu içerde bir tarafıyla yapayalnız kalabilir, tıpkı kuyunun dibindeki taş gibi. Ama öbür yanıyla dışarıdaki dünyanın kalabalığına, orada olup bitenlere öyle karışmak zorundadır ki kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa ürperecektir. Nâzım Hikmet, deneylerine dayanarak, ona zararlı olacak şeyleri sayıp döker. Sesi kimi zaman alaycı bir ton kazanır: Hapisteki adam kendini hastalığa ve umutsuzluğa düşürecek şeylerden korunmak zorundadır: Bitten ve bahar akşamlarından. Unutmamalı, ekmeğini son lokmasına kadar yemeli ve ağız dolusu gülmelidir. Ve durmadan okuyup yazmak, bu arada olanak yaratıp bedenen çalışmak. Kısacası hapis de korkulacak bir şey değildir:
Yani içerde on yıl on beş yıl
daha da fazlası hattâ
geçirilmez değil geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir.
Nâzım Hikmetin şiirindeki umut ögesinin hep emekçilerle, direncin emekçi eylemleriyle dile gelmesi elbette bir rastlantı değildir. Onun dünya görüşünün bir parçasıdır. Bu direnci Şükran Kurdakul, Nâzım, Dünya ve Biz adlı ortak çalışmamızda onun sözcükleriyle, Mehmet Ali Cimcoza yazdığı mektuptan bir alıntıyla da örnekler:
Hayat güzeldir, ümitlidir
ve hapishanede de olsa, anginle de olsa
aşk ve şevkle, bütün insanlıkla birlikte
yaşanmalıdır.
Burada sorulacak tek soru var; dünyayı ve emekçileri bunca seven bir şair, anadilinin en güzel aşk şiirlerini yazmış bir şair, yurdunu hapishanelerinde yatmayı bile unutmadan sevdiğini söyleyen bir şair, nasıl yurttaşlığını yitirir? Onu yurtsever görünerek yurttaşlıktan atmak, sonra özgürlükçü görünmek için yurttaşlığa geri almak kimin, hangi iktidarın haddine düşmüştür?
Önemli bir nokta daha var; Nâzım Hikmet hâlâ günümüz iktidarlarının vatan hainliği saydıkları eylemleri, inanışları destekleyen şiirlerin şairi olarak anılmaktadır. Emperyalizme karşıdır, tam bağımsızlıktan yanadır. Yurdunun onurunun çiğnenmesine karşıdır, sosyalizmden yanadır. Bir ülkenin geleceğinin işçi sınıfınca tayin edileceğini söylemektedir. Ulusunun uygarlık ve insanlık tarihine katkılarına karşı çıkmaktadır. Üstelik savaş uçaklarına ayrılan parayla kaç kişinin doyabileceği, kaç hastanenin, kitaplığın, okulun yapılabileceği benzeri hesaplar yapmaktadır. Bu tür eylemler için örtülü açık pek çok yasal, yasala benzer, yasala benzemez yollar, maddeler kullanan güçlerin, Nâzım Hikmetten içten bir biçimde hoşlanması, onun ideolojisiyle barışması mümkün müdür? Ya da onun ideolojisiyle barışmadan, onu, ideolojisinden ayırarak kabullenmek olabilir mi?
Ve bugün soruşturma açılan kimi özürleri şiiriyle yapmaktadır. Ve yalnız Ermenilerden değil Türklerden de özür dilemektedir Akşam Gezintisinde:
...
bakkal karabetin ışıkları yanmış
affetmedi bu ermeni vatandaş
kürt dağlarında babasının kesilmesini
fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
bu karayı sürenleri Türk halkının alnına.
Nâzım Hikmet hâlâ ve her zaman bir kışkırtıcıdır. Umudu, özgürlük isteğini kışkırtmakta; tüm ulusların emekçilerini büyük hasretlerine kavuşmak için harekete çağırmaktadır. Özleminin gerçek sonucu tüm dünyanın emekçi halklarının, yani büyük insanlığın ekmeğe, pirince, şekere, kumaşa, kitaba doyduğu günlerdir. Bir ırmak gibi, bir orman gibi tek bir ulus olduğu günler.
Ayrıca günümüzden elli yıl önce; Aya gidilecek
daha da ötelere
teleskopların bile görmediği yere
Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
kalmayacak
korkmayacak kimse kimseden
emretmeyecek kimse kimseye yermeyecek kimse kimseyi
umudunu çalmayacak kimse kimsenin
diye sorabilendir Nâzım Hikmet. Yanıtı unutmamamız gereken bir gerçeği vurgular; onun kimliğini:
İşte ben komünistim bu soruya karşılık verdiğim için.
Sennur Sezer
Evrensel'i Takip Et