24 Ocak 2009 00:00

Obama ABD’de hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun her sınıftan insana artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını vaat ederek iktidara geldi. ABD’nin Bush döneminden beri dünya yüzünde iyice gerileyen itibarını geri kazandıracağını; etnik ve kültürel hiyerarşinin ezici ağırlığını, nüfusu ulus çatısı altında birleştirerek çözeceğini; küreselleşme politikaları yüzünden iyice yoksullaşmış alt sınıflara sosyal haklar vereceğini söyleyerek kazandı seçim zaferini. Obama’nın kölelik çağına uzanan kökleri, etnik melezliği, müslüman-hristiyan ve yahudi karışımı geçmişi ve köle soyundan gelen birinin Amerikan rüyasını kanıtlayışı olarak görülen yükselişi yüzünden ABD’de de diğer ülkelerde de iyimser beklentileri çoğalttı bu zafer.
Dünyanın, çözülmesini istediği ve şimdi bu iradenin Obama tarafından gerçekleştirilebileceğini umduğu üç temel sorun var; birincisi Ortadoğu, ikincisi dünya krizi, üçüncüsü de giderek artan yoksullaşma. Obama’nın beklenen sihirli değnek olup olamayacağı bu sorunlara nasıl yaklaşacağına bağlı; ancak seçim dönemi ve seçildikten sonraki konuşmalarına bakılacak olursa Obama sadece derisinin rengi itibariyle bir yenilik olacak. Bunun dışında bir yenilenmeye girmeyeceği ABD’nin geleneksel devlet politikalarından sapmaya niyetli olmadığı görülüyor. Neoconların iktidarı döneminde öyle çok yalanlar dinlendi, öyle çok hoyratlıklarla karşılaşıldı, ABD ve dünyanın diğer halkları o kadar çok aşağılandı ki bütün beklentilerin Obama’ya yöneltilmesi anlaşılır geliyor. Denebilir ki Obama kendi söylediklerinden daha çok, kendisiyle ilgili o iyimser söylemden sorumlu olsun isteniyor. Çünkü Obama hakkında iyimser düşler kuran herkes kendi geleceğinden ne bekliyorsa Obama döneminde onu bulmak istiyor. Peki böyle bir beklenti yerinde mi? Forum yazarları bu soruyu yanıtlamaya çalışıyor.
İyi hafta sonları

İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi


Turgut Kerem Tuncel


Barack Hussein Obama, Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçim sürecinin başlamasıyla dünya kamuoyunun dikkatini üzerine çeken bir isim haline geldi. İlk aşamada Hillary Clinton’ı geride bırakarak Demokratların başkan adayı olan Obama, bundan sonra Cumhuriyetçilerin adayı John McCain karşısında da başarılı olarak, 4 Kasım 2008’daki seçimi kazanmış ve ABD’nin 44. Başkanı oldu.
Dikkatlerin Obama’nın üzerine toplanmasında siyahî bir melez olması önemli bir rol oynadığı iddia edilebilir. Bazıları, Obama’nın siyahî olmasına atıfla, onu ABD’deki ezilen ve dışlanan kesimlerin temsilcisi olarak değerlendirirken, diğerleri sınıfsal kökeni ve Amerikan elitinin okulları olarak görülen Columbia ve özellikle Harvard üniversitelerinden lisans ve yüksek lisans dereceleri almış olduğuna vurgu yaparak Obama’nın siyahî bir “beyaz Amerikalı” olduğunu ileri sürmüşlerdir. Obama’nın doğuştan gelen ve kendi seçimi olmayan ancak hakkındaki tartışmaların odağında olan konulardan bir tanesi de babasının Kenya’lı bir Müslüman olmasıdır. Obama’nın, United Church of Christ (İsa’nın Birleşik Kilisesi) cemaati üyesi olduğunu görmezden gelerek, “Müslüman” olması üzerinden siyasal görüş ortaya koyanların bir kısmı, ABD’nin yeni ve güçlü başkan adayının bir müslüman halklara daha sempatiyle yaklaşacağı öngörüsüyle adaylığından memnuniyet duyarlarken, ötekiler aynı noktadan hareketle karşı kampanya yürütmüşlerdir.
Kanımca, Obama’nın ne derisinin rengi, ne babasının ve/veya kendisinin etnik ve dini kimliği üzerinden anlamlı siyasal öngörülerde bulunmak mümkün değil. Yapılması gereken şey, Obama’nın siyasal söylem ve tavırları üzerinden bir okuma yapmaktır. Ne var ki, bu da gerekli ancak eksik bir analiz olacaktır. Obama’nın siyasal söylem ve tavırlarının yanında, ABD’nin siyasal ve sosyal dengeleri, uzun vadeli dış politika strateji ve hedefleri, devletler-arası sistem ve bunları biçimlendiren dünya kapitalist sisteminin içinde bulunduğu durum ve değişim süreçleri birbirleriyle bağlantılı bir şekilde incelenmelidir.
Obama’nın seçim sürecindeki söylemlerine baktığımızda iki şey dikkat çekmektedir. İlk olarak, ekonomi, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, vergi politikaları gibi konularda, rakibi McCain’in katı neo-liberal ve büyük sermaye sahibi zengin kesimleri kollayan önerilerine karşı, alt ve orta sınıfların içinde bulunduğu zor koşullara vurgu yaparak bunlara yönelik politikaları hayat geçirme vaadinde bulunmuştur. Obama’nın, önümüzdeki süreçte bu vaatlerinde ne kadar samimi ve bunları gerçekleştirmede ne kadar başarılı olacağını hep birlikte göreceğiz. Yine de, Obama’nın seçim propagandasında bu tür vaatlerde bulunmasını çok iyi okumak gerekmektedir. Obama’nın söylemi, esas olarak neo-liberal kapitalist düzenin içine düştüğü açmazın bir sonuç ve kanıtıdır. Artık, ABD gibi dünya kapitalist sisteminin en önemli ve güçlü aktörü olan bir ülkede dahi çarkların döndürülmesi zorlaşmıştır. Anlaşılan odur ki, Amerikan toplumunda hâlihazırda yürütülen ekonomik ve sosyal politikalara karşı bir tepki gelişmektedir. Yani, sistem kendisini yeniden üretmekte çok ciddi zorluklar çekmektedir. Bunlardan yola çıkarak, önümüzdeki süreçte farklı bir kapitalizmle yüzleşilme ihtimalinin yüksek olduğu söylenebilir. Kısacası, çanların neo-liberalizm için çalıyor olma ihtimalini ciddiyetle düşünmemiz gerekmektedir. Ne var ki, şu da unutulmamalıdır ki kapitalizm sanıldığından daha yüksek bir adaptasyon kabiliyetine sahiptir. Farklı çehrelerle de olsa kendini devam ettirmek konusunda direngendir.
Dış politika konularında, Obama, her ne kadar, sorunların çözümünde diplomatik yollara ağırlık vereceğini söylemiş olsa da “terörle savaş” ve güvenlik konularında yeni açılımlar sağlayacak politikalar önermemiştir. Dahası, McCain’i güvenlik konularını savsaklamakla itham etmiştir. Irak ve Afganistan konularında bize eski politikaların sürdürüleceğini düşündürten demeçleri olmuştur. Bu nedenle, Obama’dan dış politika konularında çok fazla şey beklemek için pek de aceleci ve hevesli olmamak gerekir.
Amerikan seçimleri üzerine düşünürken bir şeyin gözden kaçırılması hatalara yol açacaktır. O da şudur: siyasal aktörler elbette önemlidir. Ancak, onlar da belli yapıların içinde, bu yapıların izin verdiği ölçüde bir hareket alanına sahiptirler. Bu kuşkusuz Obama için de geçerlidir. Son tahlilde, hem Amerikan halkının hem de diğer hakların önümüzdeki günlerde nelerle karşılaşacağını, iç ve dış dengeleri, devletler-arası siyaseti belirleyecek olan şey Dünya kapitalist sisteminin ta kendisidir. 1970lerin ortalarından itibaren hâkim olmaya başlayan neo-liberalizm ciddi bir kriz içindedir. Olasılıkla, kendini bu haliyle devam ettiremeyecek ve daha müdahaleci devlet aygıtlarının ortaya çıkacağı bir başka Kapitalist düzene evrilecektir. Bu sürecin dinamiklerini anlamak ise daha yerinde siyasal analiz ve stratejilerin üretilebilmesi için elzemdir.

ABD’DE “CİLALI İMAJ DEVRİ(Mİ)”

Sibel Özbudun

“Anlamadan dinlerken
sağırlara benziyorlar.
Ata sözü onlara söylenmiş;
buradalar ama yoklar.”[1]

“Demokrasinin faziletleri” diye haykırıyordu 21 Ocak 2009 tarihli Radikal’in manşeti; ve açıklıyordu: “350 yıllık ırkçılığa rağmen Beyaz Saray’a bir siyah oturdu.”
Radikal gazetesi yalnız değil, ABD Başkanlık yarışında Obama’nın finale kaldığı belli olalı beri, yaklaşık tüm Türkiye medyası, yetmedi neredeyse tüm dünya medyası soluğunu tutmuş, yaklaşan “mucize”yi bekliyordu. Başkanlık yarışını kazanması ise, ölçüsüz-hesapsız bir iyimserliğin zincirinden boşanmasına yol açtı. Biraz hatırlayalım mı?
Illinois Üniversitesi konuk araştırmacısı İhsan Çetin: “Amerika’nın ve dünyanın değişen rengi…”
Yasemin Çongar: “ABD’de zihniyet devrimi...”
Birgün Gazetesi: “Amerika’da devrimin rengi siyah…”
Nilgün Cerrahoğlu: “Obama dünyaya, şu sırada en çok ihtiyaç duyulan şeyi; ‘umudu’ vaat ediyor…”
TÜSİAD Temsilcisi Bahadır Kaleağası: “Obama ile ABD’ye değişim geldi; Dünya’ya da...”
Ece Temelkuran: “(…) Obama, kendisinin de mükemmelen ifade ettiği üzere, ‘Evet, yapabiliriz!’ duygusudur. Ve sırf bu yüzden Amerikan hegemonyasına karşı yazmadığını bırakmayan, ABD dış politikasına karşı eylemler örgütleyen bir kardeşiniz olarak diyorum ki Obama, Obama’dan fazlasıdır!
O, Kuntakinte’nin zaferidir. O Kenya-spor’un dünyaya gol atmasıdır. Azgelişmiş ülkelerin içli çocukları olarak tuttuğumuz zayıf takımların galip gelmesidir.
Kapıcı çocuklarının üniversiteyi bitirip doktor olmasıdır. Obama, zengin kızın fakir oğlanı sevmesidir…
(…) Bu siyah kardeşimiz öyle ya da böyle dünyanın vicdanını gıdıklamıştır. Dünyanın bu tarafından ‘Thanks man!’ diyoruz kendisine. Sağ olasın Obama!”
Cengiz Çandar: “Obama yeni Amerika’nın doğuşu…”
Oral Çalışlar: “Barack Obama, ABD’nin yeniden dünyayla uyumlu hâle gelmesinin, kendi ülkesinin gerçekliğiyle yüzleşmesinin temsilcisiydi…”
Meral Tamer: “Çevre için son şansımız Obama…”
Oysa salt medyayı kaplayan (üstelik yalnızca bizimkisini değil) bu “coşku seli” bile kendi başına, insanın aklına Obama konusunda kuşkular düşmesine yol açıyor. Yo, “bütün kalemler bir konspirasyon için seferber oldular” demek istemiyorum; ama öyle anlaşılıyor ki çok etkili güç odakları (yani Kuzey’in güçlü finans çevreleri), Obama’yı pazarlamayı kararlaştırmışlar ve büyük bölümü ABD’de üstlenen “kamuoyu oluşturucuları” bu iş için harekete geçmiş.
Bir başka deyişle, o “kırık sesli”, hüzünlü yüzlü, hepimize “işte içimizden biri” dedirtecek kadar sade yarı-siyahî’nin son derece usta bir “halkla ilişkiler kampanyası”nın mükemmelce tasarlanmış ve tam zamanında piyasaya sürülmüş bir ürünü olduğunu düşünüyorum. Bush karabasanının ardından, bir yandan kapitalizm tarihinin üçüncü büyük bunalımı, bir yandan da Neo-Conların elinde sürüklendiği Irak/Afganistan bataklığında debelenen ABD toplumu için bir anti-depresan… ABD’nin lime lime olmuş imajını dışarıya karşı düzeltecek sihirli değnek…
İşin trajik yanı, oy vermek için gün doğmadan kuyruğa giren, zaferinin açıklandığı gün sabaha kadar sokaklarda dans eden, yemin törenini izlemek için binlerce kilometre kat eden sıradan ABD’li için Obama’nın gerçek -ve nafileliğe mahkûm- bir değişim istemine denk düşmesi.
Bu muazzam değişim istemine karşılık vermek için Obama Bush döneminde çığırından çıkmış bazı aşırılıklara karşı kimi düzeltimlere gidecek kuşkusuz: Kapanması daha Bush yönetimi döneminde gündeme gelmiş[2] Guantanamo üssünün kapatılması; Küba üzerindeki baskıların -ambargo kaldırılmasa da: bu konuda Florida’daki Küba kökenlilere net taahhüdü var Obama’nın- hafifletilmesi, işkence iddialarının biraz daha ciddiye alınması...
Ama-vurulmadan, bir skandala kurban gitmeden, bilgisayar sayımının azizliğine uğramadan- salt seçilebilmiş olması bile Obama’nın, -kendi iradesinden bağımsız olarak- ABD’nin XXI. yüzyılda dünyayı dönüştürmeye kararlı olduğu bu cehenneme yönelik, esasa müteallik bir şey yap(a)mayacağının göstergesidir. Hele ki ABD stratejisinin tümüyle üzerine yerleştiği iki alanda: Ekonomi ve Orta Doğu…
Dünyanın büyük bölümünü teslim alan öforiye karşın iki kesimin Barack Obama’nın başkanlığından somut ve köklü bir değişiklik beklememesi de bu öngörüyü doğrular mahiyettedir. Bu kesimlerden ilki, ABD’nin muhafazakar çevreler, Obama’nın seçim kampanyasına milyonlarca dolar akıtan sermaye kesimleri[3] ve yönetici elit: Örneğin ABD’de iş çevrelerinin temsilcisi Wall Street Journal’in 2 Temmuz 2008 tarihli yorumu, “3. Bush Dönemi” olarak tanımladığı “yeni dönem”de, Obama’nın “hızla önceki tutumlarını terk ederek merkeze doğru koştuğunu” (keyifle) saptıyor ve soruyor: “Bir Demokrat’ın, Bush’un bu kadar çok karalanan gündemini rehabilite etmeye başlayacağını kim düşünebilirdi?” ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ross Wilson ise, kendinden emin, güvence veriyor: “Başkan değişir politika kalır”. “Siyah Şahin” Condoleezza Rice da öyle: “Ama size bir şey söyleyeyim. En sonunda, kim ABD Başkanı seçilirse seçilsin ABD’yi temsil eder; siyah bir başkan veya kadın bir başkan, siyah bir dışişleri bakanı veya kadın bir dışişleri bakanı olarak değil, sadece ABD Başkanı olarak.”
Obama’dan “köklü değişiklik” beklemeyen ikinci grup ise, Orta Doğulular. Onlar, “Yönetim değişikliğinin, başta Ortadoğu’da olmak üzere temel çıkarlarımızı değiştirmediği konusunda sizi temin ederim” sözlerini Bahreyn’de bizzat Robert Gates’in ağzından duydular. Başkanlık yarışına henüz soyunmuşken, “İran’ın nükleer silah sahibi olmasına hoşgörü göstermeyeceğini”, “İsrail ile stratejik ittifaktan taviz verilmeyeceğini” ilan eden bir başkandan bir şey beklemenin abes olduğunu, demokrat ya da cumhuriyetçi… ABD başkanları konusunda engin deneyim birikimlerinden biliyorlar…
Ekonomik yapı ve Orta Doğu… ABD’nin XXI. yüzyıl stratejisini belirleyen bu iki temel alanda aslî bir değişiklik gerçekleşmeyecekse, başkanının teninin siyah, gözlerinin mahzun, annesinin hippy, dedesinin Kunta Kinte olması neyi değiştirir ki?

21 Ocak 2009 20:23:35, Ankara.

N O T L A R
[1] Herakleitos.
[2] “ABD Savunma Bakanı Robert Gates, insan hakları örgütlerinin eleştirilerine hedef olan Guantanamo kampını kapatmak istediklerini, ancak bazı merkezi yasal ve fiili sorunlar nedeniyle kapatamadıklarını söyledi. Gates, ABD Senatosu’nda düzenlenen oturumda, cezaevinin kapatılmasıyla ilgili soruya, ‘Doğruyu söylemek gerekirse Guantanamo’da sıkışıp kaldık. Ciddi bir sorunla karşı karşıyayız’ diye konuştu.” (“Guantanamo Gates’e de Yük”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2008, s.11.)
[3] “Financial Review’un 2008’in Temmuz ayında aktardığına göre ilk kez bu seçimlerde, Wall Street bankerleri, Heç fonların müdürleri Cumhuriyetçilerden daha çok Demokratlara bağış yapıyorlarmış. Heç fon müdürlerinin Obama kampanyasına yaptıkları bağış, daha o tarihte 822.375 dolara ulaşmış. Ağustos sayısında, bu konuya “Satılık adaylar” başlığıyla değinen Rolling Stone dergisi Obama kampanyasına Goldman Sachs’ın 627.000, JP Morgan Chase’in 398.021, Lehman Brothers’ın(!) 353.922, Morgan Stanley’in 291.388 dolar bağış yaptığını bildiriyordu. Heç fonların Obama’ya yaptıkları toplam bağış, McCain kampanyasına yaptıklarından 500.000 dolar daha fazlaymış.” (Ergin Yıldızoğlu, “Obamania Neyin Semptomu”, Cumhuriyet, 10 Kasım 2008, s.10.)

Obama, ezber bozmayacak!

Faik Bulut (araştırmacı-yazar)

ABD’nin yeni başkanı Barack Obama, medyanın bize dayattığının tersine, ezberi bozmayacak; kimseye özgürlük ve barış getirmeyecektir:
Bir: ABD, toplumsal ve ekonomik düzlemde kriz içindedir. Obama, kriz yıllarına değil “kriz çağına” girdikleri yolunda bir tespit yapıyor. Bu itiraf, ABD’nin orta ve uzak bir gelecekte süper devletler liginde birinciliği kaybetmenin eşiğinde olduğunu gösteriyor.
İki: Obama’ya göre iç bunalımdan çıkışın yollarından biri, kapitalizmin vahşi sömürüsünden bir parmak kadar taviz vermektir. Silah ve petrol tekellerinin açgözlülüğüne, doymazlığına sistemin kabul edebileceği oranda sınırlar koymaktır. Vahşi sömürünün üstünü örtecek kadar düzenlemelere gidilecektir. Kötü kovboy Sam Amca’nın çirkin yüz hatları üzerinde hafif rötuşlar yapılacaktır.
Üç: ABD, yüz yıllık emperyalist yayılmacı ve hegemonyacı politikasını sürdürecektir: Obama’nın sözleriyle; atalarının ideallerini, Amerika’yı Amerika yapan kurucu metinlere bağlı kalarak ilerlemeye devam edecektir; çünkü bu her zaman böyle olmuştur.”
Dört: “Üstünlük” yani süper devlet olmak, ABD başkanının ifadesiyle, “her zaman kazanmak oldukları bir niteliktir.” Dahası var: “Dünya üstündeki en zengin ve en güçlü ülke olmaya devam edilecektir.” Başka ülkelerin bağımsızlığını ihlal etmek, renkli devrimlerle beğenilmeyen yönetimleri devirmek, olmazsa topraklarını işgal etmek ve ulusal servetlerine el koymaktan başka yolu var mı bunun?
Beş: Yine Obama’nın sözleriyle belirtirsek; “uluslararası anlaşma noktasına gelip, birbirimizin farklılıklarını kucaklayacağız.” Bu nasıl olacaktır? ABD’nin eski kurt dışişleri bakanı Henry Kissinger ile Soğuk Savaş döneminin strateji uzmanı (aynı zamanda Beyaz Saray’ın eski başdanışmanı) Zbigniew Brzezinski’nin şu nasihatlerine uyulacaktır: “Dünyayı tek başınıza yağmalamaktan vazgeçin. Pastanın bir kısmını, Avrupa Birliği veya yeri geldiğinde Rusya ile paylaşın. Onlarla birlikte “müşterek emperyalizm” sistemi kurun. Ortadoğu’daki kadim dostlarınızı (Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır gibi) çok sıkıştırmayın; onların rejimlerini değiştirmeye kalkmayın. Onları kendi siyasetleriniz doğrultusunda “suç ortağı” yapın, halkların çıkarlarına karşı kullanın.
Altı: Obama’nın barıştan dem vurması, Müslümanlara sözde barış elini uzatması gibi beylik sözleri, yine onun ağzından çıkan şu ifadelerle çürütülüyor: “Afganistan’da olsun, dünyanın diğer coğrafyalarında olsun, dostlarımız ve eski düşmanlarımızla beraber, nükleer tehditleri tamamen bertaraf edene kadar çalışmaktan asla vazgeçmeyeceğiz:” Buradaki eski düşmanlardan kasıt “AB, Rusya ve Çin” gibi ülkelerdir. Çağrının özü şudur: Gelin, şu İran’ın nükleer tehdidini çözmek için müşterek emperyalizm kuralına uyalım!
Yedi: Obama, “terörle mücadeleye berdevam” diyor. Bu, dünyanın şu yahut bu noktasında çatışma, istila, bombalama, işgal veya önleyici savaş demektir. Çünkü ABD, “kendini savunmaktan ve güvenlikten imtina etmeyecektir.” Bu tespit ise, ABD’nin, geleceğin büyük kapışmasının yaşanacağı Orta Asya ve Pasifik bölgesinde, şimdiden saldırı hazırlığına başladığı anlamına gelir. Fakat bu saldırı, gelecekte gerileyecek yani süper lig sıralamasında gerilere düşecek olan ABD’nin kendini savunmaya yönelik bir saldırıdır.
Sözün özü: Obama, Filistin-İsrail çatışmasını önleyemeyecek hele hele Filistin halkının lehine ve İsrail aleyhine olacak bir barış yapmayacaktır. Çünkü ABD’nin dış politikası, İsrail’in çıkarlarına endeksli (ayarlı) hale getirilmiştir. Ayrıca Obama’nın başında olduğu Demokrat Parti, İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarını sonuna kadar destekleyen bir partidir. Obama’nın danışman kadrosunda İsrail’i gözü kapalı destekleyen Musevi kökenli uzmanlar var. İyi niyetli olsa bile, Obama’nın, Filistin sorununun çözümüne ciddi biçimde sarılması için en az 6 ay veya 1 yıl geçmesi gerekir.
Obama, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) sona erdiğinin farkındadır. Bunun yerine Büyük Asya Projesi’ni hayata geçirmeyi öngörmektedir. Bu ise, süper devletler arasında büyük kapışmanın Asya’ya kayacağının işaretleridir. Obama’nın Irak’tan asker çekip Afganistan’a göndermek istemesi, bu politikanın ilk göstergesidir. Sokaktan çekilecek işgalci askerler, Irak’taki üslere yerleştirilecektir. Irak tümüyle terk edilmeyecektir; başka yöntemlerle (ekonomi, siyaset, diplomasi, vs) yönetilecektir.
Hazırlayan: Nuray Sancar

Evrensel'i Takip Et