6 Şubat 2009 00:00

Daha önce İz TV ve Hayat Televizyonu’nda yayınlanan “Altındağ-İnsan Manzaraları” belgesel filmlerinden tanıdığım, Ali Turna ve Doğan Bol, emekçilerin dünyasını anlatacakları yeni bir belgesel film çekimi için iki gün maden havzasındaydılar.
Karl Marx’ın “Kapital” de ortaya koyduğu “artı-değer” sömürüsünü, işçilerin çalışma şartları ve günlük yaşamları üzerinden, yine kendi anlattıkları ile belgeselleştirmeyi amaçlayan iki arkadaş; Tuzla tersane işçileri ve Gebze’de değişik fabrikalarda çalışan emekçilerle görüştükten sonra bölgemize geldiler.
İki arkadaşın, Armutçuk’ta kaydettikleri madenci görüntülerinden sonra, Üzülmez ve Gelik’te birlikte yaptığımız kayıtlar süresince; anlatılması gereken gerçekliğin bir kez daha tanığı oldum.
Üzülmez Müessesesi Asma Ocağı, resen emekli edildiğim eski iş yerim olduğundan ve yakın süreçte iki kez ziyaret gerçekleştirdiğimden, yabancılık çekmediğim bir ocaktı. 50 yaş gerekçesiyle resen emekli edilenlerden sonra eski iş arkadaşlarımdan yaşıtlarımla karşılaşmayacağımı biliyordum. Maden teknikeri ve fotoğraf sanatçısı Alaattin Kara refakatçiliğinde yaptığımız ocak gezisinde; ana galerilerde orta yaşlı işçilerle, taban yolları ve ayak başlarında ise genç işçilerle görüştük.
Eksi 170 kotunda ana yolda, kaynak kıvılcımları ile şelaleler yaparak değişecek makasın hazırlıklarını yapan yol marangozu işçileri izledikten sonra, 3.Kuzey hava kapısından geçtik. Motorcu ile emniyetçinin konuşmalarından, bir işçinin yaralandığını öğrendik. Az sonra, boynu kömür karası ile kan kırmızısına bulaşmış genç bir işçi ile karşılaştık. Genç işçi, yeni iş başı yapan gruplu işçilerdendi. Heyecan ve çekingenliğinden konuşamadı. Yanındaki arkadaşı “taş düştü” dedi. Kan akan yere baktık. Ensesinin dört parmak üstünde küçük bir yarık vardı. Genç işçi, sıhhiye odasında ilk müdahaleden sonra, dışarı çıkarılmak üzere motora bindirildi.
Eksi 205’te, kömür bandında düğmeci olarak görev yapan Yakademirciler köyünden Akın, evden getirdiği turşu ve muska böreğinden ikram etti. İlk kez ocağa inen Ali ve Doğan, bu ikramdan çok memnun kaldılar. Ocak ekibimiz içindeki öğrenci Hazal, güncesinde yazmak için çok önemli bir anekdot yakaladığını söyledi.
İki dönem önceki kura çekiminde iş başı yaptığını söyleyen Akın, bir yakınlarının düğünü için bizi köyüne davet etti.
Ali, Doğan ve Hazal farklı bir ortamda emekçilerle birlikte olmanın kazanımlarını film ve dergi yazıları ile anlatacaklarını belittiler.
Ertesi gün film ekibi ile kahvehanelerde çekim yapmak için Gelik’e gittik. Gündüz vardiyasından çıkan işçilerle sohbet ettik. Baki’nin kahvehanesinde, yorgunluk çaylarını yudumlayan genç işçilerin anlattıkları, Kapital’de yazılanın en yalın şekliyle kayıtlara geçti. “Ya Allah Bismillah!” diyerek işe girişip, bir an önce gün ışığına çıkmak için “ha bire çalışıyoruz” diyen genç işçilerle, ikinci dünyaları olarak kabullendikleri “madencilik” üzerine konuştuk. Ali ve Doğan, genç işçilerle yaptıkları sohbetlerle, amaçladıkları anlatıma büyük zenginlik katıldığını belirtti.
İki arkadaşın çalışmasına, oğlum Eren de fotoğraf çekerek katkı sundu. Tanıdıklar aracılığı ile oluşturduğumuz samimiyet; kayıt alma ve fotoğraf çekme konusunda olumluluk yarattı. Büyük bir nalburiye dükkanı işletirken, son krizle iflas eden ve küçük bir tezgahta işçi eldiveni, kemer, çorap... satarak evini geçindirmeye çalışan Arif “siz buraya sabah saat 5’de gelin de görün!” dedi. “Asıl o saatte gelenler, neler anlatır? Tabii, burada neyi anlatmak istediğine bağlı. O da bir günlük sohbetle ortaya konulamaz. En azından 2-3 hafta gerekli” diye devam etti.
Benim gözlemime göre, Gelik; geleneksel madenciliğin havzadaki son örnek bölgesi ve mutlak daha detaylı bir çalışmayla kayıt altına alınmalı! Kömüre bulaşmış bir maden işçisinin, küçük bir bakkalın kapısından elini içeri uzatarak, hiç bir şey söylemeden aldığı sabunla, banyo yapmak için sıraya girmesine şahit oldum da...
Fahri Bozbaş

Evrensel'i Takip Et