3 Mart 2009 00:00

Taner Öngür (Moğollar): Şarkıların, çoğunlukla sansüre uğradığı gerçek. Tabii bu çeşitli nedenlerle olabiliyor; örneğin, benim aklıma gelen, kendi yakın çevremden Cem Karaca, söylediği şarkılar yüzünden 12 Eylül döneminde vatandaşlıktan çıkarılmış, ailesi çeşitli baskılara uğramış.
‘80 öncesi “Cem Karaca-Dervişan” turnesinde, Urfa’da bir grup üyeleri şehrin en işlek caddesinde zincirli sopalı bir grubun saldırısına uğramış, buna rağmen konseri gerçekleştirmiştik. İki gün sonra aldığımız bir haber bizi çok üzmüştü, konserimizi tertipleyen kişi, sadece bu nedenden öldürülmüştü. Sansür çeşitli biçimlerde geliyor, zaman zaman yasal yollarla, bazen TRT denetleme kurulu vasıtası ile bazen karşıt görüşlülerin şiddeti ile...
Yerel dillerde şarkılar bir tehdit gibi görülüyor. Ana akımların dışındaki şarkılara, zaten görmezden gelme sansürü uygulanıyor. Hatta bazen alternatif akımların taraftarları, kendileri dışındaki müzik anlayışlarını reddetme ve aşağılama sansürü uyguluyorlar.
Bunun sebebi, tahammülsüzlük, tek renkli olma ve aynı rengi sevenlerin kendilerini kendi cemaatlerinde huzur içinde hissetmeleri. Bunun fanatiklikten hiçbir farkı yok. Bu cemaatleşme bilgiden, çok renklilikten korkmaktan gelişiyor. Bir çeşit diyalog korkusu, farklı olandan korkmak. Toplumsal psikolojik bir durum.
Aslında çözüme çok yakın durmaktan oluşan bir korku. Sanki tam denize atlarmışçasına bir durum, denize atladıktan sonra çok büyük bir keyif olduğunu biliyoruz, ama o an ürkütüyor bizi, “hadi hadi diyorlar” fakat korku büyüyor. Fakat bu da zamanla aşılacak.

‘ŞARKILAR HEP YAŞAMIŞTIR’

Erdal Bayrakoğlu: Halkların aşklarını, üzüntülerini, sevinçlerini şarkılarla anlattıklarını düşünüyorum. Şarkıları söyleyenler cezalandırılsa da şarkılar hep yaşamış, kulaktan kulağa yayılmış ve bir şekilde özgür kalmayı başarmıştır.
Günümüzde şarkılar özgür gözükse de hâlâ yasaklanmaya ve yalnızlaştırılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Bir halk düşünün ve bu halk kendi anadilinde şarkı dinlemekten-söylemekten mahrum bırakılmış. Halkları önce şarkılarından tanır öğreniriz. Mesafeler yoktur şarkılar için; burada bizim içimizi titreten bir ezgi, dünyanın öbür ucundaki birinin de içini titretebilir. Ortak bir dili vardır şarkıların.
Lazca dilinin korunması ve gelecek kuşaklara taşınabilmesi konusunda çok ciddi çalışmaların gecikmeden yapılması gerekmektedir. Lazca dili tehlike altındaki diller arasındadır. Son yıllarda milyonlarca insana ulaşan ve seveni her geçen gün artan Laz müziğini, halkımız maalesef TRT ekranlarından izleyememektedir. TRT’nin yapmış olduğu bu anlamsız Lazca yasağının makul hiçbir sebebi olamaz. Yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış halklar, birbirlerinin fıkralarına gülüyorlar; cenazelerine, düğünlerine gidiyorlar. Fakat birbirlerinin dillerinden korkuyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir korku kardeşler arasında olamaz.
O zaman sorun yöneticilerde, politikalardadır. Ben de Laz halk ezgilerini seslendiren bir müzisyen olarak bu yasaktan nasibimi alıyorum. Doğru müziği yapmak ve halkın müziğini yapmak birtakım bedelleri de beraberinde getiriyor…

‘Duygularımı anadilimde ifade ediyorum’

Ayşenur Kolivar (Grup helesa): Birisi ya da bir kültür sizinkinden farklıysa elbette ötekidir. Ancak ötekileştirme, farklı kültürlerin sizinkiyle eşit haklara sahip olmasının engellenmesi, ayrımcılığa tabi tutulması anlamında da kullanılıyor. Bu ne doğal ne de insani olarak kabul edilebilir, alenen insanlık suçudur.
Bu iki zıt anlam aynı terim içerisinde bulunabilir mi? Eğer bulunuyorsa ya farklılıklar olumsuzlanıyor ya da ayrımcılık masumlaştırılıyor demektir. Bu terim kafa karıştırmak için uydurulmuş bir propaganda gibi geliyor bana. Yapılan şey ayrımcılıksa, buna ayrımcılık diyelim.
Bir insan neden şarkı söyler? Ben hep kendimi ifade etmek için şarkı söyledim. Halkların ezgileri de insanların ortak olarak paylaştıkları birtakım duyguların ifadesidir. En güçlü duyguları da anadilinizde ifade edersiniz. Yaptığım alan çalışmalarında çocuklarına anadilinden farklı bir dilde ninni söyleyen ya da ağıt yakan bir anneyle karşılaşmadım hiç. Farklı dillerde türküler söyleyen bir müzisyen olarak, ben de en yoğun duygularımı kendi anadilimde ifade ediyorum.
Ancak kendi anadilimi konuşuyor olmak, başka bir dilde ifade edilmiş bir acıyı ya da sevinci kendi dilime ya da duygularıma tercüme etmeye engel değil.
Örneğin Türkiye’de Hemşince anlayan insan sayısı herhalde o kadar çok değildir. Ama Sonbahar filmindeki Hemşince ağıt, Hemşince diye bir dil olduğundan haberdar olmayan birçok insanı bile etkiledi. Eğer anlamaya çalışırsanız, farklı bir dilde ifade edilmiş bir duygunun derinliğini yaşamak, her insan için mümkündür. Halkların ezgilerini kendi dillerinde söylemesi, hem ifade özgürlüğünün hem de ortak insani değerlerin paylaşımının zorunlu koşuludur.

‘Ezgilerimiz üzerinden duygularımızı paylaşmak’

Hikmet Akçiçek (Vova): Hemşin kültürü ve dili de yok olma tehdidi yaşayan dil ve kültürlerden biri. Özellikle 1980 sonrası piyasa ekonomisine geçiş ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasına bağlı olarak, köylerde bile çocuklar anadilleri Hemşinceyi öğrenemez oldu; popüler kültürün hakimiyeti, siyasal ve sosyal koşullar, gelenek görenek ve çeşitli ritüellerden oluşan Hemşin dili ve kültürünü erozyona uğratıyor. Benim çocukluğumda önce Hemşince öğrenir, sonra yavaş yavaş Türkçe öğrenirdik. Şimdi çocuklar önce Türkçe öğreniyor, Türkçe öğrenince de Hemşinceye ihtiyaç duyulmuyor. Özellikle kadınlar, çocukları ayrımcılığa maruz kalmasın diye önceliği Türkçeye vermeye başladı.
Daha 1970-80’li yıllara kadar Hopa’ya 20-30 km mesafedeki ilçelerimizin halkları bile Hemşince diye bir dilin varlığından haberdar değildi. Şimdi dünya kültür hazinesinin bir parçası olarak sesimizi dünyanın seslerinin yanına koymak güzel bir duygu. Ezgilerimiz üzerinden başka başka kültürden insanlarla duygularımızı paylaşmak, birbirimizi hissetmek ne güzel. Ayrıca dünyada Hemşin dilinde ilk albümü yapmış olmanın da bir hazzı ve tarihsel bir önemi var. Fuat Saka, sevgili Kazım Koyuncu ve Birol Topaloğlu’nun çalışmalarından sonra zaten bizim Karadeniz ezgilerine yönelik önemli bir ilgi var.
Ülkemizde farklı kültür ve dillerde müzik yapan insanlar iki kere engellenmiş oluyor. birincisi; pop müzik yapmadığımız için reyting vs. ticari nedenlerle TV’lere çıkmak mümkün olmuyor. İkinci ve asıl önemlisi; farklı dillerde yayın yasağı kapsamındaki uygulamadır. Devlet bu konudaki hakları taviz olarak gördüğü için gerekli yönetmelikler özgürlükçü ve demokratik bir şekilde hazırlanmamaktadır. Uygulamada ise TRT Şeş ve özel izin verilen bazı bölgesel radyo ve TV’lerde izin verilen dillerde, izin verilen sürelerde ve izin verilen şekillerde yayın yapılamasına izin verilerek, yayın özgürlüğü kullanılamaz duruma getiriliyor ve fiili bir yasağa dönüşüyor.

Evrensel'i Takip Et