30 Mayıs 2009 00:00
ANDIMIZ TARTIŞILIYOR - 2 -
Okullarda sabah törenleri en çok, ezbercilik, öğrencilerin soğukta bekletilmesi gibi yönleriyle eleştiriliyordu. Ancak toplu ant içme törenlerinin öğrenciler üzerinde başka etkiler de bıraktığı kesin.
İlköğretimin en azından ilk yıllarında olanların ilke, ülkü gibi soyut kavramları anlamalarına birkaç yılları daha var. Çünkü soyut düşünebilme becerisi ergenlikle kazanılıyor. Ama oyunlar oynadıkları okul bahçelerinde düzenlenen, askeri talimi çağrıştıran törenleri idrak edebiliyorlar.
Disipline edilmesi gereken kimse konumundaki çocukların, her gün tekrarladıkları Andımız dizeleri ve törenleriyle otoriteyi sorgulayamayacakları, her gün akıllarında biraz daha yer ediyor.
Peki, tüm bu uygulamalar, küçük öğrenciler üzerinde başka hangi psikolojik izler bırakıyor? Varlığını armağan etmek isteyen nesiller mi yetişiyor? Yoksa tam tersi bir etki mi yaratılıyor? Bu soruların cevaplarını akademisyenler, psikoloji uzmanları, siyasiler ve eğitimbilimcilerle konuştuk
ANDIMIZ
Türküm, doğruyum, çalışkanım.
İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak;
yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan
yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!
KÜRT ÇOCUĞU BEN NİYE MUTSUZUM MU DİYECEK?
Sevahir Bayındır (DTP Şırnak Milletvekili): İnsanları baskıcı bir sistemle zapturapt altına alma zihniyetinden vazgeçmek gerekiyor. Eğer bundan vazgeçersek çocukların bu şekilde koşullandırılmasına, milliyetçiliğin bir öğreti olarak verilmesine, davranış olaraksa askeri nizama tabi tutulmalarına engel olunur. Küçük çocuklara özgür olarak kendini ifade etme, kendini geliştirme fırsatı verilmeli. Eğitim bir fırsat eşitliği içinde olmalı. Her açıdan her çocuğa eşit fırsat verilmeli. Andımızla her gün Ne mutlu Türküm diyene cümlesi tekrarlatılıyor. Peki örneğin Kürt çocuğu ne diyecek? Ben niye mutsuzum diye mi düşünecek?
ANT İÇİRME TERS TEPEBİLİR
Doç. Dr. Serdar M. Değirmencioğlu (Psikolog): Bir örnek verelim. Öğrencilerin hepsi bal yemeye bayılıyor olsun. Her gün Bal yemeyi seviyorum diye bağırmaya, hatta bal yemeye zorlanırlarsa, kısa sürede çoğu karşı çıkar. Okullarda aslında bu yaşanıyor. Törenlerde düzeni bozdukları için her yıl nice öğrenci dayak yer; disiplin cezası alır. Oysa sorun öğrencide değil, dayatmada.
Öğrencilere ant içirilmesi, Rahat, Hazır ol Dikkat komutlarının kullanılması, öğrencilerin rap rap asker gibi yürütülmesi birbirinden bağımsız değil. Okula sızmış olmaları, eğitim sisteminin insancıl ve özgürlükçü olmamasından kaynaklanıyor. Çocukların gelişmesi, asıl hedef olan öğrenme, beceriler edinme ve mutlu olma hep arka planda.
Rum, Ermeni, Kürt, Roman etnik kimliği ne olursa olsun, okulda bir öğrenciye Ben Türküm dedirtmek akıl dışı, çağ dışı. Etnik kimliğiyle çelişen sözleri her gün yineleyen öğrenciler, yaşları ilerledikçe hem kızgınlık hem de tiksinme hissedebilir. Öte yandan, etnik farkındalığın güçlü olduğu ortamlarda etnik kimliklerine daha çok sahip çıkabilirler. Yani ant içirme ters teper.
Andın sözlerindeki kimi kavramların, ilköğretimin başındaki çocuklar için anlam taşımadığı da vurgulanmalı. Bu da ant içme töreninin anlamsızlığının bir diğer göstergesi. Ama öğrencilerin küçük yaştan ant içmeye, esas duruşa ve Ben Türküm kalıbına alışmalarının istendiğini söylemek gerekir.
YETİŞKİNLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ DAHA ÖNCELİKLİ
Talip Kurşun (Psikolojik Danışman): Andımız çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratıyor ama kaldırılması için yetişkinler üzerindeki etkileri sanırım daha öncelikli. Bu konudaki bir yazıma gelen internetteki yorumlar ilginçti. Andımızı bu şekilde sahiplenenlerin, çocuk dünyasıyla, daha yaratıcı, sorgulayan bireyler olmalarına dair bir dertleri yok. Andımızı, başka hiçbir niteliği olmasa bile, o kutsal günlerde üretilmiş olduğundan sahipleniyorlar. Bir dua gibi dillere yerleşen Onuncu Yıl Marşını, Atam izindeyiz benzeri içeriksiz sloganları sahiplendikleri gibi. Sadece ant değil, eğitim felsefemiz, çocuklarda, dünyanın gerçek bilgisiyle karşılaşıldığında ilk travmayı yaratıyor. Kandırılmışlık duygusu, devletin yaptığı belki de iyi şeylere karşı da güvensizlik, belki düşmanlık...
OKUL BAHÇESİNDE GÜRÜLTÜ YAPMAK YASAKTIR!
Esra Elmas (Akademisyen): Ülkemizde toplum ve devlet tarafından çocuklar yaygın olarak şekillendirilmesi, disipline edilmesi gereken kimse olarak görülüyor. Sorun ya da tehlike olarak algılanmıyor olsalar, onlara yönelik ilk yaklaşım, onları kontrol altına alma, tektipleştirme yaklaşımı olamaz. Böyle bir bakış açısının kullandığı yöntem de doğal olarak otoriter ve baskıcı oluyor.
Gün içinde konuşup oynamak, sohbet etmek ve sosyalleşmek için kullanılan okul bahçesinin bir mekan olarak güne öğrencilerle birlikte nasıl başladığını hatırlayalım mesela.
Öğretmenin ya da okul müdürünün adeta komutan olduğu, öğrencilerin düzgün bir sıraya girip Rahat, hazır ol komutuyla beraber sessizliğe büründüğü, yani okul bahçesinden ziyade kışlayı andıran bir atmosferin tüketildiğini söylemek mümkün. Bu kuşkusuz ki öğrenci üzerinde kontrol duygusu ve baskı yaratıyor. Bir gün bir ilköğretim okulunun yanından geçerken, okul müdürünün hoparlörden şöyle dediğini duymuştum: Okul bahçesinde gürültü yapmak yasaktır...
Çocuklar, Andımızın içindeki kelimelerin tek tek anlamını bilmeseler de etraflarında şekillenen bütün bu seremoninin ne anlama geldiğini sezebiliyor, anlayabiliyorlar. Ama öğrencilerden idrak etmeleri istenen şeylerde büyük bir sorun var. Çocuğa bir şeyler öğrenmek üzere geldiği okulda ilk öğretilen şey, mesele Türklükse, varlığından vazgeçmesi gerektiği... Yani varlığını gerçekleştirmek üzere geldiği yerde, varlığını gerekirse yok etmesi, üstelik bunu gönüllü olarak yapması gerektiği bekleniyor. Bu anlayışa göre insan; devlet, vatan, Türklük vs. söz konusu olduğunda feda edilebilecek bir varlık. Bu çocukları pek çok anlamda örseleyen, pasivize eden bir anlayış kuşkusuz.
DEMOKRATİK VE BARIŞÇI EĞİTİME ENGEL
Zübeyde Kılıç (Eğitim Sen Genel Başkanı): Bu tür uygulamalar, pedagojik açıdan demokratik ve barışçı bir eğitimin önünde engeller yaratıyor.
Kaldı ki, ilköğretim çağındaki çocuklara her şeyden önce ulusal bilinç yaratılması amacıyla tekrarlatıldığı ifade edilen uygulamanın, özellikle itaat mantığı çerçevesinde zorunlu olarak her gün gerçekleştirilmesi, çocuklarda artan oranda yabancılaşmayı da beraberinde getiriyor.
Ayrıca, okula girildiği ve törenlerin başladığı andan itibaren kendisini hissettiren bu askeri disiplin ve hiyerarşi mantığı, sınıfta, teneffüs aralarında da devam eder ve otorite kendisini çocuk zihinlerine adım adım yerleştirerek itaat kültürünü pekiştirir.
Her gün derse başlamadan aynı metni ezberden okumanın ne eğitim sistemine, ne de çocukların daha iyi içerikte eğitim almasına bir katkısı var.
Önemli olan, bazı klişe sözleri ezberlemek değil, insanlığın bütün olumlu değerlerini öğrencilere hem eğitim sürecinde ve hem de gündelik yaşamlarında somut olarak yaşatmak ve yansıtmaktır.
BİTTİ
Hazırlayan: Meltem Ürüt
Evrensel'i Takip Et