5 Temmuz 2009 00:00

İranlı kadınlar Duvarları Zorluyor

İran’da seçim sürecinin başladığı günden beri İranlı kadınların seçim sonuçlarını belirleyecek en önemli güç olduğu söylendi. Türkiye’den İran seçimlerini izleyen pek çok kişi, kadınların daha fazla özgürlük için sokaklara döküldüğünü, hepsinin kendilerine vaatlerde bulunan Musevi’nin seçmenleri olduğunu düşündü. Ahmedinecad’ın kazandığı şaibeli seçim sonuçlarından sonra can kaybının da yaşandığı protesto eylemlerinde, kadınlar yine sahnedeydi. Televizyon ekranlarından ve gazetelerden yansıyan tabloda ise kadınların sorduğu tek soru “Benim oyum nerede” sorusuydu. Peki, İranlı kadınların bir ağızdan sorduğu tek soru bu muydu, yoksa başka soruları var mıydı? Türkiye’de medyaya yansıyan röportajlardan ve İran’a ilişkin yapılan değerlendirmelerden bunu öğrenemedik.
Geçtiğimiz günlerde Amargi, İranlı kadın hakları savunucusu bir akademisyene ev sahipliği yaptı; Fataneh Farahani. İran’daki son gelişmelerle ilgili sorularımızı yanıtlayan Farahani, Türkiye’de medyanın “başörtüsünü biraz daha açmak isteyen” kadınlar olarak göstermeye çalıştığı İranlı kadınların, bugün sokaklarda olmasının çok daha geniş ve tarihsel köklere sahip bir mücadelenin sonucu olduğunu düşünüyor.

İran’da cumhurbaşkanlığı seçimlerine, değişim yanlısı gençlerin ve kadınların ‘daha fazla özgürlük’ istemi damgasını vurdu. Medya sokağa çıkan herkesi ve tabii kadınları da, “Musevi yanlısı” ilan etti. İran’da yaşananları siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Eylem yapanların, özellikle de kadınların talepleri neler? Nasıl bir değişim istiyorlar?
İran’da son 10-15 yıldır ne olup bittiğini bilmeyenler, yaşananlar karşısında oldukça şaşırmış olabilir. Gösterilere katılanların çokluğu ve yüksek sesle söylemeye çalıştıkları “İran’da neler oluyor” sorusunun sorulmasına yol açtı. Ancak İran’ın son 10-15 yıllık süreci takip edildiğinde, ortaya çıkan bu tablonun şaşırtıcı olmadığı görülecektir.
Örneğin İran kadın hareketi aktivistleri, son 10-15 yılda pek çok bedel ödemek zorunda kaldı. Pek çok kadın dergisi ve gazete kapatıldı, kadın kütüphaneleri ortadan kaldırıldı. İki üç yıl önce başlatılan, benim de yürütücülerinden olduğum ‘1 Milyon İmza’ kampanyası kadınların gündelik hayatta yaşadıkları insanlık dışı uygulamalara ses çıkarmanın bir adımı oldu. Hukuk sisteminde değişiklik talebinin yükseldiği bir dönemdi bu dönem. Yani, kadınların yürüttükleri tartışmalara ve kadın hakları için mücadele edenlerin yaptıklarına bakınca son dönem yaşananlar çok da büyük bir sürpriz olmayacaktır. Kadınlar sokaklara kendi sloganlarıyla çıktılar, cinsiyet eşitliği istiyorlardı.
Seçimlerden önce İranlı bir kadın yönetmen bir belgesel hazırladı, bu belgeselde farklı kesimlerden kadınlarla röportajlar yaptı; laik kadın hakları savunucuları, Müslüman kadınlar, İran hükümetini destekleyen ve desteklemeyen kadınlar, boşanma konusunda ciddi sıkıntılar yaşayan kadınlar, kadın öğrenciler, sıradan insanlar ne düşündüklerini ifade ettiler. Bütün adaylara bu belgeseli izlemeleri ve kadınların taleplerinin neler olduğunu öğrenmeleri için çağrı yapıldı, kadınlar yeni başkandan taleplerini ifade ediyorlardı. Kadınların çok özgül bir sorusu vardı: Yeni seçilecek başkan kadınların boşanma, istihdam, eğitim, çokeşlilik gibi sorunlarını çözmek için bir plana sahip mi? Ahmedinecad dışındaki diğer üç aday geldi ve bu belgeseli seyretti. Görüldü ki adayların hiçbiri bu sorunların çözümü için bir plana ve bir gündeme sahip değillerdi. Musevi ve eşi Zehra Rahnavard, kadınların bu talepleriyle diğerlerine göre daha fazla ilgilendi.

Musevi ve Rahnavard, İran devriminin önemli isimlerinden, hatta devrimin oğlu ve kızı olarak biliniyorlar…
İktidarın aday olarak gösterdiği dört ismin de -geçmişleri, sahip oldukları konumlar, yaşamları gösteriyor ki- İran’ın şu anki iktidarından ayrı olamayacak kadar ciddi ilişkileri ve bağları var. Her ne kadar söylemlerinde birtakım değişikliklerden bahsediyor olsalar da hiçbiri radikal bir değişiklik yapma kapasitesine sahip değildi. Ancak halk, reformist olarak gösterilen adayların vaat ettikleri değişimlerden çok daha fazlasını istiyor.
Şu an İran’da insanlar kendini reformist olarak ifade eden adayların mücadeleyi çok erken bıraktığına inanıyor. Bir internet sitesinde şöyle bir karikatür gördüm: Musevi, istihbarat bakanının önünde el pençe divan durup “İzin verirseniz seçim sonuçlarını protesto etmek istiyoruz” diyor, bakan da “Peki çocuklar, söyleyin bakalım ne kadar süre istiyorsunuz?” diyor; durum gerçekten de bu.

İranlı kadınlar herhangi bir tartışmanın konusu olduğunda söylenen ilk şey, çok baskı altında oldukları, seslerini duyurmalarının imkansız olduğu… Oysa yalnızca seçim sürecinde ve sonrasında değil daha öncesinde de kadınların hareket halinde olduğunu görüyoruz. Siz de bahsettiniz, kadın hakları savunucularının çeşitli eylemleri; en son 8 Mart’ta İranlı kadınların, sonu gözaltı ve hapisle bitse de yaptıkları gösteriler gibi... İranlı kadınların bu biçimde algılanması biraz oryantalist bir bakıştan kaynaklanıyor olabilir mi sizce?
Belirli açılardan öyle, belirli açılardan değil. Bu sizin otoriter bir sistemin özünü nereden değerlendirdiğinizle ilgili. Sonuçta söylenenlerin bir gerçekliği var; İran’da kadınlar ikinci sınıf vatandaş bile değil. Ama bir yandan da kadınların gündelik hayatlarını nasıl devam ettirdiklerine baktığımızda gördüğümüz bir şey var: Kadınlar ataerkiyle pazarlık içerisinde. Örneğin devrimden önce kadınlara biçilen sorumluluk iyi bir ev kadını ve anne olmaktı. Ancak şartlar değiştikçe, kadınların emeğine duyulan ihtiyaç değiştikçe kadınlara biçilen pay da değişti.
İran ve Irak arasında yaşanan savaş sürecinde erkeklerin çok büyük bir kısmı savaş hatlarında olduğundan kadınlar iş alanlarına girmeye başladılar ve evin geçimini üstlendiler. Ama savaş bittiğinde İslam hükümeti kadınları eve geri göndermeye çalıştı. Bu durum Avrupa’da da 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanmıştı. Ama istediklerini elde edemediler. Bir de sürekli gözden kaçan ama tartışmasız büyük öneme sahip olan bir nokta var ki o da şu; İranlı kadınların çok güçlü bir mücadele tarihi vardır. Her ne kadar bunda başka etmenler söz konusu olsa da, İranlı kadınların yaptığı ya da söylediği her şey dünyada büyük yankı uyandırır.
Bugün iktidarın olmasını istediği tabloyla kadınların mücadele tarihlerinden edindikleri deneyim aynı değil. Kadınların talepleri, söyledikleri marjinalleştirilse de sonuçta bunlar var, gerçek ve yerine getirilmediğinde çok daha büyüyerek ortaya çıkacak hayati taleplerdir. Kadınlar önlerine konulmaya çalışılan duvarların farkında ve bu duvarları zorluyorlar.

Seçim sürecinde Zehra Rahnavard, kadın haklarına ilişkin pek çok konuşma yaptı, Musevi’nin katıldığı bütün seçim mitinglerinde kadınların sorunlarına ilişkin açıklamaları oldu. Bütün bu vaatlerin yarattığı havayı düşündüğümüzde, Ahmedinecad değil de Musevi seçilmiş olsaydı kadınlar açısından değişen bir şey olur muydu?
Sanırım hiçbir değişiklik olmazdı demek haksızlık olur, ama değişimin boyutu ne olurdu onu bilmiyorum. Zaten Zehra Rahnavard’ın seçim sürecinde yaptığı hiçbir konuşma kadın hareketinin içerisinden bir konuşma değildi. Rahnavard, son 20 yıldır asla kadın hareketini desteklemedi, kadınların haklarına dair bir şey söylemedi, yalnızca laik feministlerin değil Müslüman kadınların taleplerini de desteklemedi. Elbette Rahnavard’ın bu şekilde konuşmasını önemsiyorum, ama Rahnavard bir kadın hakları savunucusuna mı dönüşmüştür, kesinlikle hayır.
Her ne kadar bugün İran’daki iktidar bu eğitimli kadınları evlerine kapatıyor olsa da sonuçta bu kadınlar onların istediği gibi ev kadınları olamaz, değişim var toplumda.
Hiçbir şey onların istediği gibi ya da sabit değil. Bir örnek vermek istiyorum; İran kadınları ve erkekleri toplumsal yaşamın bütün alanlarında birbirinden keskin çizgilerle ayrılıyor. Polisler ayrı, kullanılan otobüsler ayrı, tedavi gördüğümüz hastaneler ayrı, eğitim aldığımız okullar ayrı, aklınıza gelebilecek tüm alanlar kadınlar ve erkekler için ayrı düzenlenmiş. Cinsiyete göre bu derece kalın çizgilerle ayrılmış kurumlar, yapılar oluşturuyorsanız sonuçta bu alanlarda hizmet verecek kadınları da eğitmeniz gerekecek. Bu ayrımı koruyacak kadın görevliler yetiştirmeniz gerekecek. Bir kadının ancak bir kadın doktordan tedavi hizmeti alabileceğini, başka türlü bir şey olamayacağını söylüyorsanız kadın doktor yetiştirmek zorundasınız.
Devrim de bütün bu sıraladıklarımızı yaptı. Yani iyi eğitilmiş, sokağa çıkan, toplumsal yaşamın önemli parçasını oluşturan ve birbirlerinden farklı sorular soran kadınlar söz konusu. Bu orta yaş grubundaki kadınların bir kısmı daha geleneksel yapılara sahip alt sınıf ailelerden gelen, anne babalarından farklı yaşam biçimlerine ve taleplere sahip olan kadınlar, bir kısmı daha iyi eğitim olanaklarına sahip olmuş orta sınıf ailelerin çocukları. Yani bahsettiğimiz kadınlar oldukça heterojen bir grup. Ancak bu kadınların da kız çocukları var ve fark ediyorlar ki, örneğin kızları boşanmak istediğinde başına gelmeyen kalmıyor; her ne kadar kendileri gibi çok çalışmış ve bir meslek sahibi olma kapasitesine sahip çocuklar olsa da, kendi kız çocukları iktidarın son dönemdeki kısıtlamaları nedeniyle örneğin doktor olamayacak, öğretmen olamayacaklar.
Üniversitelerde kadın öğrencilerin sayısının azaltılmaya çalışıldığını biliyoruz. Örneğin bir kız öğrenciden daha az başarılı bir erkek öğrencinin rahatlıkla bir kız öğrencinin yerini alabildiğini görüyoruz. Yani bu kadınların kız çocukları kendi olanaklarına sahip değiller. Ve kadınlar bunu gerçekten dert edindiler, sorguladılar. Kendilerinin bir anlamda faydasını gördükleri olanakların hiçbirinin kız çocukları için geçerli olmadığını bilmek, kadınlar üzerinde ciddi bir etki bıraktı. Bir şeyler yapmak zorundaydılar.
FATANEH FARAHANİ KİMDİR
İran İslam Devrimi’nden sonra yurtdışında yaşamaya başlayan Fataneh Farahani, bir etnolog. İsveç’te Stokholm Üniversitesi, Etnoloji, Karşılaştırmalı Din ve Toplumsal Cinsiyet Bölümü’nde öğretim üyesi. Farahani’nin İsveç’teki İranlı kadınların cinselliği üzerine odaklanan doktora çalışmasının başlığı “Cinselliğin Diasporadaki Anlatımları: İranlı İsveçli Kadınların Kimlik Oluşumu”. Farahani bu teziyle, 2007 yılında, Stokholm Üniversitesi’nce verilen Beşeri Bilimler Dalı’ndaki en İyi tez ödülü’nü aldı. Farahani aynı zamanda Södertörn Üniversitesi, Toplumsal Cinsiyet, Kültür ve Tarih ve York Üniversitesi Kadın Çalışmaları bölümlerinde de postkolonyal teori, feminizm, cinsellik, diaspora, İslam ve cinsellik üzerine dersler veriyor.
Sevda Karaca

Evrensel'i Takip Et