21 Ağustos 2009 00:00

Yaz tatilinin rehavetine kapılmadan Evrensel’e düşünceleriyle katkı sunan dostlara ben de katılmak istedim düşüncelerimle. Aslında yazılacak çok şey var ama sözün iyisi öz olanı düşüncesiyle özetlemeye çalışacağım düşüncelerimi.
Yazımın başlığını ‘Yengeç sepeti’ koymam tesadüf değil aslında. Bu sayfalarda hepimiz kendi yaşam tecrübelerimizi paylaşıyoruz. On bir yıldır öğretmenlik görevimi sürdürüyorum bu ülkede bin bir zorlukla, nereden tutsan elinde kalan bir eğitim ortamında. Önce kısa hikayemizle başlayalım isterseniz. Böylece ifade etmek istediklerimi daha açık bir şekilde ifade edebilme şansına erişeceğim. Ya bir kitaptan ya da birinden duyarak hafızama kazıdığım bir öykü bu ve gerçekten insanlarımızın içinde bulunduğu aymazlığı çok güzel gözler önüne seriyor anlayana. Balıkçılar hem balık hem de yengeç yakalamak için sepet bırakırlar denize. Bu sepetlere bir şekilde giren yengeçler çıkmaya çalışırmış sepetten; ama sepetten çıkmaya çalışırken de bir engelle karşılaşırmış. Bu engel ne olabilir diye düşünmenizi isterdim ama sizi fazla merakta bırakmak istemem. Sepetten çıkmaya çalışan yengece engel olan yine sepetteki diğer yengeçler olurmuş. Sepetten çıkmaya çalışan yengeci ayaklarından çekip geri sokarlarmış sepete. Burada bireysel kurtuluşu salık vermek gibi bir amacım olmadığını özellikle belirtmek isterim ve kurtuluşun örgütlü mücadeleyle mümkün olduğunu çok iyi bilenlerdenim. İfade etmek istediğim, özgürlük, güvenli gelecek ,insanca onurlu bir yaşam mücadelesi veren insanların mücadelelerinin sekteye uğramasında, geçmişten bugüne onurlu mücadelelerle kazanılmış haklara yapılan saldırılara karşı sessiz durup insanların kazanılmış haklarını çok gören ve kendi yılgınlığını kazanılmış hakların üzerinden ifade eden insanlar ve onların anlamsız açıklamaları.
Hiçbir hak kimseye altın tepside sunulmamıştır. Sermayedarlara ve onların iş birlikçilerine sunulanları bunun dışında tutuyorum. Gazetemizin Ford’la ilgili yazı dizisinde Ford-Koç ortaklığına göz göre göre çekilen peşkeşleri tarih boyunca gördük. Deprem mağdurlarına verilen Irak deprem evlerinin bu insanların elinden alınıp bürokratlara lojman yapılmaya çalışılmasını da görüyoruz. Böyle pek çok peşkeşe ve talana izin vermemek, mücadelemize ve bilincimize bağlı. Evet, hiçbir hak emekçilere ve halklara altın tepside sunulmamıştır diye düzelterek ifademi devam edeyim. Şu aralar öğretmenlerin on beş saat olan zorunlu ders saati yirmi saate çıkarılmak istenerek ellerindeki hakları, özellikle mücadele ederek elde ettikleri hakları gasp edilmeye çalışılıyor. Sözleşmeli öğretmenlik gibi komik bir uygulamayla öğretmenler güvencesiz bir çalışma ortamına çekilmek isteniyor. Eğitimin her kademesinde müşteri konumuna getirilmeye çalışılıyor öğrenciler, ödemeye zorlandıkları haraçlarla, kayıt paralarıyla ve daha pek çok isim altında ödedikleri paralarla... Bunları hepimiz karşılaştığımız sorunlar oldukları için çok iyi biliyoruz. Sorun bu sorunları bilmek değil kuşkusuz, bu sorunlar karşısında nasıl tavır alındığı ve nasıl bir duruş sergilendiği, nasıl bir mücadele verildiği. Her dönemde emekçiler hak alma mücadelelerini, günden güne daha da bilinçlenerek ve yaşadıklarından öğrenerek sürdürmüşlerdir. Bu mücadele inkarlarla ve retlerle de sona ermemiş, artarak sürmüştür. Emekçiler, önlerine çıkarılan engellere karşı koymuş ve kazanımlarla yollarına devam etmişlerdir. Ben de bir eğitim emekçisi olarak, kafesten kurtulmaya çalışan yengeçler misali içinde bulundukları olumsuzluklara çözüm üretmeye çalışan ve içinde bulundukları olumsuzlukları aşmak için çaba harcayan, örgütlü mücadele veren emekçilerin karşısında anlamsız ifadelerle açıklama yapan iş birlikçiliği bilinçli ya da bilinçsiz görev edinmiş, içselleştirmiş insanlara karşı tavrımızın oldukça önemli olduğunu ifade etmek istiyorum. İçinde bulunduğu sıkıntıları aşmak için mücadele etmek yerine öğretmenlerin fazla tatillerinin olduğunu, kendilerinin tatilleri olmadığını, bunun bir haksızlık olduğunu ifade eden insanlara, tatil yapmanın en doğal insan hakkı olduğunu; insanların durmadan sömürüldüğü, açlıkla sınandığı bu sistemde kazanılan hakların tesadüf ya da lütuf olmadığını, hak kazanmanın mücadeleyle mümkün olduğunu ifade etmek gerekiyor. Sorun salt öğretmenlerin tatili sorunu değildir kuşkusuz. Her işkolunda yaşanan yoğun sömürü ve hak gaspı konusudur. Ellerinden gelse işçileri fabrikalardan çıkarmadan çalıştırmak, durmadan sömürmek, kazançlarına kazanç katmak isteyecek patronların söylemleri (fazla mesai bu durumun kitabına uydurulmuş halidir gerçekte); ‘Öğretmenler zaten çok tatil yapıyor, çalışmadan maaş alıyorlar’ gibi ruhunu sisteme satmış siyasetçilerin söylemleri, bizlerin söylemleri olmamalıdır. Bilinçli ya da bilinçsiz bu tür söylemler, sorunlara yanlış açıdan bakmayı ve yanlış sonuçlara varmayı da beraberinde getiriyor. Sepette kalmak isteyenlere, bu kokuşmuş düzende kendisine verilen kırıntılarla yaşamaya razı olanlara sözümüz yok. Ama emekçiler daima onurlu bir yaşam için mücadele etmiş ve kapatılmak istedikleri tüm kafesleri el biriliğiyle parçalamaya çalışmış, çoğu zaman parçalamış, özgür ve insanca bir gelecek için mücadelelerini sürdürmüşlerdir. Emekçiler daha insanca koşullarda yaşamayı fazlasıyla hak etmektedirler. Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Yunus Çinçin (Eğitim emekçisi)

Evrensel'i Takip Et