6 Aralık 2009 00:00

BİRSEN TEZER:Şarkılarda savunduğunun aksine yaşayanı sevmiyorum

Tanımıyorduk. Ama güzel söylüyordu. Başka başka müzisyenlerin Bülent Ortaçgil şarkılarını yorumladıkları Şarkılar Bir Oyundur albümünde Çığlık Çığlığa şarkısıyla duydum sesini ilk kez. Kendi albümü yoktu. Her önüne gelenin albüm yapabildiği, kliplerini döndürebildiği ‘özgürlükler ülkesinde’ o, 20 sene sonra ilk albümü Cihan’ı yaptı. Harika sesi ve yorumuna rağmen yapımcıların oyuncağı olmayı reddetmiş ‘dik kafalı’ bir müzisyen Birsen Tezer. Dinleyici kitlesini yıllarca sahnelediği canlı performanslarla arkadaş edinir gibi tek tek edindi. Kendi albümünü yapmak için kendi şarkılarını yazmayı bekledi, bu cümlenin hayattaki karşılığının 20 sene olduğunu da bir kez daha belirtelim. Komşudaki hatunun iş yaparken şarkı söylemesi gibi, o kadar rahatsınız… Şarkı söylemek bağırmak değil, bakma Çığlık Çığlığa’da bağırıyorum ama o içten gelen bir şey o, kahkaha da atabilirdim mesela. Birsen Tezer kim diye sorulduğunda; “Çığlık Çığlığa’yı söyleyen” diyorsunuz hemen tanıyorlar. Bir başkasının albümünde bir şarkı söyleyip tanınmak çok garip değil mi? Aslında Light albümünde Ortaçgil’le Kimseye Anlatmadım’ı düet yapmıştık, nefis bir düettir. Ama adı sanı yok, Çığlık Çığlığa var ama; niye? Bence bağırdım diye. Türk halkı bağırmadan hoşlanıyor. ÜRETMEDİĞİNDE BAŞKALARINA MUHTAÇ OLUYORSUN Hep “bileğinizin hakkıyla” sahnede kaldınız. Albümsüz olmak büyük dezavantajdı değil mi? Yoldan geçenin albüm yaptığı bir dönemde yaşadım ben, şimdi daha farklı tabii… Ne değişti? Artık satış yok. “İlla bende bulunsun” denilecek albümler yapılacak artık sadece. 20 sene albümüm olmadı, insanlara ne yaptığınızı anlatamıyorsunuz. “Neden bu güne kadar olmadı, beceremediniz mi?” gibi sorularla muhatap oldum. “Vah vah vah” falan… Bunlar albüm yapmamak adına daha da kızdırıyordu beni. Neden olmadı gerçekten? Biraz dik kafalıyım, istediğim şeyi yapmak istedim. 92 yılında Günay’da şarkı söylüyordum, o dönemin en popüler yeri. Onno Tunç’u geliyor, Garo Mafyan’ı geliyor, “albüm yapalım”, iyi güzel yapalım… Ama şarkıları o seçecek, senin hiçbir söz hakkın olmayacak, sonra imaj maker seni bambaşka bir insana çevirecek. Neden bildiklerimi bildiğim gibi aktaramayayım insanlara? Bu yüzden hep ertelendi. Bir de üretmiyordum ben, kendi şarkılarımı yapmaya yeni başladım. O zaman da başkalarına muhtaç oluyorsunuz. Yapımcı ne derse o yani… O zamanlar öyleydi. Sonra kendi arkadaşlarımızla yapmaya giriştiğimizde de şarkı bulamadık. Beş şarkı buluyorsun ama adam “on tane lazım” diyor. İstemiyorsan başka şarkı söylemek, ne oluyor? Tak kalıyor, aradan on sene daha geçiyor. Cihan içinize sindi ama değil mi? Yüzde yüz… Tamamıyla arkasında duracağım bir albüm oldu. DAYATILMIŞ BİR ÜNLÜLÜĞÜM YOK Albüm satışları bittiğine göre artık “iyi olan kazansın” zamanı mı başlamış oluyor? Çıkıp aslanlar gibi canlı konser verebilenler yani… Aynen öyle oldu, ohhh, iyi oldu. Çok keyif alıyorum gidişatın böyle olmasına çünkü alışkın olduğum şeyi yapmaya devam edeceğim. Dayatılmış bir ünlülüğüm yok, onun rahatlığı var bende. Yıllarca sahne alarak tek tek topladım insanları, tek tek birbirimizi sevdik. Gelelim en garip konuya; durup durup şarkı yapmaya başlamak nedir? Bende bunu bilemiyorum, bir anda çıktı… Üç ömür sadece yorum yapsanız da yeterliydi ama… Etrafımdaki müzisyen arkadaşlarım da aynı şeyi söylüyordu. Ama ben takmıştım; niye benim ürettiğim bir şey olmuyor diye… Denemedim değil ama olmuyordu. Ta ki İstanbul’a dönünceye kadar, iki sene önce… Ben şanslıyım ki çıktı sözler, müzikler içimden, ya ömür boyu çıkmasaydı. SEVMEDİĞİMİN ŞARKISINI SÖYLEYEMİYORUM Ortaçgil’le kurduğunuz ilişki ve onun varlığının sizin dünyanızdaki yerini sorsam… Çok önemli tabii. ‘87 yılında ilk duydum Ortaçgil’i, sonra performans yaptığı her yere gittim, her konsere. Yıllarca o beni tanımadı, müzisyen olduğumu da bilmedi. Sadece bir dinleyicisi olarak takip ediyordunuz yani… Evet, beş sene geçmiştir böyle. Aynı mekanda şans eseri çalışmaya başladık, Grup Gündoğarken, Ortaçgil ve ben… Bir gece eski dostları, eşi bana geldiler. Kanun bölümüne denk gelmişlerdi, İstanbul türküleri söyledim. Yanıma geldi “Kız sen neler yapıyormuşsun?” dedi. Sonrasında dost olduk. Onun ne düşündüğünü bilemem ama aynı çizgide durmam artı puan kazandırdı galiba. Çıkıp pop albümü yapıp kolay yola sapmadım. Bir defa sahnede dinledi benden Çığlık Çığlığa’yı, birkaç ay sonra da “Bu şarkıyı senin söylemeni istiyorum” dedi. Yorumcu için ne tür söylediği fark eder mi,? Tür fark etmez ama sevmediğim şarkıyı söyleyemiyorum. Bir de çok gözlemciyimdir, özellikle popüler insanları… Hayal kırıklığı yaşarım, dedikleri gibi, yazdıkları gibi değildir endişesiyle kolay kolay kimselere yaklaşmam, Ortaçgil’e yaklaşmam o yüzden beş yıl sürdü. 20 senedir piyasada olup bu kadar dik durabilmek ilginç, piyasanın işleyişine aykırı bir defa… Tutacak şarkıyı söylersiniz, kural bu değil mi? O yüzden 20 sene geçti işte. Güzel şarkı yapan bir insan bence güzel adam, ya da güzel kadın olmalı… Eğer güzel değilse onun şarkısını dinlemeyi de reddediyorum. Yalan söylemiş oluyor o, benim için karakter, duruş çok önemli. Ortaçgil, Erkan Oğur, Gürol Ağırbaş o yüzden çok önemli, yaptıkları müzik gibiler. Doğrular… Yanıltmıyorlar insanı… Yazdığı şarkılarda savunduğunun aksine yaşayan insanı kabul etmem. Her şarkının bir ideolojisi mi var? Var, olmalı. Bir yazar için de böyle, yazdığının adamı olmalı. SOSYETE YÜZÜNDEN CAZ KONSERLERİNE YER BULAMADIK Değişik müzik türleri arasında çok kolay geçişler yapıyorsunuz? Bu yıllarca sahnede olmakla ilgili bir şey mi? Konservatuvara kadar sadece Batı müziği dinledim, -klasik değil ama, o konuda çok cahilimdir- Türk müziği konservatuvarına gitmek istedim, önce kendi kültürümü bileyim diye. Bu arada batıdan caza geçtim, araştırdım, kulağımı geliştirdim, böyle bir çeşitlilik çıktı. Ama kullanmayabilirdiniz hepsini… Elinde değil ki geliyor, kulağına yerleşmiş bir defa. “Ben caz dinliyorum” durumu öyle çok kolay yerleşmiyor insana. İlk başlarda karşı çıkıyor kulağın, bayağı eğitim gerekiyor. Marcus Miller’ı dinlerken mesela ürperirdim, o kadar garip sesler gelirdi ki Neden özel olarak caz için “eğitim şart”? Teknik ve enstrümanların çalış biçimi, adam ya da kadının oradaki yolculuğu… O insanın özeline giriyorsun dinlerken, nereye kadar uçabileceğini görüyorsun... Sana dikte edilmiş melodiler değil onlar. Bazı şeyleri dinleyebilmek ya müzisyen olmak lazım ya da hakikaten iyi alıştırılmış bir kulağa sahip olmak lazım. Oturup ders gibi dinlemek lazım cazı. Ama belli bir çıtayı aşınca sevmeye başlıyorsun. Konserlere gidiyorsun sık sık. Fakat sonraları içeriye girememeye başladık, bilet kalmıyordu… Neden? Sosyete merak sardı caza, biletleri bitiriyorlardı. “Ben caz dinliyorum” demek için, yalan tabii bana göre… Tanıyorum çünkü o insanları… Neden dinlermiş gibi yapıyorlar peki? Belki daha kaliteli oldukları düşünülsün diye. Sonra moda oluşuyor tabii, “aaa bende gideyim” oluyor. ERKEĞİN YAZDIĞI ŞARKIYI KADININ OKUMASI ZORDUR Albümünüzde farklı söz yazarları ve bestecileri var, ama hepsi aynı insanın elinden çıkmış gibi duruyor… Bunu keşfettiğiniz için tebrik ederim, ne güzel belli olması. O albümde bir hikaye var aslında; orada seçilmiş bütün şarkılar gayri ihtiyari bir dönemimi anlatıyor. Özellikle yapmadım ama öyle gelişti. Yorumculuk bizde hakkıyla yapılan bir iş değil. Her taraf canlı müzik dolu ama yorum yok… Kendi birikimleriyle kendisi gibi söyleyene yorumcu denir. Benden sonra Ortaçgil dinleyenler var; şaşkın durumdalar, farklı şarkılar gibidir çünkü. Bir erkeğin yazdığı şarkıyı bir kadının okuması da zordur, tercih de edilmez. Ama ben Ortaçgil’i yakın buluyorum kendime. Bunun cinsiyeti yok bence.
KOPYACI CAZCI ÇOK Cazın, üretildiği topraklarla nasıl bir ilişkisi vardır? Her yerde caz var, her kültürde var. Bizde de yapan çok ama kendi kültürünü kullanarak -Erkan gibi- yapan az, çok kopya var… O zaman ben dinlemek istemiyorum açıkçası. Bence cazcı, kendisini ama kendi kültürünün müziği içerisinde serbest bırakacak. Armoniler Amerikan ya da Avrupa cazında kullanılan armoniler olabilir ama onun içine kendi kültürünün müziğini yapıştırmak… Bunu başaranlar var. Caz dinlemeye Amerikan ya da Avrupa cazıyla değil de bu ülkenin motiflerinden kalkan bir cazla başlamış olsaydınız farklı olmaz mıydı? Çünkü caz dinlemek büyük bir eğitim ister demekle, caz halk müziğidir demek arasında bir çelişki oluyor gibi… İlk başta Erkan Oğur, Önder Foca ya da Gürol Ağırbaş dinleseydim bu kadar ağır ve aykırı gelmeyecekti bana, o da olabilir. Daha yumuşak bir geçiş olurdu belki. Ama bu kadar efor sarf ettiğim için memnunum, şimdi büyük keyif alıyorum. Ben caz yapmıyorum bu arada bana göre… Niye ki? Enstrümanist arkadaşlarım yapıyorlar. Onların yaptığı müziğin içinde kaybolmaktan çok hoşlanıyorum. Belki onların katkısıyla caz yapıyor gibi duruyor olabilirim. Caz yapıyorum diyemem ama doğaçlama yapıyorum evet. Buna caz deniyorsa evet caz yapıyorum. Çok da umurumda değil açıkçası sınıflandırmak.
SİGARA İÇENLERİN DE ÖZGÜRLÜĞÜ VAR İyi bir tiryakisiniz, ‘sigara sese zararlıdır’ derler… Bana “Alkol alıyorsun, sigara içiyorsun sesinde bozulma olmuyor mu?” diyorlar. Hayır olmaz; çünkü onu kullanmanın tekniğini biliyorum. Ayrıca dinlediğimiz bütün caz vokalleri de sigara kullanıyordu. Yani sigara asla sesi değiştirmez mi? Tersini söylerler ama bana göre teknikle hallediyorsun. 20 senedir söylüyorum bir etkisini görmedim, pesleşmiştir belki ama bence daha güzel oldu bu. Bende sigaranın yararlarını arıyordum… Sigaranın şöyle bir yararı var; eğer içiyorsan seni rahatsız etmiyor. Yıllarca kapalı mekanlarda söyledim, bıraktığım zamanlarda mesela bunalıma girdim, söylemek çok zordu… Sahnede yarım saatte bir sigara molası veriyorsunuz. Adeta yasağa karşı bir tepki gibi… Ne diyorsunuz bu yasağa? Biz sigara içenlerin de özgürlüğü var. Sigara içilen mekanlar, içilmeyen mekanlar olmalı. Herkes özgür olacak. Sigara içmeyen bir kişi olsa bile çok rahatsız oluyor, bende onları bu hale sokmak istemem. Onlar gitsin başka yerlerde müzik dinlesinler, biz sigara içenlere ya da sigara içilmesinden rahatsız olmayanlara çalalım.
AŞKTA HUZUR YOK Şarkılardaki aşkla gerçek hayattaki aşk aynı mıdır? Benimkiler de aynı, ben öyle yaşıyorum. Beni birileri yakacaksa ille de sen yak, diyorsunuz, aşk illa yakacak mı yani? Tek özgürlüğümüz kimin yakacağını seçmek mi? İlla yakacak ve illa bitecek. Aşkta özgürlük falan yok, mahvolduğun andır, yapacak da bir şey yoktur. Yanmayım diye kolladığında o aşk olmaz. Aşkta huzur yok, sevgi yok, sadece tutku var, yanma ve yakma var… “20 senedir birbirimize aşığız” diyenler yalan mı söylüyor? 20 sene mi? Yok öyle bir şey. Bitmezse ölürsün zaten, bitmesi gerekir. Aşkın üretkenlikle ilgisi nedir peki, arttırdığını söylerler? Hayır, hiçbir şey yapamazsın aşıkken, bitmeye yakın ya da bittikten sonra belki. Aşıkken yazmayı, çizmeyi düşünme durumun yok bence.
Devrim Büyükacaroğlu

Evrensel'i Takip Et