24 Ocak 2010 00:00

Ne şanşlı adamım ki Roman doğmuşum

ihayet Hüsnü Şenlendirici magazin basınından kurtuldu da onunla klarnetini ve yaslandığı müzikal geleneği konuşma fırsatı doğdu.

Paylaş

ihayet Hüsnü Şenlendirici magazin basınından kurtuldu da onunla klarnetini ve yaslandığı müzikal geleneği konuşma fırsatı doğdu. Şenlendirici, birçok “ünlü Roman”ın aksine hiçbir zaman Roman kimliğini inkar etmedi, hep övgüyle bahsetti. Bütün Romanların yeteneği konusunda üzerinde anlaştığı tek isim olabilir, bu tutumunun da etkisiyle. 34 yaşındaki klarnet virtüözü bir sene sonra klarnetle 30 yılı geride bırakacak. Artık klarnete kaç yaşında başladığını siz hesaplayın.
Her genç klarnetçi şimdi onun tarzını ve klarnet çalma üslubunu taklit ediyor. Hepsi klarnetinde “Hüsnü Tonu” çıkarmaya çalışıyor, hatta küpe takıyor. Hüsnü’nün bugün başına bir şey gelse 30 sene onun klarnetini konuşuruz. Neden mi? Kısaca sayalım; Hüsnü’den sonra orkestrada klarnet tartışmasız tek solist oldu, Hüsn-ü Klarnet albümü memlekette en çok dinlenmiş enstrümantal albümdür sanırım, kurduğu ve uzun zamandır ses soluk çıkmayan Laço Tayfa grubu bu memleketin başına gelmiş en harika müzikal şeylerden biridir. Tabii klarneti yanında, ait olduğu mahallelere dönük tehditleri; Selendi’yi ve Sulukule’yi de konuşmayı ihmal etmedik.

Nasıl bir mahalle ve aile içine doğdun?
Ben doğuştan şanslı bir adamım. Bir defa müzisyen bir ailenin çocuğuyum. Hem annem hem babam… Babam profesyonel müzisyendi, anneme de 83 yılında albüm yapıldı, çok iyi şarkı söyler, ama sonradan vazgeçildi çıkartılmadı albüm. Dedelerim klarnetçiydi; annemin babası Fahrettin Köfeci’nin enstrüman kiraladığı bir dükkan vardı, benim oyun alanım orasıydı, orada büyüdüm. Hem ayakkabı tamiri yapıyordu dedem hem de enstrüman kiralıyordu. Duvarda klarnet, trompet, davul… Onlarla oynarken başladım çalmaya… Hemen hemen yürümeyi konuşmayı öğrenirken enstrüman çalmayı öğrendim. Etrafımda birçok farklı enstrümanı çalan insan vardı. Dedem bana iki parça öğretti; Harmandalı ve Mastika, ondan sonra ufak ufak detaylar… Sonrasında ben kendi kendime alıp götürdüm. Çok küçük yaşta koca adam gibi çalıyordum. İlkokulu bitirene kadar Bergama’da kaldım, sömestir tatillerinde İstanbul’da ailemin yanına geliyordum. Geldiğimde babamla çalıştığı pavyona, müzikhole, oraya buraya gidiyorduk.

Köy düğünlerinde çalıyor- muydun?
Tabii çok çaldım… Yedi yaşında falan başladım düğünlerde çalmaya. Klarnet de değil trampet çalıyordum, trompet değil… Bergama’da öyledir orkestra; klarnet, trompet, trampet ve davul. Keman, kanun falan yok Bergama düğünlerinde. Balkan ülkelerine yakın enstrümanlar vardır bizim oralarda.

Baban Ergün Şenlendirici’nin trompeti bütün dünyayı özellikle cazcıları şaşırtıyor. Çünkü anlı şanlı bir Batı enstrümanını böyle kıvrak, oryantal kullanmak çok garip…
Babamın farkı sadece batı müziği çalmıyor oluşuydu. Trompetle Türk müziği çalabiliyordu. Kendini iyi geliştirdiği, genç yaşta Bergama’dan çıkıp farklı müzisyenlerle çaldığı için özel bir trompetçiydi. Trompetini Bergama’dan alıp New York’a kadar taşımıştı. Ben sadece ondan aldığım bayrağı güzel bir şekilde taşımaya çalışıyorum.

Şenlendirici soyadı nereden geliyor?
Galiba Atatürk koymuş. Geçen Bergama’da bir takvimin yaprağında okudum bunu. Atatürk Bergama’ya geliyor, tabii ki müzikle karşılıyorlar, Hüsnü dedemle babası çalıyor. Atatürk “Soyadı verdiler mi size?” diye soruyor, bizimkiler “Yok, işte biz şunlardanız” deyince “sizin soyadınız Şenlendirici olsun” diyor. Türkiye’deki Roman müzisyelerin büyük çoğunluğunun soyadları müzikle alakalıdır; Şenmızrap, Özüfler, Zurnacı, Gırnatacı, Şenyaylar gibi…
ROMAN MAHALLELERİ DIŞARIYA KAPALI
Roman mahalleleri açık hava konservatuvarlarıdır desek doğru olur mu?
Açık hava konservatuvarı ama kendilerine açık, dışarıya kapalı. Dışarıdan ancak çok meraklı biri gelip bir şey öğrenebilir, çok fazla şansı da olmaz.

Mahalle olmasa bu konservatuvar ortamı yaratılabilir mi?
Olmaz, çünkü mahallede “Niye klarnet çalıyorsun bu saatte?” falan diyemez kimse. Çünkü o da çalıyor öbürü de… Onun çocuğu da davul, darbuka çalıyor.

Bir yandan mahallede yetişip etnik olanı alıyorsun ama dışarı çıkmadan, etnik olandan “sıyrılmadan” gelişmen de mümkün olamıyor mu?
Etnik olandan sıyrılmak değil, etnikle kendini besleyeceksin, etnik olay hiç bitmez çünkü. Etniğe doyamazsın zaten ama bunun yanında okulla birlikte olayı biraz daha teoriye dökersen; genetikten, mahalleden aldığını okulla perçinlersen o zaman çok güzel bir yere götürebilirsin.
ÖNCE ATTILAR SONRA ÖDÜL VERDİLER
Hali hazırda profesyonel müzisyen biri olarak konservatuvar okumanın kolaylıkları, zorlukları nedir?
İlkokuldan sonra girdim İTÜ Çalgı Eğitim Bölümüne. Lise 1’e kadar okudum. Dört sene klarnetle klasik batı müziği çalınca teknik olarak da klarnetin farkına vardım.

Kulakla her şey çözülmüyor yani? Bazıları okumamayı meziyet sayar ya…
Öyle düşünenler kara cahil, şansı olup da okumayan adamlar da tembel; zaten bir yere kadar gider ve tıkanırlar. Sadece okulla da olmaz, piyasada çalarak da kendini geliştirmen lazım. Okullarda maalesef piyasada çalışanlara karşılar, gıcık oluyor sayın hocalarımız. Ama piyasada çalışmadan olmaz bu iş.


Sadece konservatuvar eğitimi alıp asla doğaçlama yapamayan, notasız enstrümanına dokunamayan insanlar var, o da fena değil mi?
İşte piyasada çalışmadığı için orada tıkalı kalıyor. Notası olmadan çalamadığı gibi notası olmadan ezberleyemiyor bile. Bin kere çalsa yine notayla çalıyor. Artık robotlaşmış müzisyen onlar. Birçok tanıdığım var böyle; onlar da şikayetçi bu durumdan.
Okuldan atılma hikayesi nedir?
İngilizce yüzünden kaldım iki sene üst üste, attılar işte. Sonra çağırıp ödül verdiler, birkaç plaket. İşin enteresan taraflarından biri de şubat ayında New York’a gidiyorum, on konserlik bir turne var. Biri çok önemli, Boston’a gidiyorum, Berkeley Jazz Okulu’na, seminer ve konser vereceğim. Buradan atsınlar seni, sen Berkeley’de seminer ver. Kimseyi tenkit etmek istemem tembelliğimden atıldım ama okusaydım daha iyi şeyler yapardım.

İyi bir klarnetçi olmak başka bir şey ama klarneti sen üflediğinde kimin çaldığını tanıyoruz… Erkan Oğur öyledir, Mısırlı Ahmet sonra…
Enstrümanla yaşadığında, hem o senin hem de sen onun bir parçası olabildiğinde oluyor.
Çalmak için çalmıyorum ki ben klarneti.
IRKÇI KENDİNE GÜVENMEYEN İNSANDIR
Romanlar yıllardır etnik ayrımcılıkla karşı karşıya, “Biz de bu toprakların çocuklarıyız aynı nüfus cüzdanını taşıyoruz” deseler de hep horlandılar, itilip kakıldılar…
Biraz da bizden kaynaklanıyor çünkü biz hep bir arada yaşamayı seviyoruz. İster istemez ekşın olabiliyor zaman zaman. Ordan çıkmak bizim elimizde. Sosyal, kültürel olarak pek fazla geliştirmiyoruz kendimizi; okuma durumu zayıf.

Selendi’deki olayda Romanlara “Bizim mekanlara kahverengiler giremez” denmişti…
Has…ler Geçen Romanlarla ilgili ne diyorlar diye internete baktım, aman allahım, rezalet. Bunları bilinçlendirmek bizim elimizde. Soyadımızı değiştirirsek nasıl olacak? Daha uzun bir yol var önümüzde. Biz üstelik yaşadığımız ülkenin nizamıyla, bayrağıyla da barışığız. Türklük de önemli Romanlar için. Roman bizim alt kimliğimiz, üst kimliğimiz Türk, Türk Romanı’yız biz.

Yıllardır Romanlar abartılı bir vurguyla “Biz Türküz” diyor. Oysa dünyanın dört bir yanında var Romanlar ve ben İspanyol’um, Yunan’ım demiyor, Romanım diyor…
Kim Türk olduğunu iddia edebilir ki zaten? Mesele bu değil. Ayrımcılık ve önyargılar var tabii Romanlara, ırkçılık işte bu. Irkçı kendine güvenmeyen insandır bence. Kahverengiymiş… Kendi rengi neymiş? Bölücü işte bu zihniyetler, asıl bölücü onlar.

KENDİNDEN UTANANI HER ZAMAN AŞAĞILARLAR
Romanlar tarafından çok sevilen birisin. Romanlar bir müzisyeni kendilerinden olsa bile kolay kolay sevmezler…
Hiç itici gelmedim onlara, hani çok iyi çalarsın da hoşlarına gitmezsin. Neredeyse bütün Roman mahallelerini dolaştım, hepsinde seviyorlar. Ben köklerini unutmayan, onlara bağlı yaşayan bir adamım. Sosyal ve eğlenceli bir adamım, herkesi güldürürüm.

“Ben Romanım” demeseydin, eğlenceli olman kâr etmezdi ama değil mi?
Tabii, aslını inkar eden kafirdir. Soyadı Romanlığı çağrıştırdığı için değiştiren arkadaşlar bile var aramızda.

Hadi canım, neden?
Utanıyor adam Roman olmaktan. Babasına ihanet ediyor yani. Müzik camiasında o kadar öndeler Romanlar, büyük kısmı ellerinde piyasanın. Kaset, plak dünyası dışında; TRT’de, senfonilerde, operalarda… Bu kadar iyi işler yaparken Romanlar, insanlar hâlâ Kumkapı’da koltuğunun altında “abi çalayım mı?” diyen müzisyenler zannediyor bizi. Senin, benim gibi müzisyenleri görecekler ki “bu da var, bu da var” diyecekler. Sen soyadını değiştirirsen, kendinden utanırsan seni her zaman aşağılayacaklar. Asıl o arkadaşları ben aşağılıyorum. Şenlendirici soyadımdan, Romanlığımdan gurur duyuyorum. Ne şanslı adamım ki Roman doğmuşum, müziğin içine doğmuşum.

SULUKULE YIKILDI İSTANBUL KAYBETTİ

Vakt-i zamanında Sulukule’de eğlence evlerinde çalmışlığın var, hatta oranın yetiştirdiği son kuşaktansın… Ne düşünüyorsun yıkımlarla ilgili…
12-13 yaşlarında çaldım Sulukule’de, enteresan yerlerdi. Yavaş yavaş sildiler oraları, yerine de bir şey koymadılar. Oradaki insanları apartmanlara yerleştirmeye çalışıyorlar, farkında değiller ki bir kültürü yok ediyorlar. Oraya turist gelirdi, insanlar geçinirdi. Orayı sağır, kısır bir duruma getirdiler. Yıktıklarına bir şey diyemiyorum, çok iyi durumda yerleşimler değillerdi oralar, ama yerine bir şey koymadılar. Kendileri kaybediyor, İstanbul, Türkiye kaybediyor.

Sulukule’den attıkları Romanlara TOKİ apartmanlarına taşıyacaklar ya, Romanlar da “küçük olsun ama bahçeli evimiz olsun apartman dairesinde yaşayamayız” demişler...
Yüzyıllarca göçebe olarak yaşamış bir toplum. Henüz yerleşik düzene alışmaya çalışıyor. Apartmana girdin mi her şey biter, renkler kaybolur, sıcaklık kaybolur. Roman, kıyafetiyle, dansıyla, müziğiyle, yaşayışıyla ve kiremitli, aşı boyalı evleriyle Roman. Sulukule’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ben Sulukule’yi gördüğüm için kendimi şanslı sayıyorum. Bir de hiç başkaldıran bir ırk değil Romanlar, bugün bulup bugün yaşıyorlar.

Belki de göçebe psikolojisi, yabancı hissetmekten ses çıkarmıyorlar…
Mahallelerinde değil ama dışarıda bir yabancı psikolojisi var, doğru. Ondan mahallelerine kapanıyorlar belki.
ÖNCEKİ HABER

Minervanın Baykuşu

SONRAKİ HABER

Asya-Pasifik’te bu hafta (129)

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...