27 Nisan 2010 01:00

1 Mayıs’ta Küba’da olmak


Büyük bir heyecan ve merak içinde José Marti havaalanına indim.
“Hayır, giremezsiniz” diyor görevli. Çok kararlı. Endişeleniyorum. Havana’ya gel ve geri dön! Olacak iş mi bu? “Vizeniz yok” diyorlar. Özel benim pasaportum diyorum. Ayrıcalık falan yok. “Giremezsiniz.” Ne yapabilirim ki? Birden, Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal’ın verdiği mektup geliyor aklıma. Sayın Abascal’ın, Giron, Domuzlar Koyu direnişçilerinden bir kahraman olduğunu kitaplardan biliyordum. Benim bir kez daha kahramanım oldu. Verdiği mektubu gösteriyorum ve girebiliyorum Küba’ya.
Dışarıda rehber bekliyor şoförle birlikte. İvan. ICAP (Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü) Avrupa sorumlusu. Bir de Finli Matti var benimle. Elbette oldukça eski model bir arabayla doğru kampımıza gidiyoruz. CIJAM (Campemento Internacionale Julio Antonio Mella) Küba ile uluslararası dayanışma kampı. Gönüllüler çalışmaya ve Küba ekonomisine destek vermeğe geliyorlar buraya. Kampa adı verilen J.A.MELLA (1900-1927), Latin Amerika’da işçi sendikalarını örgütleyen ve ilk grevle üniversitelerde ilk boykotu gerçekleştiren Kübalı. Küba tarihinin en baskıcı diktatörü olan Gerardo Machado y Morales (29 Eylül 1871-29 Mart 1939) tarafından öldürtülmüş Marxçı bir önder. Kampımız, Havana’ya kırk kilometre uzaklıkta. Geçerken Havana çevresini ve duvarlardaki resimleri gözlerimizle yutuyoruz.
Kampa geldiğimizde, bizden önce kampa yerleşmiş onlarca yoldaşla karşılaşıyoruz. Bunlar bir aile mi ki? Daha dün bir bugün iki; ne bu muhabbet? Herkes devrim tarihi kadar eski dost.
Her ülkenin en değerli evlatları bunlar; saygı duyuyorum ve seviyorum onları.
Koğuşta İtalyan, Panamalı, Arjantinli, Alman, Finli yoldaşlarla kalıyorum.
Massimo Almanya’da doktora yapan bir İtalyan. Theo tiyatrocu olduğunu söylüyor; Alman. Panamalı yoldaş, Panama Kanalı’nın işli olduğu bir tabak altı veriyor bana. Şimdi masamda. Hep anıyorum O’nu. Matti, saçlarını Afrikalılar gibi ördürmüş de ördürmüş. İçi de kızıl, saçı da. Arjantinliler, Ché’nin hemşehrileri; daha ne diyeyim?
Muhabbet, uyku ve sabah! Önce horoz sesi, sonra Guantanamara şarkısı ile uyandırılıyoruz.
Kahvaltı için sıradayız mutfak önünde. İranlı yoldaşlarla tanışıyorum. Çok mu çok çile çekmişler. Gelir gideriz hâlâ birbirimize. Küba’nın tropikal meyveleri ve hamburger ekmekli sandviç ve sütle yapıyoruz kahvaltımızı hep birlikte. Küba’da organik tarım yapılıyor ve her çocuğa bir litre süt, ücretsiz veriliyor. Biz de her sabah nasipleniyoruz bundan.
Sabahları kampta paneller, söyleşiler yapılıyor. Kah Küba ekonomisi konuşulup tartışılıyor, kah dünyanın bugünkü siyasal, ekonomik koşulları. Daha sonraları nerelere gitmiyoruz ki?
Narenciye bahçesinde bir gün, diğer bir gün de sağlık ocağı yapımında çalışmaktayız. Matanzas’a gidiyoruz göz hastanesine. Sanat okullarını geziyoruz. Devrim Müzesi bir başka gün geziliyor. Giron’a gidiyoruz, Domuzlar Koyu Müzesi’ne. Ché’nin “Gerçekçi olun, imkansızı isteyin” demekle neyi kastettiğini anlıyorum burada. İnanılır gibi değil! Basit makinalı tüfek ve tabancalarla; ABD’nin, uçak gemisiyle, istihbaratıyla, lojistik ve siyasal olarak destek verdiği karşıdevrimcileri esir almışlar. Küba’nın şehitlerini saygıyla selamlıyor
ve ayrılıyoruz Giron’dan. Ché’nin anıt mezarı Villa Clara’da. Derin bir saygı ve devrimci hayranlıkla, bebek Ché’den, gerilla lideri Ché’ye kadar müzeyi geziyoruz önce. Sonra kendisi gibi gerilla önderi olan otuz yedi yoldaşıyla bir odada yatan Ché’nin mezarı başına geçiyoruz.
İçimizi derin bir hüzün, gözlerimizi yaşlar kaplıyor. Türkiye’nin çocukları da geliyor aklıma bu arada. Anıt mezardan sonra, zırhlı tren baskınının yapıldığı Villa Clara kent merkezine gidiyoruz. Açık hava müzesi yapılmış, Ché’nin bu muhteşem zafer alanı. Batista’nın sonu olmuş bu baskın. On sekiz gerilla dört yüz seksen Batista askerini esir alınca, Batista, Küba Merkez Bankası’nı soyup kaçmış ABD’ye.
Geceleri de boş geçmiyor tabii. Kimi geceler kampta her ülkeden yoldaş, ülkesinin kültüründen ses, görüntü vb. sunuyor. Söyleşiler yapılıyor. Kimi geceler de Tropicana gibi 1930’dan beri çalışan gece kulüplerine gidiliyor. Ama herkesin aklı 1 Mayıs törenlerinde. Ve sonunda beklenen gün geldi çattı: 1 Mayıs!
Sabahın dördünde kaldırılıyoruz. Önce güvenlik kartları dağıtılıyor. Sonra da alana girmemizi sağlayacak diğer bir işaret olarak ta 1 Mayıs yazılı, Küba bayraklı fanilalar. Herkes iyice heyecanlanıyor. Kahvaltı hazır, ama kimde yiyecek hal var ki? Akıllar 1 Mayıs’ın kutlanacağı José Marti Meydanı’nda. Bir an önce yola çıkılsın isteniyor. Sabahın kör karanlığında biniyoruz otobüslerimize. O da ne? Yollarda konvoylar halinde insanlar, düşmüşler 1 Mayıs yollarına! Bir kez daha şaşırıyoruz. Bunca kilometre yürüyerek...
Meydana yaklaştıkça kontroller sıklaşıyor. Denetime seçilmiş gönüllü görevliler de katılmışlar. Kartlarımız ve fanilalarımız bize geçişte kolaylık sağlıyor. Zaten rehberimiz var parti üyesi ve grup halindeyiz.
Biz konuşmaların yapılacağı yerdeyiz. Tan yeri ağarıyor. Küba bayrakları, kızıl bayraklar, her ülkeden diğer bayraklar. Amerika Birleşik Devletleri’nde hukuka aykırı tutsaklıkları devam eden Kübalı beş kahramanın resimleri. Tam karşımızda Küba tarihi boyunca özgürlük ve sosyalizm uğruna toprağa düşmüşlerin fotoğrafları var. Hiçbiri unutulmamış ve o kadar çoklar ki. Ortalık iyice ağarınca muhteşem kalabalık tam seçilir oluyor. İşte bu kalabalığın coşkulu çığlıklarından töreni başlatacakların geldiklerini anlıyoruz. Kurulu platformdaki dünya basınından gazeteci ve televizyoncuların bir noktaya odaklanması da bunun kanıtı oluyor. Yüreklerimiz güp güp. Evet, Raûl Castro hemen birkaç metre yukarımızda görünüyor. Yanında yoldaş gerilla komutanları, sendika başkanları. Heyecan ve coşku dorukta ne kelime? Raûl el sallıyor herkese, yüzü gülüyor. Uğruna ölümlere gidip geldiği devrimin ürünü özgürlük, eşitlik, kardeşlik, mutluluk; elle tutulur gözle görülür en somut haliyle yaşıyor gözlerinin önünde. Küba ulusal marşı ve Enternasyonal’den sonra Raûl konuşmasını yapıyor. Küba İşçi Sendikaları Sekreteri Yoldaş Valdez de son sözü söylüyor törende. Çok heyecanlanıyor, duygulanıyoruz. Gözlerimiz…
1 Mayıs yürüyüşü başlıyor. Kortejin ucu bucağı yok. Dövizler, pankartlar, marşlar. İşçi sendikaları, gençlik örgütleri, halk örgütleri, devrim koruma gönüllüleri, dünyanın dört bir yanından gelmiş yoldaşlar…
Saatler ve saatler sürüyor halkın geçmesi. Çoluk çocuk tüm Küba meydanda, yürüyüşte. Anlıyoruz neden sabahın köründe yollara döküldüğümüzü. Akşamüstüne kadar sürüyor geçiş. Raûl ayakta selamlıyor geçenleri.Yürüyüş kolundaki yaklaşık iki buçuk milyon kişi de ellerindeki döviz ve posterleri tribüne, Raûl ve arkadaşlarına doğru göstererek selamlıyorlar Onlar’ı. Ché’nin mahsun gülüşlü posteri geçerken içimi bir hüzün kaplıyor. Değerli can yoldaşları O’na bakmakta ve saygıyla selamlamaktadırlar kendini ve O’da onlara sevgi ve selamını yollamaktadır hüzünlü gülüşüyle.
Tören ancak öğleden sonra saat 15.00 sıralarında bitiyor.
Sonrası gün Kongre Merkezi’ndeki paneldeyiz. Tüm dünyadan konuşmacılar var. Panelin açılış konuşmasını yapan, artık tanıdık biri: Küba İşçi Sendikaları Konfederasyonu Sekreteri Valdez Yoldaş. Panelden sonra kongre salonundaki kalabalıkla yemeğe geçiyoruz. Valdez de herkes gibi sırasını bekliyor. Sen 1 Mayıs konuşmasını yap, dünya izlesin ve gel sıraya gir.
Vay canına!
Kampa dönüyoruz. Çok keyifliyiz. Ülkeme böyle 1 Mayıslar diliyorum.
Ve sonunda kamp bitiyor. Kalplerimizi veriyoruz birbirimize. Ayrılık çok zor oluyor hem Küba’dan hem yoldaşlardan.
Ertuğrul Barka
(JM Küba Dostluk Derneği İzmir Şub. 2.Bşk.)

Evrensel'i Takip Et