15 Kasım 2010 00:00

ABDULLAH DEMİRBAŞ:Bu işi iki Abdullah çözer


‘Çok dilli belediyecilik’ anlayışı ile bir ilke imza atmış olan Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, devletin yeni bir anayasa ile kendisini demokratikleştirmesinin, PKK’nin de KCK’lileşerek siyasallaşmasının çözümün önünü açacağını dile getiriyor ve ekliyor, “Bu Türklerin de, Kürtlerin de yararınadır.”
MİSAFİR KÜRT İMAM
2004’te yüzde 56 oyla Diyarbakır’ın Sur ilçesinin Belediye Başkanı seçilen Abdullah Demirbaş’ın görevine, resmi dil Türkçenin yanı sıra Kürtçe, Arapça, Ermenice, Süryanice, Keldanice, İngilizce dillerinde belediye için hizmet broşürü bastırmış olması nedeniyle son verilmişti. Ancak, halk, özgürlükçü tutumu nedeniyle başı dertten kurtulmayan başkanlarına sahip çıktı. Demirbaş, 2009’da yeniden Sur Belediye Başkanı seçildi. Oyunu da yüzde 66’ya çıkararak. Ne var ki, adeta halkın ikinci kez göstermiş olduğu bu iradeye inat, bu kez de ‘KCK davası’ adı altında yürütülen davanın sanığı durumunda Abdullah Demirbaş.
Sağlık durumu dışarıda tedaviyi gerektiren Demirbaş’ın tutuklanarak cezaevine konması, yurt içi ve yurtdışında tepkilere neden oldu. Bu baskılar sonucu, tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmiş olan Demirbaş ile, Diyarbakır’da görülen tarihi davanın son duruşmasından bir gün önce Sur Belediyesi’ndeki odasındayız.
O arada odada bir de imam var. Bazı taleplerini iletmek üzere Demirbaş ile görüşmeye gelmiş. Görev yaptığı camide ufak çaplı bir tadilat yapmak için biraz taş ve biraz da ağaç istiyor. Demirbaş ile Kürtçe konuşuyorlar. Demirbaş da, son derecek sıcak ağırladığı konuğuna talepleriyle ilgileneceğini söylüyor. Onu yolcu ettikten hemen sonra da, belediyeden bir yetkiliyi çağırıyor ve en kısa zamanda imamın taleplerinin karşılanması talimatını veriyor. İmam önceki seçimlerde AKP’ye, son seçimlerde ise BDP’ye çalışmış. Demirbaş’ın bu tür talepleri, yardımcıları aracılığıyla değil de, doğrudan birebir görüşürek dinlemesinin misafirde, nasıl bir memnuniyet yarattığını görebiliyoruz.
MAKAS GİDEREK AÇILIYOR
Ardından sohbetimize başlıyoruz. Öncelikle Demirbaş’ın altını çizdiği şu ifadesiyle başlayalım: “Giderek aradaki makas açılıyor. Eğer bu jenerasyonla çözülmezse, geriden gelen jenerasyonla bu işi çözmek çok zor. Ben bunu kendimden biliyorum. Benim gücüm kendi oğluma yetmedi. Demokratik siyaset alanında kalması gerektiğine ikna edemedim. Sanıyorum binlerce Kürt ailesi de bu sıkıntıyı yaşıyor.”
Peki, gelinen aşamada ne yapmalı? Demirbaş bu açıdan devletin de, PKK’nin de kendisini hazırlaması gerektiğine işaret ederek şöyle devam ediyor: “Devletin demokratikleşmesi demokratik anayasa ile PKK’nin siyasallaşması KCK’lileşmesiyle olur. Kürtlerin silahlı moddan demokratik siyasi moda geçişiyle, devletin demokratik anayasaya geçişi Türkler ve Kürtlerin, çözüm için ortak paydasıdır bana göre.”
Bunun her iki tarafın kazanacağı bir bakış açısını olduğunu dile getiren Demirbaş, birleşik kaplar teorisini örnek vererek, ‘Eğer silahlı alanın daraltılması isteniyorsa, o zaman yasal alanın genişletilmesi, demokratikleştirilmesi gerekir. Onurlu çözüm de böyle olur. Ama siz tasfiyeyi dayatırsanız bu onurlu çözüm olmaz” diyor.
‘BU İŞİ İKİ ABDULLAH ÇÖZER’
Demirbaş çözüm üzerine konuşurken, ‘Peki bunu kim yapabilir?’ diye soruyor ve devam ediyor: “Bana göre iki Abdullah yapar. Birisi devleti, tek dil, tek millet yaklaşımından, ‘farklılıklar zenginliğimizdir’ noktasına getiren Abdullah Gül, diğeri Kürtleri bağımsız birleşik Kürdistan’dan demokratik cumhuriyet içinde demokratik çözüme getiren Abdullah Öcalan. İkisi, Türklerle, Kürtlerin ortak paydasını buluşturan iki aktördür. Bu aslında iyi bir şanstır da bana göre.”
Bu arada, Demirbaş’a, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Londra’ya uçarken yaptığı, ‘Anadilde savunma olabilir ama mahkeme safahatının bir mücadele aşamasına dönüştürülmesine de kimse izin vermez’ sözlerini hatırlatıyoruz.
‘GÜL’ÜN SÖZLER ÜRKEK OLUMLAMA’
“Bu bana göre ürkek bir olumlamadır” diyor ve devam ediyor:
“Ben öyle değerlendiriyorum. Ben çok negatif değerlendirmiyorum bunu. Ama şimdi şu çok önemli. Cumhurbaşkanı öyle diyor ama, devletin çözümden yana olmayan kesimi bunu tam tersine engelliyor. Şimdi ben şöyle bir şey söylüyorum: 29 Ekim’de Sayın Gül, ‘silah olursa olur olmazlaşır’ dedi. Bana göre, diğer Abdullah’ın da 31 Ekim’den seçimlerin sonuna kadar ateşkesi uzatması buna bir yanıttır. Yani bu aslında bir diyalog ve müzakerenin başlangıcını ifade ediyor bana göre. Bu hani karşılıklı aynı masada oturma değildir. Bu çözüm içinde yer alan siyasi aktörler ve örgütler veya kesimler, aslında dolaylı olarak kendi belirledikleri yol haritasını hayata geçiriyorlar. Bence olumlu olan da bu. Ama bu risktir de aynı zamanda. Bir kere güvenin tesis edilmesi gerekiyor. Halen devletin tek yanlı ateşkese rağmen operasyonları sürdürmesi güven sarsıyor. Halen barajın indirilmemesi güvensizlik yaratıyor. Niye? Çünkü siz Kürtlerin demokratik temsiliyet alanlarını genişletmediğiniz sürece, demek ki Kürtlerin siyaset yapmasını halen istemiyorsunuz.” (Diyarbakır/EVRENSEL)

DEVLETİ YÖNETENLER EMPATİ YAPSIN
Bana göre devlet silahlı değil siyasi mücadeleyi istiyorsa onurlu bir barıştan yana olmalıdır. Yani bu insanlar ekonomik nedenle dağa çıkmadılar, daha piknik yapmaya da gitmediler. Yani bir insan canında çok küçük bir şey için de gitmiyor. Oraya giden aynı zamanda kefenini götürüyor. Empati yapsınlar o anlamıyla söylüyorum. Yöntem olarak tabii ki ben şiddetten yana değilim. Ama ortada bir gerçektir bu. Yapılacak bütün formülasyonlar bu insanların onurunu rencide etmemelidir. Bu çözümsüzlüğü getirir. O nedenle olacaksa onurlu bir barış olmalıdır. Çözüm için, Türler Kürtlerin, Kürtler de Türklerin hassasiyetlerine önem vermeli. Bu noktada kurulacak denge ve bunun için kullanılacak üslup çok önemli.

‘DAVA ÇÖZÜMÜN ANAHTARINA DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR’
Bana göre, eğer istenirse KCK davası aynı zamanda bir çözüm davası olabilir. Ama, Kürtçe savunma hakkı Lozan’ın 39\5inci maddesinde çok açık tanınmasına rağmen karar vericiler kendi anayasalarına kaynaklık eden Lozan’ı tanımıyorlar. Türkiye cumhuriyetinin kuruluşunu sağlayan Lozan anlaşmasıdır. Lozan’ın hükmünü uygulamama aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşumu tanımamaktır.
Bunu uygulamaları toplumda rahatlık sağlayacak. Demek ki Kürtçe savunma hakkı tanınıyor, demek ki gelişme var, denilecek. Pozitiftir. İkincisi, davanın süreci içinde aslında KCK’nin beraat etmesi demokratik siyaset alanının olumlanması olur. Yani çözümsüzlüğe neden olan dava, aslında Türkiye’de çözümün anahtarı olur. Diyalektik anlamda şöyle bir şey vardır. Bulabilirseniz her olumsuzluktan bir olumluluk çıkarırsınız. Şu anda Türkiye’nin karar vericilerinin bir şeyi görmesi lazım. Bu dava tutuklanmaların yarattığı olumsuzluğa rağmen, çözüm isteyenlerin elini güçlendirebilir. Bu davanın beraat etmesi, anadilde savunmaya imkan vermesi, Türkiye’de demokratik cumhuriyet yolunda çok büyük bir aşama kaydetmesine neden olacaktır. Ama, şu aşamada çözümü istemeyenler daha güçlü görünüyor.
Fatih Polat

Evrensel'i Takip Et