6 Aralık 2010 00:00

Filmi izlerken “Biz bu konuları biliyoruz” diyorsunuz. Ama öyle değil. Film başladıktan sonra hemen hemen her konu, işlediği ve gösterdiği her kare insana soğuk havada yenmiş bir tokat gibi iniyor.
Milyonlarca insanın nasıl azınlık olduğunu yada toplumdaki yeri ne olursa olsun çoğunluğun kadını nerede gördüğünü, çalışana nasıl baktığını, Kürdü, Çingeneyi, Solcuyu, Komünisti hayatında nereye yerleştirip onlara günlük hayatta nasıl saldırdığını insanın kafasına vura vura anlatıyor ve gösteriyor. Hem de öyle abartılı kurmacalara hiç başvurmadan, olduğu gibi.
Adı her geçtiğinde yaşama hakkı olmadığını, hatta öldürülmesi gerektiği konusunda fetva verdiği transseksüellerle para karşılığında beraber olmaktan da rahatsızlık duymayan, yani her şeye kullanım değeri kadar, istekleri ve arzuları kadar değer veren insanların, bencil ve zalimliğini gördüm, zavallılığını gördüm bu filmde. “Zaten ben bunları biliyordum” diyeceksiniz ama bildiğimiz, belki günlük hayatta her gün tanık olduğumuz bu gerçeklerle sert bir şekilde yüzleşmemizi sağlayan bu film adeta tokatlıyor bizi.
Nasıl da çabuk unutan ve nasıl da çabuk alışan bir toplum olduğumuz gerçeğini, canımızı yakarak yüzümüze vuran bu film ezberimizi bozuyor, feleğimizi şaşırtıyor.
Kapitalist sistemin insanda duygu ve düşünceyi nasıl körelttiğini, güzelliklerden uzak birer tüketim aracı haline nasıl dönüştürdüğünü izledik, Çoğunluk’da. Sınıflar arasındaki, yani işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkiyi ve çatışmayı kör eşeğe gösterir bu film. Ve bütün bunları, çok acıklı hikayeler, çok şairane diyaloglar ve nutuklar olmadan, slogan atmadan ve hayranlık uyandıran kahramanlar yaratmadan da anlatılabileceğini gösterdi bize Çoğunluk. Yani gerçek hayattaki gibi. Arada başka bir şey aramayın, yorulursunuz. Şirazeniz şaşar.
Kendisine biraz mukavemet gösteren ve bu konuda da oldukça haklı olanlara karşı acımasız şiddet sergileyen, hor gören ve aşağılayanlar için, uzlaşı, karşısındakini anlama, empati falan; küllü haram. Ya dediği olacak ya da bir kamyon sopa.
Çoğunluk’ta, hiçbir hakkı olmadığı halde saldırdığı işçinin ona belki de tesadüfen görüp hafif gülümsemesini bir tehdit diye algılayan ve bu yüzden uykuları kaçan yeni yetme bir patronun gerçek hayatta, filmlerde olduğu gibi hemen “iyi insan”a dönüşmediğini, yaptığı haksızlıklarla vicdanı arasındaki hesaplaşmayı bile ancak rüyasında yapabildiğini gördük.
Dahası, bir baba nasıl olurda oğluna, işçisine doğrulmak üzere silah verir, hangi baba bunu yapabilir diye öfkeli bir şaşkınlık duymadık izlerken. “Böyle insanlarda mı varmış” diye düşünmedik, çünkü o kadar gerçek ve süslemeden anlatılmıştı ki “evet, yaşadığımız gerçek hayat böyle ne yazık ki” dedik.
İşte bu anlayış Dörtyol’da, Bandırma’da kendisinden olmayana, mazlum Kürde saldırır, naif çingeneye, o güzel insanlar Alevilere saldırır, hepsine de saldırırken küfrederek saydığı kimliklerine komünisti eklemeyi de unutmaz (keşke olsalar). Bizim için bir umut Çoğunluk filmi. Çünkü iyi ve güzel olanı anlatmak, iyi ve güzel bir yaşam kurabilmek için, önce hayatımızı kuşatan kötülük ve çirkinliklerin fark edilmesini sağlamak gerek. Çoğunluk filmi, bildiğimiz ama gerçekte ne kadar da kötü ve çirkin olduğuyla yüzleşemediğimiz, münferit olduğunu düşündüğümüz ama gerçekte ne kadar çok ve “çoğunluğu” sardığını anlamadığımız çirkinliğiyle yüzleştirdi bizi, hayatın.
Antep’e Çoğunluk filmi geldi. İyi ki geldi. Filmin buradaki galasına da katılan ve film hakkında söyleşi de yapan Seren Yüce’ye, Settar Tanrıöğer’e ve Önder Çakar’a teşekkür ediyoruz. Ne iyi etiniz de geldiniz.
Elinize, yüreğinize sağlık.
AHMET YAŞAROĞLU

Evrensel'i Takip Et