29 Ocak 2011 00:00
Efkan Şeşen Vazgeçtim diyor ama vazgeçmiyor
DİĞER HABERLER
İçinde Metropol dünyanın toplumsal sorunları ve kaosu ortasında kalmış insanların dertlerini önemseyen Efkan Şeşenin, 12. albüm çalışması olan Vazgeçtim müzik marketlerde yerini aldı. Şeşenle, çalışmaları ve müziğin toplumsal sorunlar ile olan bağını konuştuk.
Islıkların ardından sözlü bir albümle dinleyenlerinizle buluştunuz. Neler söylemek istersiniz?
4 yıldır sözlü bir albüm yoktu ve bu süre içerisinde biriken sözlerimizi artık söylemenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Kültür ve sanatın sadece eğlendirici, neşelendirici tarafının çok fazla öne çıkartıldığı bir ülkede, bir şeyler anlatmak çabasıdır bizim geleneğimiz. Ancak genel için artık bu durum garipsenir oldu. Böyle olunca da bir çok yerde önünüz kesiliyor. Bu albümde bir şekilde yüzüm tanınsın bilinsin diye Vazgeçtim adlı esere klipte çektim. 400 yıl önce William Shakespearein dünya karanlığına seslenişinin bir parçası olan 66. sone bugün için de halen yaşayan bir şey bence. Sınıflar mücadelesini kısaca yukarıdakiler ve aşağıdakiler olarak açıklarsak bu sözler geçerliliğini koruyor demektir.
Albümünüzde, içinde yaşadığımız metropol dünyanın toplumsal sorunları ve kaosu ortasında kalmış bir insanın haykırışlarından bahsediyorsunuz. Metropolle insan arasındaki sınav ne zamana kadar bu şekilde sürecek?
Son derece büyük bir içtenlikle var olanı yansıttım ben. Biraz da duygusal davranıyorum. Biz bunun dibi nerede anlayamadık. Dip, Etiyopya gibi olmaksa herhalde öyle de olacağız. Yani her şeyimizden yoksun olduğumuz, müthiş sömürüldüğümüz, felaket derecede değerlerimizi yitirdiğimiz yerde değil miyiz artık? Bunun tek çözümü hakkın hukukun için mücadele etmektir. Yani insan olmak için mücadele etmektir.
HESLER TÜM DOĞAYA KARŞI BÜYÜK BİR OLUMSUZLUKTUR
Albümde Karadenizde yaşanan sorunları anlatan birkaç parçanız var. Zor günler yaşıyor Karadeniz halkı. Yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunun iki cephesi var. Bir; çay, fındık vs. gibi üretim ilişkileri yönünde. Orada yaşayanlar emeklerinin karşılığını zaten alamıyorlardı ama bugün onların daha bir yoksullaşması söz konusu. Bunun sonucunda ahlak, değer, ticari bir takım etik şeyler yıkılmaya başlamış. Komşular komşularına sütü parayla satıyor, İmece bitti. Karadenizin bir yandan bu erozyonla uğraşması ve yoksullukla boğuşması gerekiyorken bir de doğadan darbe alıyor. İşte HESler...
Rüzgardan sudan yararlanmak tabii ki doğru bir mantıktır. Ama bunu doğayı olduğu gibi mahvederek yapmak yanlıştır. HESler insanın da odağında olduğu tüm doğaya karşı büyük bir olumsuzluktur. Buna karşı mücadeleler de var. Ben yörenin değerli insanlarından Çevreci ve Şair Mehmet Demircinin HESlerle ilgili yazdığı iki şiiri besteledim. Son alabalıkla söyleşiyoruz... Diğeri de Balıkların Göz Yaşı, yöre insanının sızısını tipik Karadeniz neşesiyle aktarıyor.
F tiplerini hala takip ediyorsunuz büyük bir duyarlılıkla
İbrahim Karacanın O Duyulmadığımız Yer şiiri var. Özellikle F tipleri için yazdığı bir şiirdir, oradaki durumu anlatır. Müthiş bir olumsuzluk yaşanıyor F tiplerinde, hakikaten, büyük bir iradeyle dayanılmaya çalışılan koşullar...
Bunun dışında Sensiz Olamam, Şivekar gibi Efkan Şeşenin sevdaya dayalı eserleri de yerini aldı. Bu kenti bırakıp gidebilirsin çok açık bir önerme içeriyor. Olaya öncelikle emek cephesinden bakmak gerektiğini savunan şeyler de var tabii. Dadaloğlu da var. Onun söylemi beni oldukça etkiliyor. Can Evimden Vurdu Felek, son dönem katledilen genç insanların kaybını hazmedemememin yansıdığı bir eserdir.
RUHİ SUNUN KEMİKLERİ SIZLIYORDUR
Özgün müzik diye bir şey vardı, ona ne oldu?
Özgün müzik tabii ki teknik olarak tam gerçeği karşılamayan bir ifadeydi. Ama içerik olarak bir şeye işaret ediyordu. O da halktan yana müzik yapan, halkı için kültür ve sanat üreten, işte bu duyarlılıkla müzik yapan gelenek üzerinden yeni üretilen şeylere daha çok özgün müzik deniyordu.
Bugün niye yok? Neredeyse adı bile geçmiyor?
Şimdi hayat içerisinde bu nabız düşünce, siyasal mücadelenin emek cephesiyle, sömürenler cephesi arasındaki mücadele özellikle soldan yana ivmesini düşürünce tüketilen şeyler de değişti. Yine de bazı şeyleri unutmadılar, hatıralarında korudular, vicdan muhakemesi yaptılar belki ama yeni bir versiyon yok. Bunun üreticileri de aslında varken insanların onlarla da bağı kesildi. Artık biçim olarak modern gibi gözüken, ama aslında yaratı olarak eskinin yeni ve jan janlı versiyonu olan bir takım geleneksel müzikler ön plana çıktı. Etnik müzik denemeleri, işte caz versiyonu, blues versiyonu... bu anlamda özellikle türküleri fazlasıyla kurcaladılar. Yani bu moda olunca bu yeni yaratı ve üretiler tüketilmemeye başlandı. Önceden gelişmenin unsurları takip ediliyordu.
Ancak şu an tersine döndü. Doğal olarak siyasal nabzın düşmesi ve eskinin yeni versiyonları ve yeni tarzları, etnik müziğin çeşitli versiyonlarının artması özellikle bir de bu alandaki söylem ve gırtlak biçimi fazlasıyla yerelliğe indi. Ruhi Sunun da kemikleri sızlıyordur diye düşünüyorum. Önceden türküyü kentli söylemek, daha modern daha evrensele taşımak gibi bir anlayış vardı.
RANTÇILARLA SAMİMİ OLANLARI AYIRABİLMEK LAZIM
Eskiden özgün müzik dinleyenlerin algıları mı değişti artık?
Değişti de, ne yönde değişti? Daha çok tüketmek üzere. Yani biçimsel olarak güzel olsun da gerekirse içeriği kötü olsun. Hayır bu kötü bir mantık. Bugün her türlü olumsuzluğun, dejenarasyonların sembolü olmuş bir sanatçı, duyarlı ve modern olduğunu söyleyen müzik programlarının yegane elemanı olduysa ve bu programlar bizlere kapalıysa bunu sorgulamak gerekir. 12 Eylül ve sonrasında halkına karşı samimiyet testlerinden geçmiş müzisyenlerin müziklerini, devamcılarını değil de, sorunlara karşı uzak durmayı seçmiş, yıllar sonra dönüş yapıp bu söylem üzerinden bir rant elde etmeyi savunanları da ayıramıyorlarsa kendilerini gözden geçirmeliler.
Biz sistemin şaşası altında diyalektiği değişmemiş olan, ama sopası son derece ballı şekere bürünmüş modern kapitalizmin altında teslim bayrağı mı çekeceğiz? Biz bir sınıflar mücadelesinin ve geleceğin değişmeyen o hayat akışında bir arada mücadele zeminini arayıp bulmak ve yaratmak zorundayız ki bundan başka yol yok. (İstanbul/EVRENSEL)
EFENDİLER VE KÖLELER HER ZAMAN VAR
Etnik müzik çok revaçta, ne yapsan tutuyor Bu durumu hatıra tüccarlığına dönüştürenler de var
Çok doğru. Şurada sıkışmış durumdayız. Bir yandan geçmişe özlem var, bunu anlıyorum. Ama yarın olması gereken şey geçmiş olmamalıdır. Yenilenmiş bir şey olmalıdır. İkisi arasında presleniyorsunuz. Arada kalmışlık ve bir şeyi direk ifade edememek var. Bir şeyi hem seviyorsunuz hem de kötü yanları var ve içinden iyi bir şey çıkmak zorunda. İki işlem bir kere de başarılmak zorundaymışız gibi geliyor ama bu da olmuyor. Olmayınca da o zaman bugünün insanıyla burun burunasınız ve bugünkü basamağa göre yürümek zorundasınız. Bugünkü ilişkiler ağı içerisinde önermelerde bulunmak zorundasınız. Gerçekçi olmak gerekir. O değilken oymuş gibi davranmak doğru değildir. Özü mü değişti bu hayatın? Hayır. Sınıfları istedikleri kadar ifade etmesinler. Efendiler ve köleler her zaman var. Emek sermaye çelişkisi hiçbir zaman bitmez.
GÜLMEYİ UNUTTUK
Yabancılaşmanın olmadığı bir toplumda yaşamak nasıl bir şey olurdu?Şarkılarınızın sözleri nasıl olurdu?
O zaman ağız dolusu gülen coşkulu, neşeli şeyler okurdum. Aslında şuna karşıyım. Albüm yaparken, eserleri bir araya getirirken bir konsept düşünebilirsiniz? Onun birinci ikinci parçası, kapağıdır... bir kritere göre önemli olabilir. Ama eserlerin her birini üretirken bizim gibi müzisyenler mutlaka bir duyarlılık taşırlar. Ama burada dert birilerine bir şeyler yapmak değildir aslında kendini özgünlüğünle ifade edebilmektir. Şimdi hüzünlü şeyler daha ağır basıyorsa biraz da yaşadığımız şeyler yüzünden gülmeyi unuttuk. Mücadelenin çok cılız olduğu insanların kendi sorunları için mücadele etmeyi kitlesel anlamda yitirdiğimiz bir dönem yaşıyoruz.
Erkan Araz
Evrensel'i Takip Et