11 Temmuz 2006 21:00
Benim hazmedemediğim bir konu var: İnsanların öldükten sonra unutulması.. O kişiler sağken, çevreleri insanlarla dolu olurdu. Birkaçı dışında tümü unutuluyor. Sürekli onlardan söz edilsin demiyorum ama zaman zaman da anımsanmalarını istiyorum. Uğur Mumcu'yu, Metin Göktepe'yi, Kışlalı'yı ve birkaç kişiyi daha dışarıda bırakıyorum, ama ya kalanlar, kalan ölüler?!.. Bir Zihni Anadol, bir Ömer Nida ya da Kemal Bayram Çukurkavaklı, Burhan Arpad, İbrahim Yıldız, Behiç Duygulu ve diğerleri... Yalnız yazın dünyasında değil, diğer alanlarda da böyle. Alın işte politikadan bir ad, Turgut Özal. Şortla asker teftişine varıncaya dek her yaptığı gündem olan adam, şimdi yok ortada. Nerede onu sevenler, tapıcıları? Sinemanın dev adlarından Nubar Terziyan, Bilge Olgaç, Ayfer Feray, bugün anılmıyorlar bile. Ressamlarınki daha içler acısı. Bir yıllıkta ölmüş olan iki ünlü ressamımız şöyle tanıtılıyordu: "NEDİM GÜNSÜR. I960 sonrası resim sanatının önemli isimlerindendi." Bu kadar. Bir başka ressam: "SELİM TURAN. 13 Ekim I994'te öldü. Ressam." Gazetecilerden Abdi İpekçi, Çetin Emeç. Gazeteleri bile üzerinde durmuyor. Ya bizim Namık Tarancı ?!.. Tiyatromuzun dev adlarından Asuman Korad da unutulanlar arasında. Müzik alanında Sadi Hoşses'ler de, Secaaddin Tanyerli'ler de... Karikatüristler arasında da bir Tekin Aral var. O da öldü, hem de yıllar oldu. Bir dönem ağabeyi Oğuz Aral'la birlikte damgasını vurmuştu.. O yıllarda, nüfusa oranla dünyanın en çok satan dergisi Gırgır'da birlikte çalışmaya başlamışlardı. Nüfus oranını saymazsak, dünyanın en çok satan mizah dergisinden, Sovyetler Birliği'nde yayımlanan Krokodil'den sonra geliyordu Gırgır. İşte o günlerde Tekin Aral artistliğe soyundu. Bir sinema dergisinin açtığı yarışmada kazananlar arasındaydı. "Kazandım, ama aylar geçti, kimse kapımı çalmadı," demişti. Daha girmeden kopmuştu, sinemadan. Sonra, yine Cağaloğlu'ndan olan Yücel Hekimoğlu, "Kanun Der ki" adlı bir filme başlar. Aklına Tekin gelir. Hemen teklifini yapar. Ve I6 yaşında karikatüre başlayan ve yıllarını karikatüre ayıran Tekin Aral'ın sokaklarına Bâb-ı Âli'den sonra bir yenisi eklenir, Yeşilçam. Şöyle anlatıyordu Tekin Aral, o ilk günlerini: "Daha tam içine giremedim sinemanın. Onun için birçok olay bana zor geliyordu. 'Kanun Der ki'yi çevirirken, kovayla başımdan aşağı su dökülmesi gerekiyordu. Bir kere prova için döktüler, su buz gibiydi. Havanın sıcak olmasına rağmen, dondum. Hemen arkasından da filmi çekmeye başladılar. Bir kere de o zaman buz gibi suyu döktüler. Sanki bu yetmiyormuş gibi, aynı işi bir de fotoğraf çekerken yaptılar. Üşüdüğümden midir, nedir bilmiyorum, ilk önceleri çok kızmıştım. Hele hastalanınca bu kızgınlığım daha da arttı. Ama şimdi çok alıştım..." Tekin Aral'la son anımız, benim "Bodur Başkanın Anıları" adlı kitabımla ilgili olmuştu. Fırt Dergisi bir yarışma açmış ve kazananlara kitabımı vereceğini duyurmuştu. Benim için çok güzel bir olaydı. Çünkü yaşamım boyunca ilk (ve son) kez olarak, sanki günümüzün büyük marketlerinin otomobil ödülü gibi "Kazanana Büyük Ödül" olarak kitabım veriliyordu. Parasıyla değil, beyniyle aday olanlara verilen bu ödülde payımın olmasını unutabilir miyim? İşte Tekin Aral bana bu onuru vermişti...

Evrensel'i Takip Et