26 Mayıs 2006 21:00
Hırsızların tanrısı Hermes
GÜNÜN YAZILARI
Baştanrı Zeus'un dünyamızı omuzları üstünde taşımaya mahkûm ettiği Atlas'ın yedi kızından biriydi Maya (Maia). Altın saç tokalarıyla ünlü bu güzel perikızı; Killene (Kyllene) dağındaki bir mağarada, geceleri Olimpos'tan kaçamak gelen Zeus'la buluşuyordu. Onların bu birlikteliklerinden tanrı Hermes dünyaya geldi... Ne var ki bu bebek; nerdeyse bütün yaşamı boyunca yapacaklarının çoğunu doğduğu ilk iki güne sıkıştırıverdi! Daha anası beşiğine yeni yatırmıştı ki Hermes, kundağını çözdüğü gibi mağaradan usulca sıvıştı; paytak paytak yürürken rastladığı bir kaplumbağanın kabuğuna koyun barsağından yedi tel gerip ilk gitarı keşfetti! Gitarın telleriyle oynaya oynaya, o tepe senin bu dere benim diyerekten gezdi tozdu.. Ama bu arada güneşin atları da gökyüzündeki günlük koşularını çoktan yarılamıştı. Derken karnı acıktı. Babaları bir anaları ayrı olan kardeşi tanrı Apollon'un sığır sürüsü geldi hemen aklına! O sürüyü de tanrısal sezgisiyle arayıp buldu. Tam elli sığırı kendisi için ayırdı sürüden. Ayak izleri belli olmasın diye yapraklı dallardan oluşturduğu takunya benzeri birşeyler geçirdi ayağına. Ve sığırları da geri geri, bazen zigzag yürütüp bir ırmak kıyısına doğru yönlendirdi. Yolu üstünde asmalarıyla uğraşan yaşlı bir bahçıvana rastladı: "Sen hiçbirşey görmedin, hiçbirşey duymadın. Tamam mı?" diye ona bir tembihte bulundu...
Irmak kıyısına gelince artık iyice acıkmıştı. Sığırlardan ikisini hemen oracıkta kesip etlerini şişlik olarak doğradı; değneklere dizdi. Kalan sığırları da oradaki bir mağaraya kapattı. Zakkum dalıyla nar ağacı dalından oluşturduğu iki sopayı birbirine hızlı hızlı sürterek kıvılcımlar çaktırdı; önceden hazırladığı çalı çırpı yığınını tutuşturdu. Ve böylece bebek Hermes, dünyamızda ilk ateşi de yakmış oldu! Kendisine şişkebapla güzel bir ziyafet çektikten sonra artık karanlık basmak üzereydi.
Anası Maya farketmeden doğruca beşiğine döndü; kendini yeniden kundakladı! Elinde de hâlâ gitarı vardı. Uyumadan önce anasına biraz nazlandı ve bundan sonra yapacaklarından sözetti: Öteki tanrılar gibi zengin olup gökyüzünde hiçbir iş yapmadan yan gelip yatacak, keyfine bakacaktı.. Yahut da babası Zeus buna izin vermezse, eşkiyaların ve hırsızların tanrısı olacak; onların çaldıklarından pay alacaktı!..O gün doğurduğu çocuktan bunları duyunca haliyle Maya'nın gözleri faltaşı gibi açıldı; öylece bebeğinin yüzüne bakakaldı!..
Daha sabahtan tanrı Apollon çalındığını farkettiği sığırlarının derdine düştü. Her ne kadar hayvanların ayak izlerini sürüp bir sonuca ulaşmak istediyse de gene dönüp dolaşıp kendi ağılına geldi yeniden!
Bütün tanrılık yeteneklerini kullanmasına karşın ne hırsızın kim olduğunu, ne de sığırlarının saklandığı yeri kestirebiliyordu! Yoksa hırsız bir canavar mıydı? Ama adımları kısa kısaydı...Sonunda yolu üstüne çıkan bağcı ihtiyardan herşeyi öğrendi. Bu kez ayak izlerini ters yönden izleyerekten Maya'nın mağarasına vardı ve kundaktaki yetenekli kardeşini buldu! Kucağına alıp sorular sordu ona...Bebek ağladı, sızlandı. Suçsuz olduğu konusunda yemin üstüne yeminler etti...Ama ağabeyi Apollon kanmadı; eli gitarlı bebeği doğruca Olimpos'taki babaları Zeus'un huzuruna çıkardı. Zeus kaşlarını çatarak karşıladı çocuklarını. Apollon, kucağındaki kardeşinin çaldığı sığırlardan sözederken, çocuk da kaşıyla gözüyle öyle soytarılıklar ediyordu ki Baştanrı kendini tutamadı; Olimpos'u inleten o ünlü kahkalarını salıverdi...Sonra da hemen yeryüzüne dönüp iki kardeşin birşekilde barışmalarını istedi... Dönüş yolunda ağabeyinin kucağındaki Hermes, Apollon'un gönlünü almak için gitarıyla ezgiler döktürmeye başladı. Zaten musikiye çok yatkın ve duyarlı kulakları olan tanrı Apollon da, bu inanılmaz güzellikteki ezgileri duyunca olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Bu çocuk ezgisi bambaşka yerlere alıp götürdü ve herşey birdenbire değişiverdi!. Kardeşini büyük bir sevecenlikle okşadı, öptü. Ondan bu gitarı istedi. Hermes de ağabeyine seve seve armağan etti onu. Apollon da ona bütün sürüsünü bağışladığı gibi elindeki çift kanat ve çift yılan işlemeli sihirli altın değneğini de verdi. Ve bu altın değnek; ileride tanrı Hermes'in ayrıcalıklarından olan barışın, çobanlığın ve haberciliğin simgesine dönüşecekti...
Böylece insanlar arasında çobanlığın tanrısı olarak benimsenen Hermes, Hristanlık çağındaki plastik sanatlara da uzun uzun esin kaynağı olacaktı. Ama sürülerin tanrısı, kırlardan tez bıkıp yollara vurdu kendini. Büyük yolculuklara başladı. Bu kez de yolların ve yolcuların tanrısı oldu... Antikçağın kıvrım kıvrım dağ patikalarında, belirli aralıklarla küçük taşlardan oluşmuş birer yığın olurdu. Bu yığının üstünde de erkekliğin simgesi dik bir taş. İşte o yollarda yol alan aşıklar, isyancılar ve de eşkiyalar bu yığınları gördükleri zaman içleri rahatlardı; hemen bir taş parçası da kendileri eklerdi bu yığına...
Böylece eşkiyalar tanrısının gönlünü alan yolcular, yolculuklarını büyük bir güven içinde sürdürürlerdi...
Evrensel'i Takip Et