18 Ağustos 2005 21:00

Tevfik Fikret'in üstümüzdeki hakkı

Tevfik Fikret'i severim. Bize onu kimin sevdirdiğini düşünmeden. Dili günümüze uymasa da... Çocuklar için yazdığı "Altın gözlü papatyalar" yüzünden ayrıca bir yakınlık duyarım ona. Eski zaman bilgeleri gibi şehrin merkezinden Rumeli Hisarı'nın oraya gidişini de anlarım. Eğer evinin adını Aşiyan (Yuva) koymasa Bursa'da ve pek çok Anadolu şehrindeki gibi "şehre küstü" olurdu oturduğu semtin adı. Tevfik Fikret'in Sabah Olursa'sını yeniden okurken birden fark ettim Tevfik Fikret'i sevmekle yetinmediğimi. Kimi zaman dizelerinin şiirime etkisi öyle büyüktü ki onu yanıtlıyordum sanki... "Evet, sabah olacaktır, sabah olur geceler / tulû-i haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ / bu mai gök size bir gün acır; melûl olma" dizelerinde irkildim. Kopya çekerken yakalanmış bir çocuk gibiydim. Şiirlerimin kimi Fikret'in dizeleriyle pek fazla akrabaydı... Pek şaşılmaz ve kınanamaz. Fikret benim için, doğrusunu söylemek gerekirse kuşağımın toplumcu şairleri için önemli yol göstericilerden biriydi. Biz kendimizce Fikret'in "Siz ey fezâ-yı ferdânın küçük güneşleri, artık birer birer uyanın" diye seslendiği kişilerdik.

Çocukluğumuz ve Fikret 1946-47'nin boğuntulu günlerinde evimizde akşamları yüksek sesle okunan şiirlerden biri Nâzım Hikmet'in Salkım Söğüt'üyse öteki Fikret'in Doksan Beşe Doğru'suydu; çiğnenen yeminler anlatılıyordu, kanun diye diye tepelenen kanunlar, ulusun yıkılan yüce umudu, toprağa sürünen alınlar. Şimdi annemin Fikret'i ezbere okuyan sesini A.Kadir'inkiyle değiştirebilirim: "İşte gene, bu yanı tut, onu kayır, şunu gözet, / işte gene şu sana, de, bu bana de pay et. / Yurdunu, halkını sev, gerçeği söyle, yumruğu ye, / sonra gene o eskimiş, bayat türküyü dinle, / bir sonu şöyle türkünün 'Yaşasın sevgili millet!' " Çocuk aklımın almadığı siyasal baskıyı, Fikret'in öfkesinde annemin aradığı duygu ortaklığını yıllar sonra Şükran Kurdakul'un yorumunda bulacaktım: "İlk bakışta soyut bir başkaldırma gibi görünen bu dizelerde, ulus adına yasa koyan kurumların sınıfsal çıkarlara dayanan yönetim biçimleri eleştirilmekte, büyük çoğunluk olan 'millet' yolu, hak yoluna eşdeğer tutularak benimsenmektedir. Reddedilen genel olarak 'yasa' ve 'devlet' değil, belli egemen sınıfların koyduğu yasalar ve onun yönettiği devlettir. Bu başkaldırı havası '95'e Doğru'da hem daha kesinlik kazanmış, hem de yasalarla toplum arasındaki zıtlıklar daha açıkça ortaya konmuştur: "Millet yaşamaz hakka tahassürle solurken / Sussun diye vicdanına yumruklar inerse / Millet yaşamaz meclisi müstahkâr olurken / İğfal ile tehdit ile titrer ve sinerse / Millet yaşamaz ma'şeri millet boğulurken". Dizelerinde koşullara bağlı reddetme öğeleri açıktır. Nedir bu koşullar? Devlet yönetiminde ağırlığı olan güçlerin 'millet'e karşı oluşu... Fikret, devlete ağırlığını koyan siyasal gücün (İttihat ve Terakki Fırkası) yarattığı meclis diktatoryasının, dışa göbeğinden bağlı olan sermaye çevrelerinin çıkarları uğruna demokrasiye aykırı yola düştüğünü çabuk fark ederek devrim tarihimizde ilk kez özgürlük düşünüsünü somutlama başarısını göstermiştir. İlk kez ekonomik hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılan kitlelere kağıt üzerinde tanınan siyasal özgürlüklerin bir anlamı olmadığını görmüş ve göstermiştir." (Çağdaş Türk Edebiyatı I, Şükran Kurdakul, Evrensel Basım Yayın) Kurdakul, Tevfik Fikret'in neden çağdaş olduğunu ne kadar yalın anlatmış. Şiiri A.Kadir Türkçesiyle anımsayabiliriz: "Millet yaşamaz, hakkım nerde benim, hakkım nerde benim diye solurken, / sussun diye vicdanına yumruklar inerse , millet yaşamaz, Meclisi böyle hor görülürken." Bugün geçmişe bakarken, 1950 öncesinin boğucu havasına karşı koymaya çalışan annemin sesini duyuyorum. Sonra bu şiiri1950'den sonra yeniden okumayı ne zaman istedi diye düşünüyorum, Kore'ye asker gönderilirken mi, daha sonra mı?... Tevfik Fikret'in hayal kırıklığıyla İttihat ve Terakki ile II. Abdülhamid'i karşılaştırışının, öfkeli çaresizliğini daha iyi anlayacak bir kuşak var mı? Tevfik Fikret'in okunduğu tek ev bizimki değildi kuşkusuz. Dağlarca, bir defasında, çocukluğunda evlerinde sürekli okunan Tevfik Fikret şiirleri yüzünden onu uzakta bir ağabey sandığını söylememiş miydi? Okunan şiirler de mektuplarıydı besbelli. O gerçekten bir yol gösterici, bir ağabey oldu tüm toplumcu kuşaklara. Özellikle de 1960 kuşağının önemli bir bölümüne. Biz de, ilk dönemlerimizde acılarımızı onun gibi dişlerimizi sıkarak söylemeyi seçtik. Duygularımızdan söz etmedik. Sesimiz titreyemezdi. Duygularımızın bizi geçmişin "topal ve eski püskü" bakış açısına çekmesinden korkuyorduk. Sesimiz onun Sis şiirindeki kadar suçlayıcıydı: "Küfreden gözler yoksulluğu söyler, açlığı kederi. / Namus, masalların boşluğunda bir anı. / Adamı yukarılara çıkaran yol, el etek öpme yolu. / Yakınması senin yüzünden bütün / öksüzlerin, dulların arkasızların, / senin yüzünden bütün ey silahlı korku! / Nasıl dokunulmaz olacak, özgür olacak / şöyle bir soluk almayla kişi, / söyle, ey kanun denen efsane! / Ey tutulmayan sözler, sonsuz yalan!" Tevfik Fikret bize gerçeği dosdoğru söylediği için önemliydi: "Yarınlar senin" dedim, beni alkışladın; hayır, / Bir şey senin değil, sana yarın emanettir; / Her şey emanettir sana, ey genç unutma: / Senden de hesap sorar, yakınır gelecek"

Kişisel sanat olmaz Biz daha önceki seçkinci sanat görüşünü bırakıp sanatta kişiselliğin reddedilişini, şiirde "hayat amacı" aramayı onda gördük ilk, şiirdeki dünya görüşünün şairin yaşamıyla doğrulanışını, damgalanışını onunla tanıdık, okul sıralarında. Galatasaray Lisesi'nin müdürüyken "Padişahım çok yaşa" diye bağırmayı ve öğrencilerini bağırtmayı reddettiğini masal gibi dinledik; "Biz köle değiliz, yurttaşız." Bu davranışının bedelini ödemeyi göze alışını da. Çalıştığı gazete reddettiği bir siyasayı benimseyince ayrılma onuru gösterişini de. Bir süre sonra kimi yaşıtlarımız siyasal görüşümüzü onun adıyla denetlediler "Akif mi? Fikret mi?" Ne siyasal görüşümüzden sakındık, ne yaşamımızdan utandık. Onun da yüzü kızarmazdı bizleri görseydi. O dünyayı cennete döndürecek gücün insan olduğuna inanıyordu. Şeytanın, cinin, meleğin insandan başka bir varlık olmadığına da. Doksan yıl olmuş öleli. Babası sürgünde kız kardeşi koca dayağıyla ölmüş bir şairdi o... Kız kardeşinin ölümünün dinler ve yasalarca adlandırılmasa da kamu vicdanında cinayet olduğunu haykırırken de, ne yazık ki bugünün sesi oluyor: "Siz, ey kadınlığın sonsuz sızlanışları / Ey güçsüzlük ve alçalışın ürkek göz yaşları, / Siz toplanın ve ağlaşalım..."

Yeniden okumak Doksan yıl oldu öleli. Otuz sekiz yaşındaydı. Şimdi onun şiirlerini yeniden okuma zamanıdır. Onun şiirleri A.Kadir, Ahmet M. Dıranas, Ceyhun Atuf Kansu tarafından günümüz Türkçesiyle yeniden yazıldı. Tevfik Fikret için çeşitli bilimsel bildirileri bulabileceğiniz bir kitap da "Tevfik Fikret /Savaşımcı Bir Şair Tasarımı." Türkiye Yazarlar Sendikası'nın 2000 yılındaki Tevfik Fikret'i Anma Günleri Bildirileri'ni toplayan bu kitap için TYS'ye başvurabilirsiniz.

(TYS: 0212 2597474)


TEVFİK FİKRET

(24 Aralık 1867 - 19 Ağustos 1915) 1940 kuşağının öncü şairleri ve toplumbilimcilerin, politikacıların, 20. yüzyıl şiirimizin ilk büyük ustası saymakta birleştikleri Tevfik Fikret 24 Aralık 1867 yılında doğdu. 1896 yılına kadar Malümat dergisinde, üslubunu arayan şiirlerle, şiirin iç yapı unsurlarını araştıran yazılar yayımlayan, Lamartine, Baudelaire, Proudhomme'un şiirlerini çevirme deneylerine girişerek, dil üzerine düşünmeye başlayan Tevfik Fikret, 1896'dan sonra özde ve biçimde dönüşümler yapmasına yol açan yeni görüşler kazandı. Zorbalıktan ve saraydan nefret, özgürlüğü ve meşrutiyete bağlanma duyguları içinde kişiliği oluşmaya başlayan Tevfik Fikret, toplumun sefalet içindeki insanlarını yansıtan şiirler yazdıkça, toplumsal sorunlar üzerine de düşünmeye başladı. Daha sonra, "Edebiyat-ı Cedide" akımında birleşen kimi sanatçılarla uzlaşamayarak Aşiyan'a çekildi. II. Meşrutiyet'in ilanına kadar hiçbir harekete katılmadığı gibi, şiir de yayımlamadı. Meşrutiyet'le birlikte iktidara geçen İttihat ve Terakki Fırkası, özgürlük için savaşan asker ve sivil okumuşların yarattığı birikimlerden yararlandığı halde, kısa sürede belli zümreleri dış kapitalizmin yerli ortağı durumuna getiren bir ekonomi politikası ile kitlelere ters düşmüştü. Meşrutiyet'in ilanını büyük umutlarla karşılayan Fikret, bu koşullar altında eski arkadaşı Hüseyin Cahit'le birlikte yayımlamaya başladıkları "Tanin" gazetesindeki politik çalışmalarını sürdüremedi. Bir süre Galatasaray Lisesi Müdürülüğü'nde bulunduktan sonra, okulda gerçekleştirmek istediği yenilikleri tepkiyle karşılayan çevrelerin yarattığı dedikoduları hazmedemeyerek bu görevden ayrıldı. Robert Kolej'deki öğretmenliğine dönerek yaşamının sonuna kadar bu görevde kalan Fikret, 19 Ağustos 1915 yılında öldü.


Berfin Bahar'da Tevfik Fikret Edebiyat dergisi Berfin Bahar ağustos sayısında aydınlanmacı şair Tevfik Fikret'i anıyor. Şairin yaşamı ve şiiri üzerine pek çok denemenin bulunduğu dergide Tevfik Fikret'in "Sis" adlı ünlü şiirine de yer verilmiş. Bu yıl ölümünün 90. yılı olan Tevfik Fikret'in hayatını, Hayrünnisa Kuşkaya önemli dönüm noktaları ve dönemin önemli olayları ile anlatıyor. Kuşkaya Tevfik Fikret şiirinin bugün okunduğunda okuyucuya eylemci aydın olma cesareti vereceğini belirtiyor. Zeki Büyüktanır'da yazısında Tevfik Fikret'in aydınlanmacılığı ve hümanistliği üzerinde dururken, Mehmet Akif Ersoy'un Fikret'e saldırarak onu dinsizlikle suçladığını yazıyor ve bu saldırıların bugün de sürdüğüne dikkat çekiyor. Öner Yağcı ise Mustafa Kemal'in Tevfik Fikret hayranlığı üzerinde durarak, Mustafa Kemal'in bu aydınlanmacı şairi neden sevdiğini inceliyor. Yağcı "Döneminin yalnız adamı ve usanmaz devrimcisi olan Tevfik Fikret'in devrimciliğinin bir yanı Osmanlı toplumunun adaletsiz yapısında, bunalımında ise öteki yanı da kendi iç yapısında, kişiliğinde gizlidir" diyor. Yağcı, ayrıca dergide bir Tevfik Fikret kaynakçası da sunuyor.

Evrensel'i Takip Et