4 Temmuz 2005 21:00
G8 öncesinde borç sorunu üzerine
bir yorum
GÜNÜN YAZILARI
"Eğer sen adaletsizliğin karşısında tepki gösteriyorsan benim yoldaşlarımdan birisin"
Che
İskoçya'da yapılacak G8 zirvesi öncesinde Londra'da yapılan bir toplantıda sekiz endüstrileşmiş ülkenin maliye bakanları çoğu Afrika'da olan 18 en yoksul ülkenin Dünya Bankası (DB), IMF ve Afrika Gelişme Fonu'na olan borçlarının tamamının silineceğini ilan ettiler. 20 kadar ülke de politik yozlaşmayla mücadele ve demokratikleşme yolunda yeterli çaba gösterirlerse benzer haklardan yararlanabilecek. Yıllarca azgelişmiş ülke borçlarının silinemeyeceğini söyleyen politikacılar ilerici çevrelerden gelen baskılar nedeniyle birdenbire fikir değiştirmişe benziyorlar. Bu, iyi yolda ama gecikmiş ve yetersiz bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Küba lideri Castro 1980'lerde özellikle Latin Amerika'nın yaşadığı dış borç sorununu anlatırken "Üçüncü Dünya Şavaşı'na yakalandık. Bu ekonomik savaş, dış borçların yükselen faiz oranları üzerinedir. Cesetler yığılmakta ama saldırganlar savaşın olmadığını, ölülerin hayatta ve sağlıklı olduğunu söylüyorlar" diyordu. Gerçekten de 1980'ler Latin Amerika'nın gelişmesi açısından "kaybedilen on yıl" olarak değerlendirildi ve yükselen dış borçlar sonucu yatırımlar azaldı, yoksulların toplam nüfusa oranı yüzde 40'ı geçti. Afrika kıtasının şu anki durumu Castro'nun söyledikleriyle çok daha fazla örtüşüyor. Milyonlarca Afrikalı inanılmaz bir yoksulluk içersinde kıvranıyor. Yoksulluk ve özellikle AIDS hastalığı yüzünden yaşam beklentisi 9 ülkede 40'ın, 35 ülkede de 50'nin altına indi. AIDS'lilerin 15-49 yaş grubu nüfusa oranı bazı ülkelerde yüzde 30'un üzerine çıktı. İşte böylesine yoksul ülkeler bile gelişmiş ülkeler ve onların denetimindeki uluslararası kurumlar tarafından yıllarca dış borçlarını ödemeye zorlandılar.
Savunma mekanizmaları Zengin ülkelerin politikacıları ve onların denetimindeki uluslararası finansal kurumlar yıllarca yoksul ülkelerin borçlarının azaltılması ya da tamamen silinmesi için gelişen uluslararası tepkilere ve baskılara karşı borçların düşürülmemesi için bazı ideolojik savunma mekanizmaları geliştirdiler. Böylesine insanlık dışı bir politikanın sürdürülebilmesi, insanların kafalarını karıştıracak teorilerin üretilmesini gerektiriyordu. Bunlardan birkaç tanesini özetlersek: 1. Borç ödemelerinin iptali finansal sistemi sarsacak, iflaslara, dalgalanmalara ve hatta kırizlere neden olacaktır. 2. Borçları silinen ülkeler bundan cesaret alarak yeniden sorumsuzca borç altına girme eğiliminde olacaklardır. Bu durum literatürde "ahlaki tehlike" ya da "ahlaki riziko" (moral hazard) olarak bilinir. 3. Borçları silinen ülkeler, oluşan güvensizlik nedeniyle uluslararası piyasalardan borçlanmakta zorlanacaklardır. 4. Borçların silinmesinden yoksul Afrika halkı değil baştaki yozlaşmış politik elit yararlanacaktır. Demokratikleşme olmadan ne yapılan yardımların ne de borçların iptali olumlu bir sonuç verecektir. Dış borçları Afrika'nın demokratikleşmesi için bir baskı aracı olarak kullanmak daha yararlı olacaktır ve borçların silinmesi durumunda halklarına zulüm eden diktatörlere baskı yapmak daha zor olacaktır. Bu tartışmalara cevap vermek hiç de zor değildir. Borçların silinmesinde kaygı, neden olabileceği iflaslar ve finansal krizler ise borçların gelişmiş ülkelerin katkılarıyla oluşacak bir fondan ödenmesi bu sorunu çözecektir. Yani borçlar gelişmiş ülkeler tarafından ödenecektir. Borç yükü altında yıllarca kıvranan ülkelerin "nasılsa tekrar silinir" gibi bir düşünceyle tekrar böyle bir yük altına gireceklerini düşünmek saçma olur. Dahası "ahlaki riziko" uluslararası bankalar için de geçerlidir. Eğer bankalar her ne olursa olsun paralarını geri alacaklarına inanırlarsa sorumsuzca borç vermeye devam edebilirler. Zaten borç krizinin oluşmasındaki en önemli nedenlerden biri de buydu. Finansal kurumlar risk alma üzerine kurulmuşlardır ve alınan kötü kararlar sonucu bankalar zarar edeceklerse bu sadece piyasa ekonomisinin mantığı gereğidir. Bu açıdan bakıldığında azgelişmiş ülkeler ve uluslararası bankalar arasındaki borç sorununa IMF ve DB gibi kurumların neden karıştıklarını anlamak zordur. IMF ve DB az gelişmiş ülkelerin sorunlarıyla ilgilenmek yerine uluslararası bankaların tahsildarı gibi çalışmaktadır. Büyük borç sorunu içindeki ülkelerin özel piyasalardan borçlanma gibi bir lüksü zaten yoktur ve mutlaka gerekmedikçe borçlanmamaları da çıkarlarına olacaktır.
Yoksulluk ve yozlaşma Ülkelerin içişlerine borç sorunu bahane edilerek karışılması ne politik ne ahlaksal açıdan kabul edilebilir. Gelişmiş ülkelerin işlerine geldiği ve çıkarları olduğunda en gerici ve yozlaşmış rejimleri yarattıkları ve destekledikleri bilinmektedir. Bir çok ülkede yozlaşmış rejimlerin oluşmasında DB ve IMF gibi kurumların doğrudan büyük rolü olmuştur. Bu kurumların baskısıyla uygulanan Yapısal Uyum Politikaları çerçevesinde, kaynaklar, azgelişmiş ülkelere, serbestleşme politikaları uygulama koşuluyla sunulmuştur. Bu politikalar uygulandığı sürece kaynakların nerede kullanıldığı sıkıca denetlenmemiş ve bu azgelişmiş ülkelerdeki yozlaşmaya büyük katkıda bulunmuştur. Bunlar bilinmezmiş gibi politik yozlaşmayı borçları azaltmamak ve yardımları arttırmamak için kullanmak yine emperyalist ülkelerin kullandığı taktiklerden biridir. Eğer gerçekten istenirse silinecek borçlardan elde edilecek gelirin yoksul halklar için kullanılmasını sağlamak o kadar da zor birşey değildir. Zaten borçları silinecek ülkeler IMF ve DB'nın geliştirdikleri "Ağır Borç Yükü Altındaki Yoksul Ülkeler Girişimi" (Heavily Indebted Poor Country Initiative) altında silinen borçların yoksulluğu gidermek için nasıl kullanılacağını göstermek zorundadır. Aksi taktirde borçlar silinmeyecektir. Bu girişim sayesinde 18 ülke, borçlarında önemli bir düşüş kaydetmiş olsalar da, girişim az gelişmiş ülkeleri dizlerinin üzerine getiren serbestleşme politikalarını da içermektedir. Yani serbestleşme politikaları olmadan ülkelerin borçlarında bir azalma olmamaktadır. Dahası yozlaşma ve rüşvetcilik azgelişmişliğin bir nedeni olmaktan daha çok bir sonucudur. Yozlaşma ve yoksulluk arasında doğrudan bir ilişki vardır. Borçların silinmesi için yapılan tartışmalar ise güçlüdür. İlk olarak işin ahlaki bir boyutu vardır. Azgelişmiş ülkelerde her yıl milyonlarca insan açlık ve kolayca tedavi edilebilecek hastalıklardan ölürken yoksul ülkeler borç ödemelerine çok daha fazla kaynak ayırmaktadırlar. Dahası bu borçlar çoğu zaman emperyalist ülkeler tarafından yaratılan ya da desteklenen yozlaşmış rejimler tarafından oluşturulmuş olmakla birlikte bu borcun yükü yine aynı rejimlerin kurbanı olan yoksul halk tarafından ödenmektedir. Azgelişmiş ülkelerin bu "borç kapanı"na girmelerinde gelişmiş ülkelerin ve finansal kurumlarının sorumluluğu çok büyüktür ve bu yükün sadece azgelişmiş ülke halklarına yüklenmesi adil değildir. Ağır borç yükü yoksul ülkelerde gelişmeyi ve gelişme isteğini azaltmaktadır (debt overhang). Ülkeler daha fazla ürettiklerinde bu artışdan en büyük payın borç ödemelerine gideceğini bildiklerinden, üretim artışından sadece uluslararası bankaların yarar sağlayacağını bilmekte, bu da gelişme isteğini baltalamaktadır. Gelişmiş ülkeler artık bu insanlık ayıbını durdurmalı, yoksul ülkelerin borçlarını ödemeli, yaptıkları yardımları arttırmalı, yozlaşmış rejimleri desteklemeyi durdurmalı, serbestleşme politikalarını azgelişmiş ülkelere dayatmak yerine azgelişmiş ülkelerin tarımını baltalayan kendi korumacı ticaret politikalarını serbestleştirmelidir. Ancak bu sadece ilerici güçlerin örgütlü mücadelesi sonucu olacaktır. Aksi taktirde emperyalist ülkeler yeni bahaneler bulmaya devam edecektir.
Che
İskoçya'da yapılacak G8 zirvesi öncesinde Londra'da yapılan bir toplantıda sekiz endüstrileşmiş ülkenin maliye bakanları çoğu Afrika'da olan 18 en yoksul ülkenin Dünya Bankası (DB), IMF ve Afrika Gelişme Fonu'na olan borçlarının tamamının silineceğini ilan ettiler. 20 kadar ülke de politik yozlaşmayla mücadele ve demokratikleşme yolunda yeterli çaba gösterirlerse benzer haklardan yararlanabilecek. Yıllarca azgelişmiş ülke borçlarının silinemeyeceğini söyleyen politikacılar ilerici çevrelerden gelen baskılar nedeniyle birdenbire fikir değiştirmişe benziyorlar. Bu, iyi yolda ama gecikmiş ve yetersiz bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Küba lideri Castro 1980'lerde özellikle Latin Amerika'nın yaşadığı dış borç sorununu anlatırken "Üçüncü Dünya Şavaşı'na yakalandık. Bu ekonomik savaş, dış borçların yükselen faiz oranları üzerinedir. Cesetler yığılmakta ama saldırganlar savaşın olmadığını, ölülerin hayatta ve sağlıklı olduğunu söylüyorlar" diyordu. Gerçekten de 1980'ler Latin Amerika'nın gelişmesi açısından "kaybedilen on yıl" olarak değerlendirildi ve yükselen dış borçlar sonucu yatırımlar azaldı, yoksulların toplam nüfusa oranı yüzde 40'ı geçti. Afrika kıtasının şu anki durumu Castro'nun söyledikleriyle çok daha fazla örtüşüyor. Milyonlarca Afrikalı inanılmaz bir yoksulluk içersinde kıvranıyor. Yoksulluk ve özellikle AIDS hastalığı yüzünden yaşam beklentisi 9 ülkede 40'ın, 35 ülkede de 50'nin altına indi. AIDS'lilerin 15-49 yaş grubu nüfusa oranı bazı ülkelerde yüzde 30'un üzerine çıktı. İşte böylesine yoksul ülkeler bile gelişmiş ülkeler ve onların denetimindeki uluslararası kurumlar tarafından yıllarca dış borçlarını ödemeye zorlandılar.
Savunma mekanizmaları Zengin ülkelerin politikacıları ve onların denetimindeki uluslararası finansal kurumlar yıllarca yoksul ülkelerin borçlarının azaltılması ya da tamamen silinmesi için gelişen uluslararası tepkilere ve baskılara karşı borçların düşürülmemesi için bazı ideolojik savunma mekanizmaları geliştirdiler. Böylesine insanlık dışı bir politikanın sürdürülebilmesi, insanların kafalarını karıştıracak teorilerin üretilmesini gerektiriyordu. Bunlardan birkaç tanesini özetlersek: 1. Borç ödemelerinin iptali finansal sistemi sarsacak, iflaslara, dalgalanmalara ve hatta kırizlere neden olacaktır. 2. Borçları silinen ülkeler bundan cesaret alarak yeniden sorumsuzca borç altına girme eğiliminde olacaklardır. Bu durum literatürde "ahlaki tehlike" ya da "ahlaki riziko" (moral hazard) olarak bilinir. 3. Borçları silinen ülkeler, oluşan güvensizlik nedeniyle uluslararası piyasalardan borçlanmakta zorlanacaklardır. 4. Borçların silinmesinden yoksul Afrika halkı değil baştaki yozlaşmış politik elit yararlanacaktır. Demokratikleşme olmadan ne yapılan yardımların ne de borçların iptali olumlu bir sonuç verecektir. Dış borçları Afrika'nın demokratikleşmesi için bir baskı aracı olarak kullanmak daha yararlı olacaktır ve borçların silinmesi durumunda halklarına zulüm eden diktatörlere baskı yapmak daha zor olacaktır. Bu tartışmalara cevap vermek hiç de zor değildir. Borçların silinmesinde kaygı, neden olabileceği iflaslar ve finansal krizler ise borçların gelişmiş ülkelerin katkılarıyla oluşacak bir fondan ödenmesi bu sorunu çözecektir. Yani borçlar gelişmiş ülkeler tarafından ödenecektir. Borç yükü altında yıllarca kıvranan ülkelerin "nasılsa tekrar silinir" gibi bir düşünceyle tekrar böyle bir yük altına gireceklerini düşünmek saçma olur. Dahası "ahlaki riziko" uluslararası bankalar için de geçerlidir. Eğer bankalar her ne olursa olsun paralarını geri alacaklarına inanırlarsa sorumsuzca borç vermeye devam edebilirler. Zaten borç krizinin oluşmasındaki en önemli nedenlerden biri de buydu. Finansal kurumlar risk alma üzerine kurulmuşlardır ve alınan kötü kararlar sonucu bankalar zarar edeceklerse bu sadece piyasa ekonomisinin mantığı gereğidir. Bu açıdan bakıldığında azgelişmiş ülkeler ve uluslararası bankalar arasındaki borç sorununa IMF ve DB gibi kurumların neden karıştıklarını anlamak zordur. IMF ve DB az gelişmiş ülkelerin sorunlarıyla ilgilenmek yerine uluslararası bankaların tahsildarı gibi çalışmaktadır. Büyük borç sorunu içindeki ülkelerin özel piyasalardan borçlanma gibi bir lüksü zaten yoktur ve mutlaka gerekmedikçe borçlanmamaları da çıkarlarına olacaktır.
Yoksulluk ve yozlaşma Ülkelerin içişlerine borç sorunu bahane edilerek karışılması ne politik ne ahlaksal açıdan kabul edilebilir. Gelişmiş ülkelerin işlerine geldiği ve çıkarları olduğunda en gerici ve yozlaşmış rejimleri yarattıkları ve destekledikleri bilinmektedir. Bir çok ülkede yozlaşmış rejimlerin oluşmasında DB ve IMF gibi kurumların doğrudan büyük rolü olmuştur. Bu kurumların baskısıyla uygulanan Yapısal Uyum Politikaları çerçevesinde, kaynaklar, azgelişmiş ülkelere, serbestleşme politikaları uygulama koşuluyla sunulmuştur. Bu politikalar uygulandığı sürece kaynakların nerede kullanıldığı sıkıca denetlenmemiş ve bu azgelişmiş ülkelerdeki yozlaşmaya büyük katkıda bulunmuştur. Bunlar bilinmezmiş gibi politik yozlaşmayı borçları azaltmamak ve yardımları arttırmamak için kullanmak yine emperyalist ülkelerin kullandığı taktiklerden biridir. Eğer gerçekten istenirse silinecek borçlardan elde edilecek gelirin yoksul halklar için kullanılmasını sağlamak o kadar da zor birşey değildir. Zaten borçları silinecek ülkeler IMF ve DB'nın geliştirdikleri "Ağır Borç Yükü Altındaki Yoksul Ülkeler Girişimi" (Heavily Indebted Poor Country Initiative) altında silinen borçların yoksulluğu gidermek için nasıl kullanılacağını göstermek zorundadır. Aksi taktirde borçlar silinmeyecektir. Bu girişim sayesinde 18 ülke, borçlarında önemli bir düşüş kaydetmiş olsalar da, girişim az gelişmiş ülkeleri dizlerinin üzerine getiren serbestleşme politikalarını da içermektedir. Yani serbestleşme politikaları olmadan ülkelerin borçlarında bir azalma olmamaktadır. Dahası yozlaşma ve rüşvetcilik azgelişmişliğin bir nedeni olmaktan daha çok bir sonucudur. Yozlaşma ve yoksulluk arasında doğrudan bir ilişki vardır. Borçların silinmesi için yapılan tartışmalar ise güçlüdür. İlk olarak işin ahlaki bir boyutu vardır. Azgelişmiş ülkelerde her yıl milyonlarca insan açlık ve kolayca tedavi edilebilecek hastalıklardan ölürken yoksul ülkeler borç ödemelerine çok daha fazla kaynak ayırmaktadırlar. Dahası bu borçlar çoğu zaman emperyalist ülkeler tarafından yaratılan ya da desteklenen yozlaşmış rejimler tarafından oluşturulmuş olmakla birlikte bu borcun yükü yine aynı rejimlerin kurbanı olan yoksul halk tarafından ödenmektedir. Azgelişmiş ülkelerin bu "borç kapanı"na girmelerinde gelişmiş ülkelerin ve finansal kurumlarının sorumluluğu çok büyüktür ve bu yükün sadece azgelişmiş ülke halklarına yüklenmesi adil değildir. Ağır borç yükü yoksul ülkelerde gelişmeyi ve gelişme isteğini azaltmaktadır (debt overhang). Ülkeler daha fazla ürettiklerinde bu artışdan en büyük payın borç ödemelerine gideceğini bildiklerinden, üretim artışından sadece uluslararası bankaların yarar sağlayacağını bilmekte, bu da gelişme isteğini baltalamaktadır. Gelişmiş ülkeler artık bu insanlık ayıbını durdurmalı, yoksul ülkelerin borçlarını ödemeli, yaptıkları yardımları arttırmalı, yozlaşmış rejimleri desteklemeyi durdurmalı, serbestleşme politikalarını azgelişmiş ülkelere dayatmak yerine azgelişmiş ülkelerin tarımını baltalayan kendi korumacı ticaret politikalarını serbestleştirmelidir. Ancak bu sadece ilerici güçlerin örgütlü mücadelesi sonucu olacaktır. Aksi taktirde emperyalist ülkeler yeni bahaneler bulmaya devam edecektir.
Evrensel'i Takip Et