10 Mayıs 2005 21:00
SEMRA SAR'la 'Ölüme yalnız gidilir'
DİĞER HABERLER
Şimdi bu başlığı atınca, "Hattat"lığını yeni öğrendiğim bir dostum geldi gözlerimin önüne. "Bülent Hoca" deyip, sinsice gülümseyecekti. En önce şunu söyleyeyim, başlıktaki sözcük oyunlarının öyküsünü ilerde kısaca anlatacağım. Ama özellikle de şunu belirteyim, ne Semra Sar benimle ölüme yalnız gider, ne de ben onunla. Ve hepsinin ötesinde, Semra Sar, bence biraz Jennifer Jones'a benzediğinden, ama özellikle sinema oyunculuğu bakımından benim o günlerde hayran olduğum, hiçbir filmini kaçırmadığım (Bir James Dean'ın tüm filmlerini izledim, hem de defalarca, bir de Semra Sar'ın) bir sinema oyuncusuydu. Rahmetli James'e ne denli hayransam, ömrü bol olsun Semra'ya da o denli hayrandım
Evka-2 otobüsünde O akşam, eşimi yolcu ettim Girne Bulvarı'ndaki otobüs terminalinden. Sonra Evka-2 / Karşıyaka otobüsüne bindim ilk müşteri olarak. Semra Sar'ı anlatacağım yazımı planlıyordum kafamda. Sonra şoförle konuşmaya başladım. Çok genç bir kişiydi. Bir raslantı sonucu, şimdilerde Aliağa'da yaşayan eski bir gazeteci dostumun, Necdet Onur'un yeğeniymiş. Gazetem Evrensel'in okuruymuş, özellikle pazar günleri. O gün üç gazete alırmış, biri de Evrensel gazetesiymiş. Ve çok şaşırdığım bir şey söyledi: "Ben sizin, Habora Yayınları'nın kitaplarını çok okudum" Neyse, bir gün bana, gazeteye geleceğine söz verdi. Tıpkı Yeşilköy'deki gibi, garaja giderken beni eve bırakan şoför arkadaş gibi, kıyağını geçti, sokağın başında bıraktı. Zaten otobüste ikimiz vardık.
Ve huzurlarınızda Semra Sar Hayranıyım ya Semra'nın, o zamanlarda hem Ses'te imzamla, hem de Pazar'da isimsiz olarak (Rakip dergiydi, Şevket Rado duysa, atardı beni işten, haklı olarak) röportajlarını yaptım. Sanırım ilk söyleşimi yaptığımda, daha 19 yaşına basmamış, genç bir sinema oyuncusuydu. Şöyle girmişim, "Semra Sar" başlıklı yazıma: "Sohban Koloğlu... Türk sinemasına en çok emeği geçenlerden birisi. Şu son iki yılda tam üç plato birden değiştirdi. İlk olarak Şişli'de, 'Plato 42' adını verdiği yerde çalışıyordu. Dört yılda dört yüze yakın film çevrilmişti orada. Sonra And Film şirketinin platosuna geçti. Burada da fazla kalamayan Sohban Koloğlu kendi adına bir yer kiraladı. Eski bir garaj olan bu yer, diğer iki platosundan daha genişti... Sohban Koloğlu ile platoda oturuyoruz. Az sonra buraya yeni bir aktris gelecek. Semra Sar bir derginin açtığı yarışmayı kazanarak sinema alanına atılmıştı. İlk yılı çok sönük geçti. Sinemacılar kendisine karşı ilgisiz davranıyorlardı. Ama şu son altı yedi aydır birden kendisini sinema hayatı içinde buluvermişti..." Sonra "Sanat" yapmışım söyleşimde. O yıllarda fena halde Leman'dım Charles Baudelaire'e. Hatta şiirler çevirmiştim. Ama Suat Taşer'inkileri okuyunca, benimkileri yırttım, attım. Neyse... Yazıya şöyle devam etmişim: "Charles Baudelaire bir kitabının bir bölümünde şöyle diyor: 'Güneş korkunç ışığıyla eziyor şehri. Kumlar göz kamaştırıyor. Deniz de ışıldıyor. Dünya gevşiyor, çöküyor, uyukluyor. Bu sırada Dorothee mağrur ve güçlü olarak ıssız sokakta yürüyor.' Semra Sar da böyle geliyordu. Saçları kızgın güneş altında, hafif rüzgarda dalgalanıyor..." Sakın "Yalakalığın mucidi" olarak görmeyin beni. Yıl 1962, 22. yaşını yaşayan genç bir gazeteci ve 18 yaşında bir şöhret adayı. Başka ne yazabilirdim ki... Semra'dan çok umutluydum, Türkiye'nin "l Numarası" olacağına inanıyordum, Hülya Koçyiğit'ten bir şey olmayacağına inandığım gibi. Ama kader utansın, tersi çıktı. Jenifer Jones da öyle olmadı mı? Semra'yla ilk söyleşim, biraz magazinvari olmuştu. Elinde karanfille çok güzel bir poz vermişti bana. Resmin altına da şöyle yazmışım: "Bugüne kadar yedi filmde oynayan genç aktirisin vücut ölçüleri şöyle: Boy 1.67, ağırlık: 50 kilo, göğüs: 86 cm., bel: 51cm., Kalça: 86 cm., göz rengi: ela, saçları: kestane..." 43 yıl geçtikten sonra acaba durumlarda ne gibi bir değişiklik oldu, diye düşünüyorum. Brigitte Bardot'nun geçen yıl çektirdiği bir fotoğrafı gördüm, "İlahem B.B." neredeyse Aysel Gürel'e benzemişti.
Ölüme yalnız gidilir Geçen yıl Bergama Altın Madeni ile ilgili bir film çekeceğini duyduğum yönetmen Yavuz Yalınkılıç, çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Ve bu filmin fon müziği de benim sayemde oluştu. O sırada Türkiye radyolarında bile olmayan, "Zen müziği"yle ilgili (Sonra "Zen" moda oldu ya neyse...) bir özel plak vardı elimde. Yalınkılıç'a verdim. kullansın diye. Tabii stüdyoda plağın içine edildi. Ama Semra oynuyordu filmde ve ben "Helal olsun" dedim. Bence o günlerin iyi filmlerindendi. Y. Yalınkılıç'la S. Sar'ın en iyi filmiydi, belki de... Ve o filmde Fikret Hakan'la ilişkileri gündeme geldi, sinemasal ilişkiler, reklam ilişkileri... Yazımı şöyle bitirmişim: "Bir ara resimler çekilirken yine Fikret Hakan meselesi açıldı. Semra Sar'ın hareketleri birden değişti. Oysa bu ona hiç yakışmıyordu... 'Güneş korkunç ışığıyla eziyor şehri. Kumlar göz kamaştırıyor, deniz de ışıyor. Dorothee mağrur ve güçlü olarak ıssız sokakta yürüyor.' Semra Sar yürüyordu... Belki bu dik, alımlı yürüyüşün, yürüyüşlerin sonunda büyük başarılar olacaktı. Herkes onun durmamasını istiyordu..." Tam 43 yıl geçmiş aradan... Türkiye nice darbeler görmüş, nice yeteneksiz, on yedinci sınıf politikacıların yönetiminde inlemiş... Acaba Sevgili Semra n'apıyor, 62. yaşını yaşadığı bugünlerde?
Evka-2 otobüsünde O akşam, eşimi yolcu ettim Girne Bulvarı'ndaki otobüs terminalinden. Sonra Evka-2 / Karşıyaka otobüsüne bindim ilk müşteri olarak. Semra Sar'ı anlatacağım yazımı planlıyordum kafamda. Sonra şoförle konuşmaya başladım. Çok genç bir kişiydi. Bir raslantı sonucu, şimdilerde Aliağa'da yaşayan eski bir gazeteci dostumun, Necdet Onur'un yeğeniymiş. Gazetem Evrensel'in okuruymuş, özellikle pazar günleri. O gün üç gazete alırmış, biri de Evrensel gazetesiymiş. Ve çok şaşırdığım bir şey söyledi: "Ben sizin, Habora Yayınları'nın kitaplarını çok okudum" Neyse, bir gün bana, gazeteye geleceğine söz verdi. Tıpkı Yeşilköy'deki gibi, garaja giderken beni eve bırakan şoför arkadaş gibi, kıyağını geçti, sokağın başında bıraktı. Zaten otobüste ikimiz vardık.
Ve huzurlarınızda Semra Sar Hayranıyım ya Semra'nın, o zamanlarda hem Ses'te imzamla, hem de Pazar'da isimsiz olarak (Rakip dergiydi, Şevket Rado duysa, atardı beni işten, haklı olarak) röportajlarını yaptım. Sanırım ilk söyleşimi yaptığımda, daha 19 yaşına basmamış, genç bir sinema oyuncusuydu. Şöyle girmişim, "Semra Sar" başlıklı yazıma: "Sohban Koloğlu... Türk sinemasına en çok emeği geçenlerden birisi. Şu son iki yılda tam üç plato birden değiştirdi. İlk olarak Şişli'de, 'Plato 42' adını verdiği yerde çalışıyordu. Dört yılda dört yüze yakın film çevrilmişti orada. Sonra And Film şirketinin platosuna geçti. Burada da fazla kalamayan Sohban Koloğlu kendi adına bir yer kiraladı. Eski bir garaj olan bu yer, diğer iki platosundan daha genişti... Sohban Koloğlu ile platoda oturuyoruz. Az sonra buraya yeni bir aktris gelecek. Semra Sar bir derginin açtığı yarışmayı kazanarak sinema alanına atılmıştı. İlk yılı çok sönük geçti. Sinemacılar kendisine karşı ilgisiz davranıyorlardı. Ama şu son altı yedi aydır birden kendisini sinema hayatı içinde buluvermişti..." Sonra "Sanat" yapmışım söyleşimde. O yıllarda fena halde Leman'dım Charles Baudelaire'e. Hatta şiirler çevirmiştim. Ama Suat Taşer'inkileri okuyunca, benimkileri yırttım, attım. Neyse... Yazıya şöyle devam etmişim: "Charles Baudelaire bir kitabının bir bölümünde şöyle diyor: 'Güneş korkunç ışığıyla eziyor şehri. Kumlar göz kamaştırıyor. Deniz de ışıldıyor. Dünya gevşiyor, çöküyor, uyukluyor. Bu sırada Dorothee mağrur ve güçlü olarak ıssız sokakta yürüyor.' Semra Sar da böyle geliyordu. Saçları kızgın güneş altında, hafif rüzgarda dalgalanıyor..." Sakın "Yalakalığın mucidi" olarak görmeyin beni. Yıl 1962, 22. yaşını yaşayan genç bir gazeteci ve 18 yaşında bir şöhret adayı. Başka ne yazabilirdim ki... Semra'dan çok umutluydum, Türkiye'nin "l Numarası" olacağına inanıyordum, Hülya Koçyiğit'ten bir şey olmayacağına inandığım gibi. Ama kader utansın, tersi çıktı. Jenifer Jones da öyle olmadı mı? Semra'yla ilk söyleşim, biraz magazinvari olmuştu. Elinde karanfille çok güzel bir poz vermişti bana. Resmin altına da şöyle yazmışım: "Bugüne kadar yedi filmde oynayan genç aktirisin vücut ölçüleri şöyle: Boy 1.67, ağırlık: 50 kilo, göğüs: 86 cm., bel: 51cm., Kalça: 86 cm., göz rengi: ela, saçları: kestane..." 43 yıl geçtikten sonra acaba durumlarda ne gibi bir değişiklik oldu, diye düşünüyorum. Brigitte Bardot'nun geçen yıl çektirdiği bir fotoğrafı gördüm, "İlahem B.B." neredeyse Aysel Gürel'e benzemişti.
Ölüme yalnız gidilir Geçen yıl Bergama Altın Madeni ile ilgili bir film çekeceğini duyduğum yönetmen Yavuz Yalınkılıç, çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Ve bu filmin fon müziği de benim sayemde oluştu. O sırada Türkiye radyolarında bile olmayan, "Zen müziği"yle ilgili (Sonra "Zen" moda oldu ya neyse...) bir özel plak vardı elimde. Yalınkılıç'a verdim. kullansın diye. Tabii stüdyoda plağın içine edildi. Ama Semra oynuyordu filmde ve ben "Helal olsun" dedim. Bence o günlerin iyi filmlerindendi. Y. Yalınkılıç'la S. Sar'ın en iyi filmiydi, belki de... Ve o filmde Fikret Hakan'la ilişkileri gündeme geldi, sinemasal ilişkiler, reklam ilişkileri... Yazımı şöyle bitirmişim: "Bir ara resimler çekilirken yine Fikret Hakan meselesi açıldı. Semra Sar'ın hareketleri birden değişti. Oysa bu ona hiç yakışmıyordu... 'Güneş korkunç ışığıyla eziyor şehri. Kumlar göz kamaştırıyor, deniz de ışıyor. Dorothee mağrur ve güçlü olarak ıssız sokakta yürüyor.' Semra Sar yürüyordu... Belki bu dik, alımlı yürüyüşün, yürüyüşlerin sonunda büyük başarılar olacaktı. Herkes onun durmamasını istiyordu..." Tam 43 yıl geçmiş aradan... Türkiye nice darbeler görmüş, nice yeteneksiz, on yedinci sınıf politikacıların yönetiminde inlemiş... Acaba Sevgili Semra n'apıyor, 62. yaşını yaşadığı bugünlerde?
Evrensel'i Takip Et