2 Nisan 2004 21:00
En büyük ticaret ortağımız AB durgunluk yaşarken, Türkiye ekonomisinin sekiz çeyrek, yani 32 aydır büyüyor olması, önemli ve üzerinde durmayı gerektiren bir gelişme. 2001 yılında yaşanan tarihi yüzde 9.5'luk küçülmenin ardından 2002'de yüzde 7.8, 2003'te ise yüzde 5.9'luk büyüme yaşandi. 2004 hedefi ise yüzde 5. Acaba gerçekleştirilen iki yilin büyümesi ne anlam taşiyor ve bu tempo 2004 ve izleyen yillarda sürebilir mi, yani bu büyüme matah bir büyüme mi ve de sürdürülebilir mi? Kişi başina gelir artti mi? Hemen belirtelim ki, yüzde 8, yüzde 6 gibi kulaga dolgun gelen okkali büyüme rakamlarina karşin, Türkiye ekonomisi, üç yil geçmesine karşin 2000'deki üretim gücünün pek üstüne çıkabilmiş değil. 2000'de 1987 fiyatlarıyla 119 trilyon TL olan GSMH, 2003'te sadece 123 trilyon TL. Yani üç yılda yüzde 3.5 dolayında bir artış var. Ama bir de nüfus artışı var. Yılda yüzde 1.5 dolayında artıyor nüfus. Onu da dikkate aldığımızda kişi başına gelir açısından pek de matah bir büyüme yaşanmadığını görüyoruz. Öncelikle, kişi başına geliri dolar ile ifade etmenin kendini kandırmak olduğunu belirtelim. Dolar değeri ile 2002 yılında kişi başı gelir 2.598 dolar idi, 2003 yılında 3.383 dolar oldu. Dolar rakamına bakılır ise kişi başına yüzde 30.2 bir gelir artışı var. Milli gelir yüzde 5.9 artarken böyle bir şey olur mu? Olmaz, bu yanılsamayı bir kenara koyalım ve pek kullanmayalım. Güngör Uras'ın belirttiği gibi, önemli olan sabit fiyatlarla (enflasyondan arındırılmış) Türk lirası kişi başı gelir göstergesidir. 1987 yılı sabit fiyatlarıyla geçen yıl ortalama 1.670.000 TL olan kişi başı gelir 2003 yılında yüzde 4.2 artış ile (nüfus artışı nedeniyle kişi başı gelir milli gelir artışından daha düşüktür) 1.741.000 TL'ye yükseldi. Sabit fiyatlarla kişi başina milli gelir kriz öncesinin, yani 2000'deki 1.766.000 TL'nin gerisinde. İhracata dönük büyümenin "ne menem" bir büyüme olduğunu da anımsatalım. Bu, tamamen, önce yüksek oranlı devalüasyondan, sonra, iyice geriletilmiş reel ücret avantajından ve insafsızca yapılmış tensikatlardan (işten çıkarmalar) rekabet gücü bulmuş bir büyümedir. Kısaca emeğin sırtına acımasızca basılarak gerçekleştirilmiş, "yoksullaştirici bir büyüme"dir iki yıldır yaşadığımız. Hem gelir dağılımını iyice bozmuştur hem de istihdam yaratmamış tersine, işsizlik üretmiştir. Çarkları döndürebilmek için de hem ihracatta hem de turizmde fiyat kırarak, yoksullaşarak, düşük kâr marjlarıyla yaşayan bir "büyüme" gerçekleşmiştir. Bu 32 aylik büyüme temposunun, ne tür bir "dış kaynak" ilişkisi ile yürüdügünü de analize katmak gereklidir. Çünkü, degirmenin suyu buradan gelmektedir ve şu soru sorulmaldir :Bu su daha ne kadar gelecektir? Diş dünya ile gerçekleştirdigi cari işlemler sonucunda Türkiye hem 2002'de hem de 2003'te açık verdi; ancak geçen yıl bu açık dört buçuk kat artarak 7 milyar dolara yaklaştı. Korkut Boratav'ın dikkat çektiği gibi, 2000'deki 9.8 milyar dolarlık açığı saymazsak bu rakam bir rekordur. Dış açıklardaki bu hızlı artış, 2004 için kötü sinyaldir. Geçmişi hatırlatalım: 1993 ve 2000'de cari işlem açiklari 6-7 kat büyümüş ve 1994 ile 2001'deki krizleri hazırlamışlardı. Gerçi, 2003'teki açık , bu boyuta ulaşmış değil, ama yine de alarm vericidir.

Harcamanın kaynağı ne? 2003'te, özel tüketim ve yatırım harcamalarındaki artışa dikkat çektik. Bu harcamanın kaynağı nereden geliyor? Bunun için Boratav'ın Cumhuriyet'te mart ayında yer alan yazılarındaki dış ödemeler dengesi analizini hatırlamak gerekiyor. 2003'te Türkiye 4 milyar dolarlık rezerv biriktirmiştir. Cari işlem açığı ile birlikte 10.8 milyar dolara ulaşan döviz gereksiniminin (yaklaşık) yarısı sermaye giriş-çıkışlarının net bilançosundan, diğer yarısı ise ''net hata/noksan'' kaleminden sağlanmıştır. Ödemeler dengesinin bu ''esrarengiz'' kalemine '' kayıt dışı sermaye hareketleri'' de denebilir. Buna göre 2002'nin ilk dokuz ayında, kayıt dışı sermaye hareketlerinin net bilançosu sıfıra yakın iken 2003'te , bu kalem de bir rekor kırarak 5 milyar dolar eşiğini aşmıştır. İşte, 2003'te yüzde 6'ya yaklaşan büyüme hizinin ardinda bu net sermaye girişlerindeki artişi gözlüyoruz. Yerli, yabanci, kayit içi, kayit dişi sermaye giriş ve çikişlarinin tümünün bilançosu 2002'de 7.7, 2003'te yaklaşik 11 milyar dolara ulaşmaktadir. Sermaye hesabinda iki yil arasinda gerçekleşen 3.3 milyar dolarlik artiş, toplam talebi genişletici dogrultuda katki yapmiş; 2001 krizini izleyen ikinci yilin da yüksekçe bir büyüme ile kapanmasina katki yapmiştir.


BÜYÜMENIN KAYNAKLARI 2003'teki büyüme ile 2002'deki büyümenin farkına da parmak basmak gerekiyor. 2002'deki yüzde 7.8'lik büyümede, stoka üretim ve ihracat, büyümenin ana lokomotifleri idi. 2003'teki büyümede ise yavaş yavaş iç talebin, büyümede önem taşidigini ve bu egilimin 2004'e taşindigini görüyoruz. Ancak, bu ne kadar sürdürülebilir bir egilim, bunu da tartişmaliyiz. 2003'teki büyümede, özellikle ikinci yarıda özel tüketim harcamalarının arttığını ve 2000'deki düzeyine yaklaştigini görüyoruz. Yine özel yatirimlarda dikkate deger bir kipirdamanin başladigini fark ediyoruz. 21 aydir küçülen inşaat sektörünün ilk kez son çeyrekte büyümeye geçtigini ve bu egilimin 2004'ün ilk çeyreğinde de sürdüğünü görüyoruz. Özetle 2002'de başlayan can havliyle ihracata ve stoka dönük üretimden kaynaklanan büyüme, 2003'te iç taleple beslenmeye başlamiş görünüyor. Özel tüketim ve yatirimdaki kipirdamaya karşilik, devletteki tüketim ve yatirim harcamalarinda, "IMF'nin mali disiplini" gereği, fazla bir hayat belirtisi yer almıyor.


SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ? Ama gelin görün ki, 2003'teki büyümeye can veren bu büyük miktarın kaynağı belirsizdir; sürdürülme olasılığı ise çok zayıftır. Şimdi, önemli ama tekrarı şüpheli bir durumla karşı karşıyayız: Kaynağı belirsiz çok büyük boyutlu sermaye girişleri, döviz fiyatlarını aşağıya çekmekte; ucuzlayan döviz büyümeyi tetiklemekte, ama bu arada dış ticaret açığının büyümesine de yol açmaktadır. Toparla

Evrensel'i Takip Et