14 Haziran 2003 21:00

Bu çeşme ne güzelmiş!

Çeşme dendi mi, aklımda hep o dört dize: "Bu çeşme ne güzelmiş Su içecek tası yok Kırar insan kalbini Yapacak ustası yok" Biraz acemi, biraz alaturka, (hatta arabesk belki...) Ama sıcacık geliyor bana. Bir yaz günü İstanbul sokaklarının biraz loş yanında şırıldayan bir çeşme gibi. Elinizi yüzünüzü daha rahat yıkamak, belki çalkalayıp su içmeyi deneyeceğiniz tası aramışsınız sanki. Bir ince zincirle çeşmenin aynasına takılı olan tası bulamamışsınız da, dudaklarınızdan dökülmüş bu sözler. Belli ki, serinletmek istediğiniz yüreğiniz... Su içmek için nasılsa başka olanaklar var. Çıngırakları hiç susmayan su satıcıları. Sırtlarında ışıldayan su kapları. Az ötedeki büfenin su musluğu da buzdolabına, afedersiniz dilim sürçtü; "firigidaire"ye bağlı. Masal gibi değil mi? Bir zamanlar çeşmeden geçilmezdi, İstanbul'da, Kayseri'de, Antalya'da... Akla gelen her şehirde susamanız, düşüp elinizi yüzünüzü kirletmeniz sorun değildi. Hemen her sokakta bir çeşme vardı nasılsa... Kimi yerlerde su epey derinden geliyor olmalı ki, çeşmenin yerini tulumba almıştı. Sokak da o adla anılırdı: "Yeşil Tulumba". Çeşmeli semt adları nasıl yaygındır İstanbul'da, bir anımsayın hele: Söğütlüçeşme, Çatalçeşme, Soğukçeşme, Çobançeşme, Aynalıçeşme, Çeşme Meydan... Sonra, şimdi yalnızca kimi lüks mezarlıklarda rastlanan hayır için yapılmış çeşmeleri. Taşlarında yaptıranların adları, iyilikseverliği fısıldar. Böyle bir de Padişah Çeşmesi vardır, yazıtı yalın: "Aç lüleyi, iç suyu, Han Ahmed'e eyle dua." Bu çeşmeyi resimlerinden olsun görmüşsünüzdür, Topkapı Sarayı'nın kapısı önündedir. Bence saray bahçesindeki "cellat çeşmesi"ni unutturmak ya da silmek için oraya yapılmıştır. (Belki cellatları, cellat çeşmesi ve mezarlığını da ayrıca yazmak gerek. Örneğin cellatlar normal insanlarla aynı mezarlığa gömülmezmiş.) Padişah çeşmelerinin üstleri cennet yemişleriyle bezeli mermerleri, kubbeleri duruyor belki. Ama yalakları temiz değil. Muslukları kurumuş. Yoksul düşmüş paşazadeler gibi biraz kurumlu, biraz mahcup kuruluyorlar köşelerinde. Mahalle çeşmelerini ara ki bulasın. Kimisinin su deposu, belki tarihi değeri vardır diye duruyor. Kimisini, taşının bir parçasının, üstündeki oymanın değerini bilecek bir antikacı bekliyor.

Kovada bulut Sokak ve mahalle çeşmeleri, hem İstanbul'da hem Anadolu'da çok önemliydi. Kagir bir su deposu bulunurdu çeşmenin arkasında. Üstünü çatıya benzer bir örtü örterdi. Sırtını bir cami duvarına dayayıp iki ayrı sokağa iki ayrı lüleden su akıtanı da olurdu. Bu köşebaşı çeşmelerine "çatal çeşme" denirdi. Çatal burada çifte demektir. (Çatal olur efelerin yüreği de böyle bir anlam taşıyor.) Bir zamanlar İstanbul'un susuzluktan kırıldığı dönemlerde İstanbul'a su getirmenin yolları aranmıştır. Mimar Sinan'ın eski su kaynaklarını ve yollarını buluşu, şehre su getirme yollarını planlayışı anlatılır hep. Ama kimi yetkililerin "Aman suyun bunca bolluğu, Anadolu'da adam bırakmayıp, İstanbul'a döker" yakınmaları pek anılmaz. Mimar Sinan'ın hangi bağışı istediği sorulduğunda, "Kocadım, camiye, şadırvana, çeşmeye gücüm yok" diye istediği bir muslukluk su da. Bağışlanan bu musluk için belge istemeye utandığından, padişah değişikliklerinde bu su ihbar edilip elinden alınacaktır. Koca Sinan'a bir musluk çok görülecektir. Kimbilir Sinan, düşlerinde köyünün çeşmesini mi görürdü o muslukla... İstanbul mahallelerinin çeşmeli döneminde evlerde kuyular, tulumbalar vardı, ama içecek su çeşmeden gelirdi. İçinde kullanmalık su bulunan kuyu ve sarnıcı olmayan evlere su çeşmeden taşımakla başolmazdı zaten. Suyu taşımanın en kolay yolu kovaydı. Ağzı geniş, sapı dengelemeye uygun. Sait Faik'in bir uzun öyküsünün kahramanı, böyle bir kovayla kulübesine su taşırken, suya yansıyan bulutu da eve taşıdığını düşler. Ama eve girince o bembeyaz bulutu göremez. Öykü kahramanı kız, tüm yaşamının düşlerini "kovada bulut" diye özetler: Kitabın adı da böyledir, ama kitabın yayıncısı Yaşar Nabi, bu adın okurlarca anlaşılmayacağına inanıp "Havada Bulut" diye düzeltir.

Bayram sabahları Ben çeşmeden epey su taşıdım, İstanbul'da da, Anadolu'da da. (Şimdi TCDD lojmanları dışında demem gerekli). En sevdiğim ve şaştığım çeşmeler, Eskişehir'in sıcaksu akıtan çeşmeleriydi. Oh, al bir kova su yıkan, çamaşırını yıka. (Bu sular boşa akacağına şehri ısıtabilirdi ya, hâlâ proje durumunda). Çeşme başı söyleşilerine katılmak, misafir olduğum Bor'da nasip oldu. En çok yararlandığım çeşme, Aksaray'da Tomrukçu Sokağ'a bitişik sokaktaydı. Apartımanın sık sık kesilen suyu yüzünden ortalık aydınlanmadan giderdim. Otuz yıl kadar önce. Eee, çocuklar küçük, üstleri başları; kâğıt bez de yok üstelik... Çocukluğumda da az gitmedim çeşmeye. Gerçi saka denilen su taşıyıcılar vardı. Atın üstüne tenekeler dizer, sokak sokak dolaştırırlardı. Tenekeyi ev içine taşımak, suyu ağzına tülbent gerili küpe boşaltmak da dahil bir teneke suya 2.5 kuruş (yüz para) alırlardı. Yıl 1954/55 olmalı. (Bu parayı azımsamayın, bu tarihten dört yıl sonra bile bu paraya tramvayda öğrenci yolculuk edebiliyordu) Yine de kimi evler, ağız birliği eder: "Aman bu sakanın suyu nerden doldurduğu belli değil, onu bostan kuyusu başında gören var!" bahanesiyle çocukları yanına alır çeşmeye yollanırlardı. Kimi zaman da bu işe çocuklar gönüllü olurdu. İşin ucunda buzdolapsız dönemde çeşmeden soğuk su getirip, aferin almak var. Bir başka geleneği daha vardı, bizim evin. Yüz yıllık İstanbulluluk eskitememiş, ama kimbilir kökü nereden? Bayram sabahı, bayram namazı bitmeden çeşmeler zemzem akarmış. Haydi bakalım, bu kolay zemzeme gönüllü olma da göreyim seni... Su, çeşme deyip duruyorum, ama çeşmeler de çeşit çeşitti. Terkoz pek beğenilmez, kaynağı üstüne iğrenç öyküler anlatılırdı. (Hele biri evine terkoz bağlatmışsa) Hamidiye çeşmeleri gözdeydi. (Kasımpaşa'da eski adı Tabakhane, yeni adı Kızılay Meydanı'ndaki çeşme duruyor mu?) Ama gezmeye gidildiğinde Çamlıca'da Tomruk gibi ünlü sulardan biraz olsun taşınırdı eve. En hafif su, Karakulak suyuydu. Kimi uçarı kızlara "Karakulak suyundan hafif" denirdi. Söze çeşme diye başlandı mı, sonu gelmez. İstanbul'dan Anadolu'ya gidenler Haydarpaşa'daki Ayrılık Çeşmesi'nin başında vedalaşırmış dostlarıyla. Bu çeşmenin Haydarpaşa'dan İbrahimağa'ya sapan yolun başındaki meydan çeşmesi olduğu söylenir. Her şehrin ve köyün dışında bu adla anılan bir çeşme vardır. Çeşme sözü "göz" anlamındaki "çeşm"den türemiş. Ağlamanın tanımı "iki gözüm iki çeşme"dir. Ama günümüzde çeşmelere bakınca bu deyim, ağlamaktan gözlerim kuru anlamına gelir olsa olsa...
[email protected]

Evrensel'i Takip Et