29 Mayıs 2003 21:00
SEPULTURA savaşan müzik
DİĞER HABERLER
İstanbul, bu pazar günü rock tarihinde önemli bir yere sahip olan bir grubu, Sepultura'yı ağırlıyor. Kültürün her alanına yansıyan "üretememe krizi"nin en şiddetli yıllarında, Sepultura, özellikle geri bıraktırılmış ülkelerde milyonlarca genci heyecanlandıran bir grup oldu hep. 1985'ten bu yana her albümünde daha da olgunlaştı, "kuzey"in müzikteki tekelini, onun zaaflarını ve çözümsüzlüklerini yüzüne vurarak ve alay edercesine kırdı.
Batı minderinde müzik Sepultura'nın müzik serüveni, 1980'lerin ortalarında başladı. Dört Brezilyalı gencin ilk albümü "Bestial Devastation" (1985), "güneylilerin de sert müzik yapabileceği"ni gösteren bir çıkıştı sadece. İkinci ve üçüncü albümler, Schizophrenia ve Morbid Visions (1987), death ve speed tarzlarının giderek birleşmekte olduğuna dair göstergeler oldu. Ancak grup, asıl çıkışını 1989'da, Beneath The Remains (BTR) ile yakaladı. Kendi alanında tarihin en iyi yapıtlarından biri sayılan bu albüm, metalin iki alt kolunun birleşmesini tamamladığı bir dönemin "mihenk taşı" olarak adlandırılır. Eleştirmenler, grubun "füzyon" denemelerinde ilk adım olan Beneath The Remains'in "kaostan kontrollü bir enerji yarattığını", "endüstriyel olan ile ilkel olanı birleştirdiğini" söylüyorlardı: "Her bir parçadaki her bir unsur bütünü tamamlıyor; bütün ise her bir parçanın önemini belirliyor. Bu; kaotik ama yine de düzenli bir dünyada varoluşun metaforu sanki!" BTR, ilerleyen yıllarda rock müzikte yepyeni bir alanın açılmasına öncülük edecek olan "füzyon" merakının ilk göstergesiydi. Sepultura'nın uluslararası alanda kazandığı sıradışı başarı, 1991'deki "Arise" ile devam etti. "3. Dünya Kaosu" adlı turnesine çıkan grup, birçok ülkede onbinlerce gence çaldı, Endonezya gibi hiç umulmayan bir ülkede altın plak aldı. "Arise"daki parçaların sözleri de ayakları üzerine basmaktaydı; grup, heavy metalin klişe ve kısır "mevzu"larından kurtulup, gerçek dünyanın gerçek sorunlarına dair konuşmaya başlamıştı artık.
Yeni bir müzik doğuyor Bu noktada, Sepultura bir yol ayrımına gelmişti. Belki de, tarzın içine girmekte olduğu derin bunalımı sezmiş olduklarından, "Batı'yı kendi minderinde yenmek"ten vazgeçtiler. Çürüme, ortada meydan okunacak bir şey bırakmamaktaydı zaten. 1993'teki Chaos AD, grup üyelerinden Max Cavalera'nın çocuğunun ana karnındaki kalp atışları ile başlıyordu. Toprakları ellerinden alındığı için toplu intiharlar gerçekleştiren Kaiowas kabilesinin direngen ezgileri, "reddetmek" gerektiğine dair haykırışlara karışmaktaydı. Yerli müziğinin speed formlarına yedirildiği albüm, "küreselleşme" çağında müzikteki genel arayışın somut bir göstergesiydi. Sepultura, halkın müziğini keşfetmişti! Brezilyalı akademisyen Idelber Avelar, "Bu müziği; borç krizi, kronik işsizlik ve hiperenflasyonun ortasındaki Brezilya işçi sınıfı gençliğinin alternatifsizliğinin yansıması olarak nitelendirip geçemeyiz. O daha çok; Brezilya kültürel ve siyasi yaşamının yerleşik mitolojilerine aktif ve yaratıcı bir müdahaleydi" diyerek özetliyordu durumu. Tarzın ustaları "yumuşama" veya "sertliğini koruma" gibi tartışmalar bir kenara, apaçık kısır bir döngüye girerken, Sepultura "üçüncü dünya müziği" yaptığını ve bundan gurur duyduğunu ilan etmeye karar vermişti.
Memnun olmayanlar Bu arada; grubun ilk albümleriyle edindiği dinleyici kitlesinin bir bölümü, durumdan memnuniyetsizliklerini yüksek sesle ifade etmeye başladılar. Onlar, Sepultura'yı "yeni bir Slayer" olarak selamlamışlardı, ama işler umdukları gibi gitmiyordu! Sepultura'dan hayal kırıklığı duyan bir diğer "kesim" ise, Brezilyalı yöneticiler oldu. Onlar, grubu bir "ihraç malı" olarak pazarlamak istiyorlardı. Ama Sepultura; sokak çocuklarının polis tarafından nasıl öldürüldüğünü, gözaltında kayıpları, eşkıyaları, çeteleri, cuntaları, yoksulluk ve çaresizliği anlatmakta ısrar edince, bunu yapmaları mümkün olmadı.
Kökler'e dönüş Grup, klasik formlardan kesin kopuşunu 1996'daki Roots (Kökler) ile gerçekleştirdi. Albüme adını veren parça; Amerika kıtasının "keşfi"ne bir lanet okuma, "Her şey herkesindir" şiarının geçerli olduğu yüzyıllar öncesindeki bir döneme duyulan özlemi ifade ediyordu. Dikkatleri, bu kez Xavantes kabilesine yönelmişti. Onların köylerinde bir süre yaşadılar ve birlikte müzik yaptılar. Itsari parçası böyle doğdu. Portekizce söylenen coşkulu Ratamahatta'da ise, tanınmış perküsyoncu Carlinhos Brown "konuk sanatçı"ydı. Roots'un ardından, grubun belkemiği sayılan vokalist Max Cavalera ayrıldı ve kısa süreli bir krizden sonra Derrick Green ekibe katıldı. 1998 tarihli "Against" (Karşı), "füzyon"da daha da ileri gitti. Bu kez Brezilyalı yerli sanatçılara ve perküsyon ustalarına Japonya'dan Kodo davulcuları eklenmişti. Sepultura, bilinen sınır ve sınıflandırmalara uymamakta ısrar ediyordu. 2001 tarihli "Nation" (Ulus) ise, punk grubu Dead Kennedys'in tanınmış vokalisti Jello Biafra'dan Finlandiyalı Apocalyptica'ya, operadan "saf thrash"e kadar bir dizi ekolü bir araya getiriyordu. Umarız bu zenginlik, yeni çıkan Roorback'te de devam eder. Halkın müziğinden... 1990'lı yıllar, her tür müziğin derin bir krize yuvarlandığı yıllardı. Piyasanın krizi "aşmak" için uyguladığı çeşitli yöntemler var: Eskiye dair güzel ne varsa çirkinleştiren, kirli bir nostalji, özde epey eski olan "yeni" tarzlar, bolca reklam, uyuşturan klipler... Elbette, tükenmez bir kaynak olan halk ezgilerinin "yağmalanması" da bu yöntemlerden biri. Yöntemler farklı olsa da sonuç hep aynı oldu: Dinleyende bezginlik, yılgınlık, kendi içine kapanma duygusu yaratan bunaltıcı müzikler... Sepultura'nın müziği, şaşırtıcı bir inatla, bu kirlenmeye direniyor. O, savaşan bir müzik. Türküleri yağmalamak ile onlardan beslenmek arasındaki farkı merak eden rock dinleyicileri, pazar günkü konseri kaçırmamalı.
Batı minderinde müzik Sepultura'nın müzik serüveni, 1980'lerin ortalarında başladı. Dört Brezilyalı gencin ilk albümü "Bestial Devastation" (1985), "güneylilerin de sert müzik yapabileceği"ni gösteren bir çıkıştı sadece. İkinci ve üçüncü albümler, Schizophrenia ve Morbid Visions (1987), death ve speed tarzlarının giderek birleşmekte olduğuna dair göstergeler oldu. Ancak grup, asıl çıkışını 1989'da, Beneath The Remains (BTR) ile yakaladı. Kendi alanında tarihin en iyi yapıtlarından biri sayılan bu albüm, metalin iki alt kolunun birleşmesini tamamladığı bir dönemin "mihenk taşı" olarak adlandırılır. Eleştirmenler, grubun "füzyon" denemelerinde ilk adım olan Beneath The Remains'in "kaostan kontrollü bir enerji yarattığını", "endüstriyel olan ile ilkel olanı birleştirdiğini" söylüyorlardı: "Her bir parçadaki her bir unsur bütünü tamamlıyor; bütün ise her bir parçanın önemini belirliyor. Bu; kaotik ama yine de düzenli bir dünyada varoluşun metaforu sanki!" BTR, ilerleyen yıllarda rock müzikte yepyeni bir alanın açılmasına öncülük edecek olan "füzyon" merakının ilk göstergesiydi. Sepultura'nın uluslararası alanda kazandığı sıradışı başarı, 1991'deki "Arise" ile devam etti. "3. Dünya Kaosu" adlı turnesine çıkan grup, birçok ülkede onbinlerce gence çaldı, Endonezya gibi hiç umulmayan bir ülkede altın plak aldı. "Arise"daki parçaların sözleri de ayakları üzerine basmaktaydı; grup, heavy metalin klişe ve kısır "mevzu"larından kurtulup, gerçek dünyanın gerçek sorunlarına dair konuşmaya başlamıştı artık.
Yeni bir müzik doğuyor Bu noktada, Sepultura bir yol ayrımına gelmişti. Belki de, tarzın içine girmekte olduğu derin bunalımı sezmiş olduklarından, "Batı'yı kendi minderinde yenmek"ten vazgeçtiler. Çürüme, ortada meydan okunacak bir şey bırakmamaktaydı zaten. 1993'teki Chaos AD, grup üyelerinden Max Cavalera'nın çocuğunun ana karnındaki kalp atışları ile başlıyordu. Toprakları ellerinden alındığı için toplu intiharlar gerçekleştiren Kaiowas kabilesinin direngen ezgileri, "reddetmek" gerektiğine dair haykırışlara karışmaktaydı. Yerli müziğinin speed formlarına yedirildiği albüm, "küreselleşme" çağında müzikteki genel arayışın somut bir göstergesiydi. Sepultura, halkın müziğini keşfetmişti! Brezilyalı akademisyen Idelber Avelar, "Bu müziği; borç krizi, kronik işsizlik ve hiperenflasyonun ortasındaki Brezilya işçi sınıfı gençliğinin alternatifsizliğinin yansıması olarak nitelendirip geçemeyiz. O daha çok; Brezilya kültürel ve siyasi yaşamının yerleşik mitolojilerine aktif ve yaratıcı bir müdahaleydi" diyerek özetliyordu durumu. Tarzın ustaları "yumuşama" veya "sertliğini koruma" gibi tartışmalar bir kenara, apaçık kısır bir döngüye girerken, Sepultura "üçüncü dünya müziği" yaptığını ve bundan gurur duyduğunu ilan etmeye karar vermişti.
Memnun olmayanlar Bu arada; grubun ilk albümleriyle edindiği dinleyici kitlesinin bir bölümü, durumdan memnuniyetsizliklerini yüksek sesle ifade etmeye başladılar. Onlar, Sepultura'yı "yeni bir Slayer" olarak selamlamışlardı, ama işler umdukları gibi gitmiyordu! Sepultura'dan hayal kırıklığı duyan bir diğer "kesim" ise, Brezilyalı yöneticiler oldu. Onlar, grubu bir "ihraç malı" olarak pazarlamak istiyorlardı. Ama Sepultura; sokak çocuklarının polis tarafından nasıl öldürüldüğünü, gözaltında kayıpları, eşkıyaları, çeteleri, cuntaları, yoksulluk ve çaresizliği anlatmakta ısrar edince, bunu yapmaları mümkün olmadı.
Kökler'e dönüş Grup, klasik formlardan kesin kopuşunu 1996'daki Roots (Kökler) ile gerçekleştirdi. Albüme adını veren parça; Amerika kıtasının "keşfi"ne bir lanet okuma, "Her şey herkesindir" şiarının geçerli olduğu yüzyıllar öncesindeki bir döneme duyulan özlemi ifade ediyordu. Dikkatleri, bu kez Xavantes kabilesine yönelmişti. Onların köylerinde bir süre yaşadılar ve birlikte müzik yaptılar. Itsari parçası böyle doğdu. Portekizce söylenen coşkulu Ratamahatta'da ise, tanınmış perküsyoncu Carlinhos Brown "konuk sanatçı"ydı. Roots'un ardından, grubun belkemiği sayılan vokalist Max Cavalera ayrıldı ve kısa süreli bir krizden sonra Derrick Green ekibe katıldı. 1998 tarihli "Against" (Karşı), "füzyon"da daha da ileri gitti. Bu kez Brezilyalı yerli sanatçılara ve perküsyon ustalarına Japonya'dan Kodo davulcuları eklenmişti. Sepultura, bilinen sınır ve sınıflandırmalara uymamakta ısrar ediyordu. 2001 tarihli "Nation" (Ulus) ise, punk grubu Dead Kennedys'in tanınmış vokalisti Jello Biafra'dan Finlandiyalı Apocalyptica'ya, operadan "saf thrash"e kadar bir dizi ekolü bir araya getiriyordu. Umarız bu zenginlik, yeni çıkan Roorback'te de devam eder. Halkın müziğinden... 1990'lı yıllar, her tür müziğin derin bir krize yuvarlandığı yıllardı. Piyasanın krizi "aşmak" için uyguladığı çeşitli yöntemler var: Eskiye dair güzel ne varsa çirkinleştiren, kirli bir nostalji, özde epey eski olan "yeni" tarzlar, bolca reklam, uyuşturan klipler... Elbette, tükenmez bir kaynak olan halk ezgilerinin "yağmalanması" da bu yöntemlerden biri. Yöntemler farklı olsa da sonuç hep aynı oldu: Dinleyende bezginlik, yılgınlık, kendi içine kapanma duygusu yaratan bunaltıcı müzikler... Sepultura'nın müziği, şaşırtıcı bir inatla, bu kirlenmeye direniyor. O, savaşan bir müzik. Türküleri yağmalamak ile onlardan beslenmek arasındaki farkı merak eden rock dinleyicileri, pazar günkü konseri kaçırmamalı.
Evrensel'i Takip Et