18 Ekim 2002 21:00
Tembelliğe hiç alışmadığımdan olacak berbat bir otuz gün geçirdim. Gözüm bantlı bantlı kitap düzeltmesi yapmak, gözün sızlayarak bilgisayarın önüne oturmak da hüner değil a. İş de değil. Kendi yazılarımı yazmaya zaman yok bir yandan, bir yandan gündem dışına düştüm seçim çalışmaları yüzünden, konu yok. Sizin anlayacağınız yazmayı özlemişim ama bir türlü ne yazacağımı bilemiyorum. Geçen hafta bir bakıma bu yüzden yazamadım. (Hoş pek fark eden de olmamıştır ya..)."Ne yazayım" dedim mi Mustafa Kara boynunu büküyor. "Ne istersen yaz" anlamına İhsan Çaralan, Pişkinsüt'ün DEHAP için söylediklerini anımsatıyor. (Burada yinelemeyi ne kendime ne Pişkinsüt'ün çağdaş imajına yakıştırabiliyorum). ÖDP'yi (tabii kitlesini) DEHAP'ı desteklemeye çağırmayı düşünüyoruz ciddi ciddi. Nasılsa Parlamento'ya aslan gibi gazeteciler gönderme şansımız var. Çaralan'ın keyfi yerinde. Şairi (Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Selma Ağabeyoğlu), oyun yazarı ve çevirmeni (Yılmaz Onay) gazetecisi (Fatih Polat, Sultan Özer, Fevzi Argun) ile ne müthiş bir grup olacak DEHAP Grubu... Araştırmacısını, kadın hakları savunucularını es geçmiyorum ama gerçek emek savunucuları ile insan hakları savunucuları yan yana olacak. Kültür sayfasına böyle yazı olur mu toparla kendini diyorum, mitinglerden birinde gördüğüm Kezban geliyor gözlerimin önünde. Bayramlıkları, ulusal kılıkları giydirilmiş süslenmiş çocukların arasında iyice göze batıyor durumu. Bakımsız, belli evindekiler çalışıyor. Ayaküstü ahbaplık ediyoruz. Okula gitmiyormuş. Nedenini soruyorum, bilmiyormuş. Diyarbakır'dayken çok gitmiş. Kurcalamaya gücüm yok. Ağlarım diye korkuyorum. Sonra bir seçim bürosu önünde halaylar, goventler oynanırken bir genç kadının sorusu: "Suç olur mu?" Sorduğu çantasındaki üç ayrı renkteki poşular. Neden olsun ki. Yine de yalnızca biri çıkıyor ortaya. Nelerle korkuttuk bu insanları, sindirmeye çalıştık. Gülünemeyecek ne çok öykü birikti. Bir Nijeryalı'nın kendi ulusal renklerini taşıyan montu yüzünden gözaltına alınışı gibi. Bir şehirde trafik işaretlerinin, ışıklarının değiştirilmesi gibi, sarı, kırmızı yeşil yan yana gelmesin diye. Renkler dedim de, Üç Yaban Kuğusu adlı anılarda Çin'deki Kültür Devrimi ile ilgili bir anektod vardı: Gençler, kendilerince ilerici tüm değişiklikleri yapmışlar. Yönetim çıtını çıkarmamış. Bir gün, Trafik ışılarının kırmızısında durmak burjuvalıktır, kırmızı sosyalizmin rengidir, kırmızı da geçip, yeşilde durunca kıyamet kopmuş. (Bu da nereden çıktı şimdi!) Bu yazı eski aktar dükkânlarına benzedi. Hani onların duvarında yazarmış "Ne ararsan bulunur derde devadan gayri" diye. Öyle. Bu arada yasakçı falan değilim ama RTÜK'e daha doğrusu Nez'i yasaklamama nedenine bayıldım. (Yasaklamasın da kırmızı noktayla yayınlama zorunluluğu getirebilir). Ayrıca ben yaman bir sansürcü kesilmişim. Hani bir klip var: Delilo. Bir kız lisesinin hizmetlisini ve düşlerini anlatıyor. Nedense rahatsız oluyorum. Kız lisesi olduğundan mı, o düşleri kuranın yöresine yapılan göndermenin o yöreyi inciteceğini düşündüğümden mi.. Her neyse, gündem seçim, savaşsız, saldırısız bir 3 Kasım'ı görelim de ötesi kolay.

[email protected]

Evrensel'i Takip Et