23 Eylül 2002 21:00

Torî, Kürt kültürünün izinde

Torî, Midyat ve çevresini kapsayan bölgenin adı ve "bir bölgeden gelen kimse" anlamını taşıyor. Kendisi ise şöyle diyor: "Adım uzun olduğu için Torî adını kullanıyorum. Zaten başka ad söylediğimde beni tanımazlar. Torî doğup büyüdüğüm bölgenin adıdır. Midyatlıyım." 1931 yılında Midyat'ta dünyaya gelen Mehmet Kemal Işık ya da bilinen adıyla Torî, 71 yaşına pek çok şey sığdırmış. Dicle Köy Enstitüsü'nde geçen öğrencilik yılları, Midyat, Adapazarı ve İstanbul'da süren 25 yıllık öğretmenlik hayatı, yazarlık ve ardından sürgün yılları...

Kültür araştırmaları Kürt kültürü ve edebiyatına ilişkin eserleriyle tanınan Torî, Kürt tarihi ile ilgili araştırmalarda yapmış. Bu yönelimini ise, kimsenin konuya derinliğine inmemesine bağlıyor. "Daha önce misyonerlerin yazdığı yüzeysel bir Kürt tarihi vardı. Bense Ortadoğu'daki halkları esas aldım" diye başlayan anlatımından, Sami kökenli Akad, Babil, Keldani ve Asur uygarlıklarına; Hindistan'ın kuzeyindeki İndus ve Ganş Vadileri'nden geldikleri tahmin edilen ve kökenleri belli olmayan Sümer, Elam gibi -Onun tanımlamasıyla- 'Asyanik' halkların kültürlerini öğreniyoruz. "Halkların kökenine inmek için onların dil ve kültürüne inmek gerekiyor" diyen Torî, bu felsefeden yola çıkarak, Kürtlerin kökenini araştırıyor. Yine O'nun araştırmalarından, MÖ 3000 yılında devlet kurmuş Guli, Miktani, Lulu, Guti, Kasri, Naili, Urartu ve son olarak da Medlerden Ari Boylarına ve Hint Avrupa kökenli uygarlıklara gidiyoruz.

İlk Cemre O'nu araştırmaya yönlendiren bir başka etmen ise tarih sevgisi. Fakat O ilk olarak şiir ve hikâye yazarlığından başlamış. Öğretmenlik yıllarının sonlarında ilk ürünlerini vererek, 1952'de "İlk Cemre" adlı şiir kitabını yayımlar. İlk Cemre, bir derginin organize ettiği yarışmada dereceye de girer. "Sonra hikâyeler yazdım ama Kürtçe yazmam gerektiğini düşündüm" diyen Torî, her iki dile de önem verdiğini belirtiyor. Sonra "Mendık", "Qolinç" ve "Şilan"... Yaşamının her bir kesiti hikâye ve romanlarında gizlidir O'nun. Gençlik yıllarında Turancı bir grubun asimilasyon faaliyetlerine karşı çatışmalarını Mendık'da anlatmıştır.

'Boş duramam' 1991 yılında eşi ve iki kızı ile birlikte, büyük bir arşivle Türkiye'ye döndüğünde gözleri yorgun düşmüştür artık. Şimdi ise kızlarının yardımı ile çalışmalarını sürdürüyor, "Belçika'da bütün günümü kütüphanelerde okuyarak geçiriyordum, şimdi düşünerek geçiriyorum. Kızımın kitaplardan ses kayıt cihazına okuduğu şeyleri dinleyerek özümsemeye çalışıyorum. Kitapları bu şekilde kombine ediyorum. Şimdi göç mağdurlarının anlatımlarını kitaplaştırmaya çalışıyorum. Kalemle yazıyorum. Sonra kızım ve Kürt Enstitüsü'ndeki arkadaşlar düzeltiyorlar. Boş durduğum anda öleceğime inanıyorum. Umudumu gücümü yitireceğim diye düşünüyorum." Onu, "deliler gibi" sevindiren her kitabının hazırlanışında kızlarının ve elbette çorba yetiştiren eşinin de büyük bir katkısı vardır. Torî, birkaç dil bilen kızlarının büyük yardımlarıyla ilerlediğini söylüyor.

Kitapları yargı önünde Değişik konularda perçinlediği araştırmaları yargılamaları beraberinde getirir. Kürt Bilginleri ve Birinci Kuşak Aydınlar adlı kitabından ötürü bir buçuk sene süren bir mahkeme sürecinden geçer Torî. Antoloji niteliğindeki bu kitabını mahkemede çok iyi savunduğunu belirtiyor. Fakat, aklandığı bu dava dosyası yeniden açılmış ve şimdilerde mahkeme tarihini bekleyen Torî, "Gerekçelerini tam olarak bilmiyorum ama kendimi tekrar savunacağım. Çünkü kitabımda yer alan, mesala Fatih'i yetiştiren Molla Gorani, Kürdistanı Osmanlı'ya katmak isteyen İdris'i Bitlisi'yi tanımayan yoktur. Kitabımda bu kişilere yer vermekle bölücülük yapmadım. Kitabımda yer verdiklerim Kürt aydınları ve bilginleri yani bu toprağın insanları" diyor.

Öykü türünün ilk örneği Kürt Edebiyatına ilk küçük hikâye türünü kazandıran Torî, tarih araştırmalarını ise şöyle değerlendiriyor; "Önümde bir taş duruyordu ve ben tarihe yönelerek o taşı kaldırdım. Ethem Xemgin'de Kürtlerin yerli halk olmadığını göçle geldiğini söylüyor; Kürdistan Tarihi adlı kitabında. Ben aşağı ve yukarı Mezopotamya'yı ayırdım ve karşılaştırma yaptım. Kürtlerin yukarı Mezopotamya halklarından olduğunu saptadım." Torî'nin bir de yerel dille oluşturduğu sözlüğü var. D. İzoli'nin hazırladığı sözlükle kıyaslandığında kendi sözlüğünün dar kaldığını belirten Torî, "İzoli, sözlüğünü hazırlamakla ulusalcılığa bir adım attı. Ben yöremde kullanılan sözcükleri bir sözlükte topladım. Dejenerasyona uğramış ve eşanlamlı kelimeleri almadım. Mesela 'baş' sözcüğünün çok karşılığı var, ben bir tanesini aldım. Yani hazırladığım sözlükte yazım hatası yoktur, çünkü ben bir öğretmenim. Sadece sınırlı olduğunu söyleyebiliriz" diyor ve üçüncü baskısını bu eksikleri gidererek hazırladıklarını sözlerine ekliyor. "Araştırma, önüne konan renkli yumaklardan birer tutam alarak ortaya renkli bir gül çıkarmaktır" diyen Torî, her çalışmasıyla renkli bir gül yaratma çabasında.


Siyabend û Xecê efsanesi Torî, Kürt edebiyatı ve tarihi ile ilgili uzun ve sabırlı bir araştırmadan sonra çalışmalarını 24 kitapta toplamış. Araştırmalarını mağara resimleri, yerleşim kültürleri, seramik desenler, bronz ev eşyaları ve savaş aletlerinin incelenmesinin toplamında ortaya çıkan maddi kültür kalıntılarına dayandıran Torî, "Halkların bir de manevi kültür kalıntıları vardır ki bunlar inançlarıdır" diyor. Ona göre, yukarı Mezopotamya'da kaya kabartmalarında yırtmaç eteğiyle görülen aşk ve savaş tanrıçası Savuşka'nın çift karakterli özelliği Kürtlerin efsanelerine de yansımıştır. Buna örnek olarak Siyabend û Xecê efsanesini gösteriyor: "Siyabend û Xecê efsanesinde de Siyabend hem kötü hem iyi karakterlidir. O zenginlere karşı yoksullara yardım eden bir kahramandır. Bu onun iyi yanıdır. Öte yandan bir atı beğenmişse eğer, zorla alır o atı. Xecê'yi de zorla almıştır zaten. Bu Siyabend'in kötü yanıdır. Xecê'yi alıp Süphan Dağı'na götürür. Orada bir geyiğin zorla başka bir geyiğe sahip olduğunu görür. Bu durum karşısında Siyabend kızar ve atına atlayıp gitmek üzere ilkin Xecê seslenir arkasından "Sen de beni zorla getirmedin mi?" der. Bunun üzerine Siyabend geyikle kavgaya tutuşur, geyik Siyabend'i kayadan atar. Xecê de arkasından atlar Siyabend'in."


'Kitaplarımı dört kez yaktım' Türkiye'de yaşanan darbelere de tanıklık eden Torî, bundan dolayı dört kez oluşturduğu kitaplığını yakmak zorunda kalmış. "Öğretmen maaşıyla geçiniyordum o zamanlar. Eşim ve çocuklarım aç kalmasınlar, bir de nasılsa bu kitabı yine bulurum düşüncesiyle yakmak zorunda kaldım" diye özetliyor, O'nu kitap yakamaya iten psikolojiyi. Ardından "Şimdi olsa yakmam" diyor, beşinci kez oluşturduğu kitaplığından söz ederken. 12 Eylül darbesiyle art arda gelen öldürülme ve tevkifatlar O'nu eşi ve üç çocuğu ile birlikte yurtdışına gitmeye zorlamış. Memleketine büyük bir özlem duymuş bu zorunlu göç yıllarında, "İki yıldan sonra özlemler korkunç çoğalıyor" diyor ve Belçika'da çalışma imkânlarını zorlayarak araştırmalarını burada da sürdürmüş.


'Bizde usta romancı yoktur' Torî, yeni dönem yazarlarını ise şöyle değerlendiriyor: "Mehmet Uzun hanedan romancısıdır. Celalet Bedirxan'ın evine gitti ve O'nun çalışmalarından kitap yaptı. Onun çalışmasında Kürt yoktur, Kürtçesi yetersiz ve roman tekniğini bilmiyor. Bizde usta romancı yoktur aslında. Çünkü hikâye yazılmadan direkt röportaj tekniği ile başlanmış. Sonuçta yazılanlar iyi ama hepsi deneme niteliği taşıyor. Ancak klasikleri tanıtıp okuyarak ve çevirerek yazım alanında büyük örnekler oluşturabiliriz. Biz el yordamıyla yazar olmuşuz. Ama küçük hikâyelerimiz iyidir. Şu anda gelinen aşamayı iyi değerlendiriyorum sonuç itibariyle. Halk olarak nerede olduğumuzu bilir durumdayız."

Evrensel'i Takip Et