10 Eylül 2011 10:38

Heykeli yıkılacak adam

Milliyetçi Cephe Hükümeti yılları… ’80 darbesine birkaç yıl var. Heykeltıraş Mehmet Aksoy, Berlin’de mermerden yaptığı Nâzım Hikmet heykelini Türkiye’ye sokmak isterken gümrükte ‘yakalanır’. Bir başka heykeli ise başında kasket bulunan bir köylüdür. O heykel de Lenin’e benzetilinc

Heykeli yıkılacak adam
Paylaş
Devrim Büyükacaroğlu

Polis şefinin ıskaladığı tarihe geçme şerefine, Altınpark’taki ‘Periler Ülkesinde’ heykeli için “Tükürürüm böyle sanatın içine” diyen Melih Gökçek nail olacaktı. Bahsi geçen heykel tahmin edeceğiniz gibi yine Mehmet Aksoy’a ait. Aksoy, Gökçek’le girdiği hukuk kavgasını kazanan taraf olmuş, heykel yuvasına geri dönebilmişti.

Çekicini mermere salladıkça birilerini tarihe geçirten usta heykeltıraş; Kars’ta yaptığı ‘İnsanlık Anıtı’ için “Yıkın bu ucubeyi” diyen Başbakan Erdoğan’ı, Buda heykellerini yıkan Taliban’la aynı tarih sayfalarında yer alacağı konusunda uyarmıştı. Ama bu çaba nafile oldu... Erdoğan da tarihe geçme fırsatını kaçırmadı bildiğiniz gibi.

Geçtiğimiz ay, bu defa ‘Kimliği belirsiz kişi veya kişiler’ Mehmet Aksoy sayesinde tarihe geçti. Balyozla tahrip edilen Can Yücel Anıt Mezarında da Aksoy’un imzası vardı çünkü.

Mehmet Aksoy’un tarihe sunduğu katkıların tümü bir giriş yazısını aşar.  Neden bütün yapıtlarının tartışma yarattığını, nasıl olup da her defasında birilerinin yıkacağı, kıracağı, küfür edeceği işler yapmayı başarabildiğini kendisi anlatacak... sanatta ve düşüncede otokontolü reddeden bir sanatçının ‘heykeli yıkılacak adam’ oluşunun serüvenini...


Neden her yaptığınız heykele saldırıyorlar?
İktidarlar dünya görüşlerini hakim kılmak ve bunu sanata da yansıtmak istiyorlar. “Heykeli dikilecek adam” derler ya demek ki heykel güçlü bir sanat. Adamlar bakıyorlar bu etkili bir şey, yıkmak istiyorlar. Heykellerimin yıkılmasının asıl nedeni ise sanatçıyı toplumsal bir varlık olarak gören ve toplumsal varlık olmanın da sorumlulukları olduğuna inanan biri olmam. Toplumda olan biten karşısında yokmuşum gibi davranamıyorum. Yabancı kalınca kendimi işe yaramaz birisi gibi görüyorum. Gördüğüm çelişkileri yansıtmak istiyorum ki bu da iktidara batıyor.

‘İnsanlık Anıtı’ heykelinizin hükümetin Ermenistan’la barış görüşmeleri ile örtüştüğünü düşünüyordunuz. Ama heykelinizi yıkan aynı hükümet oldu...
Barış içselleştirilmediği zaman böyle oluyor işte. En ufak fırsatta “Suriye’ye saldırırım” diyor ya da Ermenistan’la barış görüşmeleri yaparken kendi politikasıyla örtüşen heykeli yıkıyor. Madem samimisin neden yıkıyorsun?

‘İnsanlık Anıtı’nı yaparken yıkılabilir diye düşündünüz mü hiç?
Hiç aklıma gelmedi valla. Çünkü yaptıran o zamanki AKP’li belediye başkanı. Bizde öyle bağnaz şeyler vardır, “AKP’li olursa yapmam!” gibi, yav ne yaptırmak istediğine bakarsın olur biter. Adam kan davasına dönmüş bir olaya karşı bir şey yaptırmak istiyor, sınırlar açılsın istiyor. Başbakan bana bu kadar kötülük etti, ama istesin yine yaparım. Yaptığım iş doğru kardeşim kim yaptırırsa yaptırsın. Sonuçta bunların hepsi geçici, kalan ne olacak; sanat ve heykel. Bizim gücümüz de buradan geliyor; politikanın hayatı kısa sanatın ise uzundur her zaman.

HER AKLINA ESEN HEYKEL DİKTİRMEMELİ

Peki yıkılmayı hak eden heykeller var mıdır sizce?
Çok var... Zaten heykel konması meselesine başından beri karşıyım. Bir heykel bir şehre dikileceği zaman birtakım kurullardan geçmeli; her aklına esen vali, bakan, başkan bilmem kim heykel diktirmemeli. Çünkü topluma mal olacak ortak bir sorumluluk meselesidir o. Ortak bir bilinç, kültür, estetik, zevk söz konusu.

O zaman neye göre yapacağız ya da yıkacağız?
Sanat değeri taşıyor mu taşımıyor mu? Bu kadar basit! Yerini bulmuş mu bulmamış mı? Mesela bence Atatürk’e en çok Atatürk heykelleri zarar vermiştir. Herkese heykel yaptırmazlar dünyada, en iyisine yaptırırlar. Bizde kurul murul yok, olsa, orada da kayırma olur. Sanatın gerçekten kalite kazanması gerekiyor. Kalite kazanması için de sanat değeri taşımayan işlerin yok olması gerekiyor.

Kurullar belirlemeli diyorsunuz, nasıl kurullar olacak bunlar?
Bir defa devletin kurumları, Kültür Bakanlığı bilmem ne hiçbir zaman buna müdahil olmamalı… İktidarlardan sıyrılmış bir kurul olmalı yani… İktidardan bir danışman olabilir en fazla. O da bize plan proje göstermeli, şurada kanalizasyon var, buradan yol geçecek gibi. Her belediye başkanı, her bakan heykelden anlayamaz, anlamak zorunda da değil.

HALK ANLAMAZ DİYE BİR ŞEY YOK

Sizce heykel nasıl algılanıyor bizim memlekette?
Valla iyi bir şey yaparsan, her yerde güzel algılanıyorsun. İnsanlarda form duygusu vardır. Bir adam duvar, kapı yaparken de bir form düşünüyor, bir zevki yansıtmaya çalışıyor. Heykelde bu zevki geçtik; form anlama dönüşüyor, bir estetiği var. Bunu herkes anlar, yeter ki ipucu ver. Tabii ki sanat kodlarla konuşur, belli aşamalardan geçince daha derinlemesine anlarsın ama önce biraz anlar, biraz daha anlar, daha anlar.

Siz halkın sizi anlamasını istiyorsunuz…
Anlasın istiyorum, buna da çabalıyorum ama onun seviyesine düşmeden tabii. Onun anlayacağı şeyleri yapmam, onun anlayacağı şey onu orada tutmak demektir! Biz onun estetik zevkini daha da yüceltmek istiyoruz, hayatı derinlemesine kavrasın istiyoruz. Bir insan neden şiir yazar? Neden dümdüz yazmaz da şiirle ifade eder kendini? Şiirin düz yazıdan çok daha farklı bir etkisinin olduğunu herkes biliyor artık.

MİNARELERİ DE YIKALIM O ZAMAN!

Hâlâ birilerinin heykeli putla eş tutması da etkili değil mi bu algıda?
“Ay’a gitmek kıyamet alametidir” diyen, televizyon çıktığında “şeytan işidir” diyen düşünceler vardı. Bütün kötülük bu tür gerici düşüncelerin politikacılar tarafından savunulması. Bunlar domino etkisi yapıyor. İnsanlık Anıtı’nın yıkılmasıyla arkasından Trabzon’da heykeller kaldırıldı, kırıldı, Elazığ’da heykel kaldırıldı, arkasından Can Yücel’in mezarı kırıldı. Adam balyozla bekliyor, bir mesaj ver yeter!

Kırmak caizdir öyle ya!
Tabii caizdir! Öyle bir şey ne Kur’an-ı Kerim’de var ne başka bir şeyde. O zaman bütün formları kaldıralım. Mezar taşları da, minare de yapmayalım, onlar da form çünkü. Minare artık bir heykel anlamı taşımaya başladı; göğe doğru yükselen, sonsuzluğa işaret eden, bir yerde insanı Tanrı’ya götüren bir form. Onlar farkında olsun olmasın, bu anlama geldi. Güdük, minaresiz bir cami yapmıyor, niye? Çünkü o minarenin bir anlamı var.

MEZARINI YIKINCA CAN YÜCEL’İ YOK EDEBİLİR MİSİN!

Sanki heykeli, formu, konuyu kavratmak konusunda savaşan adamın kariyeri gibi duruyor hikayeniz: İşçi ve Çocuğu, Meçhul Asker Kaçağı, Periler Ülkesinde… Heykel olumlu mu olumsuz mu etkilendi bu tartışmalardan?
TBMM önündeki anıtı unuttuk! Oradaki yarışma sonucu oy birliği ile birinci oluyorum öğleden önce, öğleden sonra Kenan Evren geliyor. Bir jüri üyesi Kenan Evren’e: “ Ne kadar güzel değil mi efendim? Bakın Kuvayi Milliye Destanı’ndan çıkmış gibi.” Diyor. O da “Anlamıştım komünist işi bu, onlar kalpak da sever zaten, kesinlikle yaptırmam” diyor. Jüri üyesi falan da değil üstelik. Sonra papyonlu bir Atatürk kondu oraya, oldu bitti!
Ben bu süreçte heykelin mesafe kaydettiğini, anlaşılmaya başlandığını düşünüyorum. Bir kere heykel bir tartışma yarattığı için bile kafalarda ışık yaktı. Bir şey yıkılabilir ama daha büyüyerek gidebilir. İnsanların kafalarındakini, kalplerindekini kimse sökemez. Can Yücel’in mezarını tahrip ediyorsun da Can Yücel’i, fikrini, şiirini yok edebilir misin?

Can Yücel’in anıt mezarı ne anlatıyordu? Yıktıkları neydi?
Can Yücel’in içinde, korumaya çalıştığı, dokundurmadığı bir çocuk vardı. Yalansız, onurlu yaşar, her şeyi bildiği gibi direk söyler, öyle bir adam... Bu adamın içindeki çocuk devamlı ışısın, güneş vurduğunda içinden ışıktan bir çocuk çıksın istedim. Bunu bir göbek bağı ile hayata bağladım, önünde su akan yer odur, hayattır... Herkese umut versin, o çocuğa bakanlar canlı tutsun içindekileri istedim. “Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi” yazar mezar taşında. İçindeki çocuğu temiz tut, besle, koru, yavşak olma, satılma diyor mezar. Yıktıkları bu... Demek ki böyle yaşamak zorlarına gidiyor.

NEMRUT’A DOĞAN GÜNEŞİ MÜZEYE TAŞIYABİLECEKLER Mİ?

Sizin heykelinizin yıkılmasına engel olamayan Kültür Bakanı Nemrut’taki heykelleri korumak için harekete geçti. Heykelleri alıp Kahta’ya, müzeye götürecekmiş, yorganıyla o heykelleri örtmek istiyormuş, onlar zarar gördükçe vicdanı rahat uyuyamıyormuş…
Yorgan örteceğine teknoloji müsait istersen bir güzel korursun durduğu yerde. Bir defa samimiysen yatık durumda olanları bir dik önce kaidesine. Amaç korumak değil ki… yıkmak, göstermemek, bir yere hapsetmek... Mekanından alacaksın, götüreceksin müzeye, bir binaya tıkacaksın. Nemrut’un üzerine doğan güneşi, sisi, yıldızları, o duyguyu nasıl getireceksin? Bu, heykelin kanını, ışığını, havasını, her şeyini almak demektir. Bunu yapmak bir cinayetle eş değerdir. Onların yerlerine de imitasyonlarını koyacaklarmış. Böyle bir zevksizlik görülmüş mü? Zamanın tahribini, yıpranmayı azaltmak için gerekli kimyasalları kullanmak gerekir. Bunlar sır değil, dünyada da var.

Mekanı olmadan heykel anlamsızlaşıyor herhalde?
Al şimdi Süleymaniye Camii’ni başka nereye koysan olmaz. Mimar Sinan manyak mı uzun bir süre bu camiyi yapacak yeri aramış! Az daha kafası gidiyormuş “Bizi mi oyalıyorsun?​” diyerekten. Adam mekan arıyor kardeşim. Heykel ve mimarinin en önemli olayı mekandır, mekan içinde yerini bulmaktır, kütleleri nasıl yerleştirdiğindir. Bunların ayrımında değil insanlar. Sadece fonksiyon öne çıkıp, ne kadar insan alır, ne kadar para kazanır, ne kadar apartman dairesi çıkarızla ilgilenilince TOKİ evleri çıkıyor ortaya. TOKİ adlı ucubeler insanlığın mezar taşları işte.


SANAT DOLAR DEĞİLDİR, KÜRESEL OLMAZ

Bienal yaklaşıyor… Ne düşünüyorsunuz güncel sanatla ilgili?
Bir kere güncel sanat kavramının bir an önce değişmesi lazım. Sanatın içeriğine yakışmayan bir kavram. Sanat gazete haberi değildir ki. Aktüel olaylara cevap veren bir şey değildir sanat. Evrensele giden yola açık olur, oraya gitmek ister. Sanat sözün bittiği, aciz olduğu yerdir. Artık sanatta metaforlar gitti, özneyle nesnenin yeri değişti; söz nesne oldu. Çok söz, az yapıt var şimdi.
Sanatta küresellik diye bir şey de olmaz. Dünya farklı coğrafyalardan, insanlardan, kültürlerden, psikolojilerden oluşur. Bütün bu farklılıkların kendi algıladığı bir sanat anlayışı vardır. Sanat küresel olamaz, dolar değildir o her yerde aynı olsun. Espri, sansasyon, yenilik için yenilik, şaşırtmaca falan gibi şeyler sanat değildir.

Sanat şaşırtmak için yapılmaz yani?
Sanat seni şaşırtır, büyüler ama bunun içinden sadece şaşırtmaca öğesini alırsan olmaz. Yenilik için de yapılmaz, o kendiliğinden olur zaten. Video art, düzenlemeler, şunlar, bunlar... seyircileri de ötekileştirip espriye boğuyorlar. Seyirci bir iki geliyor sonra ötekileşiyor, “Ben sanattan anlamıyorum, zevk almıyorum” diyor. Bienallerin de sayısı azalıyor, çekim gücü düşüyor.

Heykelin bu tip sanat ortamlarından dışlanmasına ne diyorsunuz?
Acıklı bir durum bence. İnsan figürünü kovaladılar sanattan. Bunlar gericilerden beter, Pagan dönemini geçtiler ya. Adı İstanbul Modern, Türkiye modernizmini gösteriyor, içinde heykel yok, vay be!


ZAMAN HALLACI MANSUR ZAMANI

Şimdilerle nelerle uğraşıyorsunuz?
Hezarfen Ahmet Çelebi heykelini bitirmeye uğraşıyorum, çevre düzeni yapılıyor, onun açılışı olacak. Yüzüncü Yıl Anıtı açılacak Türk Hava Kuvvetlerinin. İlhan Selçuk’un heykelini yapıyorum, çok güzel olacak. Denizi seyreden Nâzım Hikmet heykeli düşünüyorum, daha oturmadı, çalışıyorum. Bir de son olarak Hallacı Mansur’un heykelini yapmaya karar verdim. Onu düşünüyorum, projelendirdim ve epey bir yol aldım. Yakında ona başlarım. Çok aktüel ve yakıcı bir konu olduğunu düşünüyorum. Onun  lekesiz, tertemiz Allah inancını belki insanlar kendiyle karşılaştırır diye düşünüyorum. Zaman Hallacı Mansur zamanı.


ALMANYA’DAKİ HEYKELİMİN BAŞINDA ÜÇ GENÇ NÖBET TUTUYORDU

Savaşların son bulmasını isteyen bir başka heykeliniz de Almanya’da benzer bir  tartışmaya konu olmuştu, değil mi?
Hitler Faşizminin Polonya’ya saldırısının 50. yılında, 1989 1 Eylülü Dünya Barış Günü ilan edildi Bonn şehrinde. Bir heykel yarışması açıldı ve kazandım,. Yaptığım “Meçhul Asker Kaçağı” heykeli o günün anısınadır. Heykel vesilesiyle Hitler ordularının Polonya’yı işgali sırasında Alman ordusunda kaçan askerlerin problemleri dile getirildi tekrardan. Bu kaçaklar yargılanmak üzere aranıyordu hâlâ. Bir takım Hıristiyan Demokratlar karşı çıktı, anıtı diktirmediler şehre. Ama feci bir karşı duruş oldu; sosyal demokratlar, yeşiller, liberaller, papazlar… Bir buçuk sene bunu tartıştılar ve en sonunda benim heykel dolaşmaya başladı. Bir sene Almanya’da dolaştı. Tekrar kiliseye irtica etti ve kilise de kabul etti, düşün...

Heykeliniz de kaçak oldu yani...
Döndü dolaştı Postdam’a geldi heykel. 1990 yılında heykelim dikildi ve asker kaçaklarına itibarları geri verildi, takip edilmekten vazgeçildiler. Postdam II. Dünya Savaşı’nın sonunda anlaşmanın yapıldığı yer. Şimdi heykel orada duruyor, yani yerini buldu.
Körfez Savaşı döneminde Almanya’ya gittiğim zaman baktım üç kişi bekliyor heykelin başında. Sorduğumda “Savaş bitene kadar biz bu heykeli bekleyeceğiz” dediler. Şimdi heykelimi kış şartlarından zarar görür diye senede üç ay ahşap bir odaya alma planı yapıyorlar. Demokratlar ve asker kaçakları “Siz bizim heykeli görme hakkımızı üç ay da olsa engelleyemezsiniz” diyor. Oradaki tartışmaya bak, buradaki tartışmaya bak. Adamın biri “yıkılsın” dedi ve yıkıldı heykel.

ÖNCEKİ HABER

Sorunları yaşayanlar en güzel çözümleri üretiyor

SONRAKİ HABER

Tarık Ali: Daimi Savaş

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...