17 Mayıs 2002 21:00

Yuh! Yuh!

Aşık Mahsuni Şerif öldü. İlk yaptığım yaşamöyküsünü aramak oldu. Yazar sözlükleri, ünlüler ansiklopedileri vb. Yok... Yok. Birden Selda'nın sesinden tanıdığımız ünlem yükseliyor dudaklarımdan: Yuh, yuh! Sonra düşünüyorum Mahsuni için yapılacak tanımları, "İbrahim Tatlıses'in Domdom Kurşunu'nun yaratıcısı" mı denecekti acaba? Halk müziğine verdiği emek, yeni bir halk ozanı oluşu gündeme gelecek miydi? İhsan Çaralan'la şöyle bir söyleştik bu konuda. Onun kasetlerinin, Aşık İhsani'nin şehirlerde en yaygın olduğu dönemlerde bile, kasabalarda, köylerdeki yaygınlığından söz etti. "Halkın uyanışı"ndaki payını belirtmek gereğini vurguladı. Mahsuni'nin ölüm haberini aldığımda ilk telefon ettiğim kişi Ekrem Ataer'di. İlk sözü "Kötü haberi aldım" oldu. Bana Mahsuni ile yapılmış bir konuşmayı faksladı anında. (Konuşmayı yapan Yaşar Özürküt, Mahsuni konusunda kitap hazırlayan bir yazar. Türkiye'de yaşarken yaptığı ilk kitap hazırlığına 12 Mart'ta el konmuş. Özürküt sonradan İsveç'e göçmüş. Bu konuşmayı bana ilettiği için Ekrem Ataer'e teşekkür borçluyum.)

'Kaynağım halkımdır' Mahsuni'nin 1989 yılında İsveç Merkez Radyosu'nda Yaşar Özürküt ile yaptığı bu konuşma, onun "Yuh Yuh!"tan "Kolum nerden aldın sen bu zinciri"den "Sarhoş"a "Domdom Kurşunu"na ulaşan çizgisini de açıklıyor. Konuşmada ilk göze çarpan, Mahsuni'nin "kendinizden kısaca söz eder misiniz" çağrısını ustaca geçiştirişi. Aynı ustalığı kendisiyle ilgili övgülere karşı da kullanıyor. "Halk ozanı" olduğunu kabullenip, "en büyük" sanını geri çeviriyor. Şöyle tanımlıyor kaynağını: "Beni Mahsuni eden en büyük kaynak halkım olmuştur. Ben halkımdan besleniyorum. O halkın hayata doymamışlığı, sorunları beni ozanlığa itmiştir." Mahsuni, "Sanatçılar, genellikle tanındıktan sonra büyük kentlerde yaşamayı yeğliyorlar. Siz hâlâ büyüdüğünüz bölge çevresinde Gaziantep'te yaşıyorsunuz. Bunun türkülerinize kaynaklık eden insanlarla birarada yaşama gibi bir nedeni varmı?" sorusunu "Evet ben köken itibariyle köy çocuğuyum... Bütün iliklerimde kır yatar, doğa yatar, köy yatar. Anam babam, yedi sülalem buram buram dağ ve çiçek kokusu içinde yaşamıştır. Zaten ozanlığımın kaynağı da budur. Büyük kentlerin sorunları ürünlerime çokça yansımaz. Bu nedenle, doğduğum insanların arasında olmak istiyorum" diye karşılıyor. Halk müziği, söz-ezgi ilişkisinin tanımını ise şöyle yapıyor: "İçeriğinde halkça sözler olmayan müzik halk müziği değildir. Ezgi, ezilmiş gönüllerin, ezilmişlerin sorunlarının yansıtılmasıdır. Bu ezilmişlik yalnız gönül ezilmişliği değil; yaşam ezikliğidir de ayrıca. Halkın büyük bir kesiminin yaşamları sürekli mahrumiyet içinde geçer. Eziktirler. Bu nedenle halkın sorunlarını yansıtan müzik söz olarak da müzik olarak da 'ezgi'dir. Türkülere ezilmiş gönüllerin eseri de diyebiliriz."

Çağdaş bir ozan "70'lerle80 sonrası türküleriniz arasında biçim ve içerik açısından fark var mı?" sorusunun yanıtı ise onun çağdaşlığının kanıtı : "(...)70'li yıllarda güncel konuları izleyen sosyal içerikli türküler yapıyordum. yine öyledir ama, biçim değişikliği yaptım. Eski çalışmalarıma tek sazlı dönem denebilir. Aşık Veysel türü dönem yani. Toplumun o günkü beklentileri de farklıydı. Bugün yeni kuşaklar farklı şekilde, bilinçli olarak yönlendiriliyor. Bir kısmı 'arabesk' denilen, bence eroinin müzikleştirilmiş şekliyle avutuldu. Kitleye arabesk enjekte edildi. Uyutuldu. Böyle bir kuşak savruldu gitti. Varsıl çevrelerin gençleri de diskolara yönlendirildi. Halk müziğinden ve halkın sorunlarından uzaklaştırıldılar. Üçüncüsü de, ikisi arasında kalan gösteriş düşkünü, edebi sükse yapmak isteyen yarı aydın çevreleri oluşturdu. Ben bu üç nesle birden hitabeden bir Mahsuni dönemi başlattım. Daha doğrusu ülkemin içinde bulunduğu siyasal toplumsal durum beni buna zorladı. Tek saz döneminde yüreklice okuduğum sözlerin çoğu denetimlere takıldı. Sansüre uğradı. Onun için de davullu zurnalı, hoppalı zuppalı, zikzaklı türkülerle düşüncelerimi aktarmaya çalışıyorum... Örneğin "Dom Dom Kurşunu"nda olduğu gibi vokaller, gruplar kullanıyorum. Ama türü, biçimi nasıl olursa olsun, Mahsuni yine Mahsuni'dir. "

Aşıklık geleneği Aşık Mahsuni Şerif, bir ara Gaziantep milletvekili adayı olmuş. Sosyal Demokrat Hakçı Parti'den. Milletvekilliği adayı oluşu, Türkiye'deki fikir ve ifade özgürlüğünün sonucu: "Benim zaten bulunduğum vekillik, vekilliklerin en güzelidir. Çünkü ben kendimi içinden çıktığım toplumun, ücretsiz avukatı, diplomasız hakimi sayıyorum. Ancak burada çok sıkıldığım bir konuyu itiraf etmek zorundayım. Ben her yeni türkümün sonunda kovuşturmaya uğruyorum. Cezalandırılıyorum. Bu benim üretimimi engelliyor. Daha özgür üretmek istiyorum. Öyle bir parlamenter zırh olsun ki benim dokunulmazlığımı getirsin istedim. Hiç değilse beş yıl korkusuzca üreteyim istedim. Bu nedenle aday oldum." Aşıklar, Anadolu'da halkın dilidirler. Müzik ve şiir ustalığını birlikte sürdürür bu güçle ayakta kalırlar. Günümüzde bu gelenekten ortada görünen pek yoktu. Mahsuni Şerif bu geleneğin, Aşık Veysel'den sonraki son halkası sayılırdı. 1989'da Stockholm'da kendisine bu konuda yönetilen soruyu şöyle yanıtlar: "Efendim bu bir teveccühtür. Ona bir şey demiyorum. Yalnız katılmadığım taraf şudur: Aşıklık geleneğini sürdüren tüm meslektaşlarım ne ilktir ne de son olacaktır. Bu gelenek insanlık var oldukça sürecektir. Çünkü halk müziği insanlığın bir parçasıdır. Ben son halka değil, halkalardan bir tanesiyim." Halkın sesi olma savaşımını direnerek sürdüren Mahsuni Şerif, sana ve senin gibi halkın sesi olma savaşını sürdürenlere selam olsun.

Seni kitaplarda görmezden gelenlere de "Yuh! Yuh!"

Evrensel'i Takip Et