26 Nisan 2015 04:17

Boğazımdaki kılçık!

Paylaş

Şenay AYDEMİR

Babaannem, yaklaşık otuz yıldır kış aylarını köyde geçirmez. Daha doğrusu ona kalsa bir dakika bile köyden ayrılmak istemez ama babam ve amcam onun soğuk kış günlerinde Şavşat'ın bu küçük köyünde yalnız başına kalmasına izin vermezler. 2011'de ortada bir neden yokken kışı köyde geçirmekte ısrar etti. Bütün çabalar onu kararından vazgeçirmeye yetmeyince, halam apar topar Şavşat'ın Köprülü köyüne gitmek zorunda kaldı. Köyün eski Rabat, adının da Ermenice 'Okrobaget'ten geldiği rivayet edilir. Neyse bu konuya geleceğiz.

Babaannemin ısrarla köyle kalmak istemesi üzerine "acaba kadını toprak mı çekti" diye ehvamlandım ve kamerayı kaparak aralık ayının ortasında ben de köye doğru yola koyuldum. Amacım artık 80 yaşını geride bırakmış babaannemin hayat hikayesini kayıt altına almaktı.

Kar altında, odun ateşinin etrafında geçirdiğimiz uzun geceler sonunda; bir daha doğduğum ve üniversiteye kadar bütün yaz tatillerimi geçirdiğim, sonrasında bulduğum her fırsatta kaçmak için can attığım bu doğa harikası köye dair hislerimin değişeceğini, kendimi 'ait' hissettiğim bir toprak parçasına karşı aidiyet duygumun zedeleneceğini bilmiyordum.

Rabat'ın eski bir Ermeni köyü olduğu, çok sık olmasa da dile getirilen bir gerçekti. Ama sanki ne hikmetse Ermeniler durup dururken köyü terk etmeye karar vermiş ve şu an yaşayanların dedeleri gelip oradaki topraklara, evlere konarak hayatı kaldığı yerden devam ettirmişler gibi bir hava hakimdi bu söylenceye. Evet, çocukken 'Ermeni altını' bulmak umuduyla olur olmaz yerlerin kazıldığına şahit olmuş; evimizin önündeki kuru dere Nağarev'in dolu yağdığında yataklık yaptığı sellerin içinden 'küp küp' altınların insanların gözlerinin önünden geçip gittiğine ama yakalayamadıklarına dair efsaneler duymuştum. Ama altın bulanını gören yoktu.

Rabat'ta ikamet eden Gürcü Beyi (Kıpçak olduğu da söylenir) Zor-Tona, Yavuz Selim'in Çaldıran savaşı seferi sırasında İslamiyet'i kabul edip Zor Mustafa Bey adını alıyor. Yani 1500'lü yılların başı ve ilk camiyi de bu köye yaptırıyor. Yaklaşık 50-80 yıl sonra Zor Mustafa'nın torunu Sefer bey, Rabat'ı Ermenilere satıyor. Ermenilerin 90 hane oldukları rivayet ediliyor. Ermeniler köyde kuyumculuk ve ipek böcekçiliği yaparak önemli bir zenginlik yaratıyorlar. Rabat bir anda bölgenin ticaret merkezi haline geliyor. Ne Gürcü Beyi'nin tepeye kurulu haşmetli konağına ne de camiye dokunmuyorlar.

Ta ki, bu yüzyılın ilk çeyreğine kadar. 

Babaannemin babası Aslan dede, Rabat'a yürüyerek 15-20 dakikalık 3-4 haneli Köpitat Mahallesi'nde doğmuş. Üvey annesi tarafından dışlandığı için o da soluğu her gün köyde alırmış. Ona sahip çıkan Ermeni ustaların yanında iş tutmayı öğrenmiş. Bir Ermeni kıza aşık olmuş. Babaannemden dinleyelim: "Ermeni kız babamı kiliseye götürmüş. Demiş ki, 'Aslan sen Müslüman ben Ermeni. Bu iş olmaz.' Babamın gözleri dolmuş. Kendine gelememiş epey. Annemle evlendiğinde kırk yaşına yaklaşmış neredeyse."

Sonrası hepimizin bildiği hikaye... Yani kıyım. Aslan dedenin babaanneme anlattıklarını soğukkanlılıkla dinlemenin olanağı yok. İşin ilginci babaannem soğukkanlılıkla anlatabiliyor. Belki de o kadar şey görmüş geçirmiş olmak gerek. Ama Ermeni kızının dedemin gözleri önünde öldürüldüğünü söylemekle yetinelim. "'Müslümanın gavurluğuna, gavurun aklı ermez kızım', derdi babam" diye anlatıyor babaannem.

Babaannem, bugün sadece temeli duran Ermeni Kilisesini çocukluğundan çok net hatırlıyor. Çocuk aklıyla kilisenin içindeki resimlere, ikonalara nasıl anlamlar yüklediyse artık "Cennet gibiy evladım cennet! Neler yoktu ki içinde. Onu yıktıklarında oturdum ağladım. Bütün çocuklar oturdu ağladı. Gün yüzü görmesinler, sanki Şavşat'ta taş tükendi. Yıktılar kiliseyi, hükümet konağı yaptılar" diye hâlâ öfkeyle anıyor o günü. 
Hikaye daha da uzar. Çok değil, yüz yıl önce bölgenin en önemli ticaret merkezi olan Rabat, bugün elli haneli küçük bir köy. Babamın çocukluğunda dahi dimdik ayakta duran Gürcü Beyi'nin konağı harabeye dönmüş durumda. Çok şükür ki, 400 yaşını geride bırakan cami hâlâ ibadethane de, sağlam olarak duruyor. Gürcü beylerinin yüzyıllar öncesinden kalma mezarları hasarlı da olsa yerinde. Ama benim bile Ermeni evi olduğunu ancak 30'lu yaşlarından sonra öğrendiğim iki ev hariç Ermenilere ait hiçbir şey kalmamış köyde.

Şimdi köyde, babaannem dışında hiç kimsenin kökü yüzyıldan önceye gitmiyor. Herkes, babasının dedesinin başka köylerden geldiğini anlatıyor sorduğumda. "Peki, bizden önce kim varmış bu köyde?" sorusunun yanıtı ise koca bir sessizlik. Kimi biraz kurcalayınca, dedelerinin, babalarının anlattığı acı dolu hikayeleri fısıldıyorlar uzaktan. İşaretle gösteriyorlar, "Şurası Ermeni mezarlığıydı". Anlatıyorlar:  "Şavşat'ın bütün tut ağaçları kadar tut ağacı vardı burada. Hepsini kestik, bitirdik." İşin aslı, kıyımın ardından evlere, topraklara konanlar da yine 'beyler' olmuş. Sonra herkes topraklarını evlerini onlardan satın almak zorunda kalmış. Bir tek babaannem, babasından kalan arazi üzerinde yaşıyor.

Peki, babaannemin böyle olması yeterli mi? İnsan, doğduğu, kendisini ait hissettiği toprakların bütün birikimini de sahiplenmek istiyor. Sessizlik ve unutmak üzerine kurulu bir uzlaşmayla konuşmayarak, 'onlar'a ait ne varsa hepsinin kökünü kazıyarak yok olmuyor ki tarih. Ermenilerin ektiği üzüm bağlarının kökleri yüz yıl sonra bile hâlâ duruyor, kilisenin duvarlarını gördük işte, iki tane kalsa da evler yerinde, onlarca kiraz ektikleri Kirazlık adı verilen düzlükteki son ağaçlara yetişip meyvelerinden yedim ama ben!
Babaannemle konuştuğum o uzun gecelerin ardından, aidiyet duygumda tamir edilemez bir yara açıldı. Boğazıma oturan şeyin bir yumru olduğunu sanıyordum, değilmiş. Rober Koptaş'ın hafta içinde yazdığı "Bir Ermeni olarak ne istiyorum" başlıklı yazısında atıfta bulunduğu gibi "boğazımdakinin bir kılçık" olduğunu biliyorum artık. Boğazımdaki kılçıktan kurtulmak istiyorum. Bunu sadece o toprakların benden önceki sahiplerinin hakkı için değil, kendimi yeniden doğduğum topraklara ait hissetmek için istiyorum en çok!

ÖNCEKİ HABER

N’alet

SONRAKİ HABER

Vakit daralıyor! Yüzyıldan geriye

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...