22 Mart 2015 04:47

Otoriteye karşı sanat

Paylaş

Başak ŞAHİNDOĞAN

“Sanat direnmektir.” Gilles Deleuze

VENCEREMOS

Bu sayfalarda sanatla direnmenin hikâyesi anlatılacaksa ilk söz mutlaka Şili diktatörlerine karşı “Venceremos”, yani “Biz Kazanacağız” diye haykırarak dudaklarında bir direniş melodisiyle aramızdan ayrılan sanatçı Victor Jara’nın olmalıdır.
Tarih boyunca sanatın büyüsü direnenlerin en büyük gücü, direnilenlerin ise en korkulu rüyası olmuştur. İşte bu nedenle Jara’nın, Pinochet güçleri tarafından tutuklandığında gitarının yanında olması nasıl tesadüf değilse -gardiyanların ölüm tehdidine rağmen- diğer tutukluların da coşkuyla eşlik ettiği melodileri çalmasına engel olabilmek için ellerinin kırılması bir o kadar tesadüf değildi. Artık gitarını çalamayan Victor Jara’nın bu durumda bile şarkı söylemeyi sürdürmesi üzerine öldürülerek ellerinin kesilmesi ve diğer tutuklulara ibret olsun diye tribünlere asılması sanatın direniş gücünü gösteren acı bir hikâyedir. Jara toplumsal bellekte bir mücadele gücü yaratmış ve bu etkiyle yeni sanatçılar onun kaldığı yerden direnişinin sözcüsü olmaya devam etmiştir.


“Sanat dünyayı yansıtan bir ayna değildir, dünyayı biçimlendireceğiniz bir çekiçtir.”  Vladimir Mayakovski

TANIKLIĞIN ESTETİK YANSIMASI

Sanat en genel anlamda hayatta var olmuş, var olan ve var olabilecek her şeyin tanığı ve bu tanıklığın estetik yansımasıdır. Sanat tarihinin insanlık tarihiyle birlikte yazılması da bu nedenledir.  Dünyayı değiştirmek ve tarihe tanıklık etmek amacıyla yola çıkıldığında sanat hiç bir zaman tarafsız değildir. Sanatçı çağına tanıklık ederken, özgürlüğünü ve etkinliğini kontrol altına almaya çalışan sisteme, kendisine ve topluma dayatılan yaptırımlara karşı muhalif bir tavır sergilemek zorundadır. Siyasi yaklaşımlar ve neoliberalizmin toplumsal baskısı, sınırlamaya çalışsa da, özündeki direnişten doğan sanat toplumsal gerçeklikle bütünleşerek var olmaktadır.


“Mücadele bir çember gibidir, her noktasında başlar ama asla bitmez…” Subcomandante Marcos

SANAT DİRENİŞE, DİRENİŞ SANATA MUHTAÇ

Sanat eylemsel ve işgalcidir. Zamanı ve mekânı kendi özgürlük sınırlarıyla işgal eder. Bu yönüyle de direnişle iç içedir; direncin en estetik enstrümanıdır. Direniş sanatı, yalnızca eserler değil, eserlerin direnişi doğuracağı mekânlar da üretebilmektedir. Direniş nasıl ki kendini ifade edebilmek için sanatın diline muhtaçsa, sanat da her zaman direnişin gücüne muhtaçtır. Bu nedenle sanatçıyı direnişin bir parçası haline getirmek için mutlaka üretken kanallar inşa edilmelidir. Böylece direniş hem birçok kanalla genişleyerek kolektif bir yapı alacak, hem de gelecek yaşamlara gerçekliği bozulmadan ve anlamını yitirmeden iletilebilecektir. Sanat yoluyla yapılan üretimler direnişin geleceğe aktarılan önemli bir uzantısıdır.


“İster bir karakter yaratsın, ister yeni bir yöntem keşfetsin, ister karmaşık bir durumun özünü yakalasın, sanatçı bir eylem adamıdır.” Joseph Conrad

EN SANATSAL ETKİNLİK; DİRENİŞ

Tarih boyunca tüm direniş biçimleri arasında en güçlü olanlar, şüphesiz halkın kendiliğinden örgütlendiği, karşı koyuşu kendi direniş dilini kullanarak ifade ettiği direnişler olmuştur. Bu dönemlerde sanatçıların ürettiği işleri kapsayan direniş sanatı, isyan ve sivil itaatsizlik eylemlerinde sanat, toplum ve eylem arasındaki sınırları ortadan kaldırmıştır. Bu dil sokaklarda, meydanlarda ya da köylerde sanatla birlikte ortaya çıktığında direniş sürecine katkısının yanı sıra toplumsal belleğin yeniden yapılandırılmasıyla da geçmiş ve gelecek arasında köprü oluşturacaktır. Direniş bu haliyle dünyadaki en sanatsal etkinlik haline gelecektir. Andre Malraux’ın “ölüme direnen bir yaratıcılık” olarak ifade ettiği sanat, tiyatrodan, müziğe, resimden, heykele, fotoğraftan, grafittiye, şiirden edebiyata kadar her biçimiyle toplumda nasıl bir değişim yaratılabileceğini tarih boyunca birçok defa göz önüne sermiştir.


“Sanatçının dünyayı değiştirmek için sözcüklerden, renklerden, notalardan başka bir gücü yoktur.” Jean-Luis Joubert  

YOL GÖSTERİCİ

Fransız ressam Eugène Delacroix’nin 1830 yılında yaptığı Halka Yol Gösteren Özgürlük adlı çalışması, Fransız Devrimi’ni anlatan en önemli yapıtlardan biridir. Kral X. Charles’ın devrilmesiyle son bulan üç günlük halk ayaklanmasının anlatıldığı bu resimde seçilen figürler ve kullanılan simgeler son derece önemlidir. Resimdeki ana figür olan ayakları ve göğsü çıplak kadın figürü özgür Fransa’yı temsil etmektedir. Elindeki üç renkli Fransız bayrağı, devrimin üç temel kavramı olan eşitlik, kardeşlik ve özgürlüğü simgelemektedir. Direnişçilere barikatları aşmada öncülük eden kadın figürünün solundaki silindir şapkalı erkek burjuva sınıfını, onun solundaki erkek ise işçi sınıfını temsil ederken, sağ taraftaki çocuk yoksulları simgelemektedir. Önde, solda yerde yatan gecelikli figür, baskıcı rejimin geceleri bastıkları evlerde zulme uğrayan ezilen muhaliflerdir ve Delacroix’ye göre muhalifler bu direnişin önemli nedenlerinden biridir. Sağda ölü veya yaralı olarak çizilenler, kraliyet kuvvetlerinin yenilgisini temsil etmektedir. Resmin yarattığı ana etki direnen halkın barikatları aşarak büyük kararlılıkla özgürlüğe yürümesidir.


“Sanat da, hayat gibi, özgür olmalıdır” George Santayana

ACININ DUYULARLA HİSSEDİLMESİ

Pablo Picasso’nun Guernica adlı çalışmasında, 1937 yılında İspanya’da Bask bölgesinin merkezi olan Guernica şehrine faşist diktatör General Franco’nun yaptığı saldırı resmedilmiştir. Picasso Alman uçaklarının bombalarıyla yerle bir olan şehrin ve askerler tarafından vahşice makineli tüfeklerle taranan masum insanların yok edilişini protesto etmek için resmine şehrin adını vermiştir. Ancak kübist sanatçı resminde o gün yaşananları birebir anlatmak yerine acının duyularla hissedilmesini istemiştir. Resmin tam ortasında mızrak saplanmış atın acı içinde kişnemesi, elindeki gaz lambasıyla pencereden kendini içeriye atmaya çalışan kadının telaşı, atın altında elindeki kırık kılıçla parçalanmış askerin cesedi, solda kucağındaki ölü bebeğini tutan annenin feryadını duymak mümkündür. Ayrıca resimde İspanya’nın simgesi bir boğanın yanında silik bir şekilde görülen barış kuşu sanatçının karamsarlığını yansıtmaktadır.


“Çağdaş köle, kendisinin kesinlikle özgür olduğunu zanneder,” Guy Debord

DEVRİM SİMGELERİ

Diego Rivera, Cephanelik (The Arsenal) adlı duvar resminde, 1910 yılında Meksika’da Porfirio Díaz’ın diktatörlüğünü devirmek amacıyla devrimciler tarafından başlatılan ve yedi yılın sonunda devrimcilerin iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlanan direniş sürecini resmetmiştir.  Ressam bu süreç boyunca devrimin nasıl olması gerektiğini anlatan birçok duvar resmi daha yapmıştır. Meksika halkını ve devrimini ortaya koyan bu eserde ressamın işçi hareketine ilgisi, devrime bağlılığı ve devrimci arkadaşları görülmektedir. Ortada eşi Frida Kahlo kırmızı gömleği ile maskülen bir devrimci olarak, elindeki silahları devrim için savaşan işçilere dağıtırken resmedilmiştir. En sağda erkek arkadaşı Julio Antonio’nun yanında elindeki fişeklikle ayakta duran fotoğrafçı Tina Modotti ise Kahlo’nun tersine feminen bir figür olarak çizilmiştir. Beyaz şapkayla resmedilen kişi Küba Komünist Partinin kurucusu olan Mella’dır. Arkada ise orak-çekiç amblemiyle devrimin simgesi komünizm bayrağı dalgalanmaktadır.


“Sanat, özgürlük tarafından emzirildikçe büyür” Schiller

CANSIZ AMA DİMDİK

Türk heykeltıraş Mehmet Aksoy’un 1 Mayıs 1977 isimli heykeli tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen Taksim Meydanı’nda İşçi Bayramı sırasında otuz dört kişinin hayatını kaybettiği yüz otuz altı kişinin yaralandığı olayı anlatmaktadır.
1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı’nı kutlamak için Taksim Meydanında bir araya gelen yaklaşık beş yüz bin kişinin üzerine birçok noktadan ateş açılmış ve polis panzerleri kaçışan kalabalığın üzerine doğru sürülmüştür. Bu durum karşısında panzerler altında kalarak, ezilerek ve vurularak otuz dört kişi hayatını kaybetmiş, yüz otuz altı kişi de yaralanmıştır. Ateş açanların kimler olduğu hiçbir zaman tam olarak belirlenememiş ve olay halen aydınlatılamamıştır. Mehmet Aksoy, 1979 yılında bu olay anısına yaptığı heykelinde yerde cansız olmasına rağmen dimdik yatan bedenin zayıf ve genç gövdesine karşın iri ve yaşlı elleriyle hem işçi sınıfının zorlu yaşam mücadelesini hem de güçlü duruşunu temsil etmektedir. Ölmüş bedeni kucaklayan anne figürünün de elleri ve yüzü heykelin en önemli detaylarıdır. Ellerindeki kırışıklıklar Anadolu kadınının yıpranmışlığını simgelerken, alnındaki çizgiler bu erken kaybedişin yaşattığı derin acıyı yüzü kapalı olduğu halde göstermektedir. Heykelin ayaklarından ortaya çıkan, yüzü embriyo şeklinde ve gövdesi tam oluşmamış ama yine de dimdik duran çocuk heykelinde ise bu bedensel ölümün bir yok oluş olmadığı, sınıfsal mücadelenin yenilenerek ve güçlenerek devam edileceği anlatılmıştır. Sanatçının tüm çabalarına rağmen bu heykel yasak ve baskılar nedeniyle Taksim’de sergilenememiştir.


“İnsan dünyayla en sağlam bağı sanat aracılığıyla kurar.” Johann Wolfgang Von Goethe  

SİLAHIN SANAT HALİ

Filistinli aktivistler Sami Musa ve Mohammad Khatib gündüz sokaklarda İsrail askerine direnirken aynı zamanda Gazze’de İsrail Ordusu’ndan arda kalan silah ve mühimmatları toplayarak bu materyallerden ekspresyonist sanat eserleri üretmektedir. Sanatçılar eserlerini askerlerin geride bıraktıkları dikenli telleri, mühimmatları, Gazze Duvarı’na ait parçaları ve gazeteciler tarafından kullanılan malzemeleri kullanarak üretmektedir. Khatib, eserlerini “Biz sadece Filistin topraklarında yaşanan vahşete dikkat çekmiyor, aynı zamanda direnişi, sanatla birlikte sürdürüyoruz. İsrail askerlerinin Filistin’i işgali esnasında bizi öldürmek için kullandığı bu araçları, şimdi biz sanat eserine dönüştürerek onlara doğrultmak istiyoruz. Tek istediğimiz biraz umut ve bağımsızlık. Umarım bu sanat eserleri halkımızın alışılagelmiş direnişine farklı bir hava katar” sözleriyle açıklamaktadır.


“Doğaya karşı olan hiçbir şey uzun zaman yaşayamaz.” Charles Darwin

DOĞA, SANAT VE DİRENİŞ

Doğa tüm renkleri ve büyüsüyle yaşamımıza sunulmuş güzellik ise sanat da bu güzelliğin yaygın, özgür ve kolektif kılınabilmesi için yapılan estetik bir eylemdir. Yaşamın doğayla birlikte sürdürülebilirliğini savunmak mutlaka sanatla iç içe bir yaşamı savunmaktadır.
Doğa ve sanatın en temel ortak özelliği her ikisinin de ortaya koyduğu eylemlerle kendi güzelliklerini kendisinin örgütlemesidir. İnsan, bu eylem ve örgütlenme hikâyesi içerisinde doğanın korunabilmesi için sanatı enstrüman olarak kullanan bir direniş figürüdür. Özellikle son yıllarda kapitalizm ve neoliberal politikalar doğayı ve yaşam alanlarını yok etmek üzerine kurulmaktadır. Emperyalist güçlerin politikaları ise her ne pahasına olursa olsun doğanın tüm kaynaklarını sömürmek üzerinden şekillenmektedir. Tüm bu nedenle de yaşam savunucuları gerek sokaklarda ve meydanlarda isyanlarla gerekse köylerde ve dağlarda eylemlerle yaşam alanlarını koruyabilmek için direnmektedir. Bu direnişler sanat kanalıyla kolektif bir biçimde kendi dilini geliştirmektedir. Taksim’de geçtiğimiz yıl, Mayıs ayında Gezi Parkı’ndaki ağaçları korumak için başlayan ve bostanlarla forumlarla halen süren eşi görülmemiş bir isyan olan Haziran Direnişi tüm süreçleri ve artık herkesin bildiği sanatsal enstrümanlarıyla bunun en güzel örneğidir. Ayrıca bir grup sanatçının başlattığı “Doğa İçin Çal” projesi de doğa katliamlarına dikkat çekmek için üretilen bu anlamdaki müzikal bir direniş çalışmasıdır. Son olarak Anadolu topraklarının birçok noktasında sularını, havalarını ve tüm yaşam alanlarını koruyabilmek için yerel mücadele veren halkın dövizlerindeki, köy evlerinin duvarlarındaki yazılar, attıkları tüm sloganlar doğa için direnişin en güzel sanat eserleridir.

ÖNCEKİ HABER

Hepimiz birbirimiz için tehdidiz

SONRAKİ HABER

MHP kurultayından dönenleri taşıyan midibüs devrildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...