22 Mart 2015 04:00

Deniz nasıl geçilir?

Deniz nasıl geçilir? Bazıları denizi kalabalık geçer. Korkularla geçer. Küçücük bir teknede ya da gemide nefes alamayarak geçer. Deniz tutar bazılarını. Geçmişleri tutar. Hayallerle geçilir bazen. Sıcak bir ev hayaliyle geçilir, yeni bir ülke, başka bir deniz hayaliyle geçilir. Bazen de geçilemez.

Paylaş

Mehtap MERAL*

Deniz nasıl geçilir?  Bir şiir yazdıracak kadar güzel bir soru bu. Denizi bin türlü geçebilir insan. Güzel şeyler çağrıştırır bu soru insanda. Mavi gelir akla, martılar gelir, sevgili gelir, sıcak bir çay gelir belki, tek başına okunan bir kitap gelir. Deniz nasıl geçilir? Bazıları denizi kalabalık geçer. Korkularla geçer. Küçücük bir teknede ya da gemide nefes alamayarak geçer. Deniz tutar bazılarını. Geçmişleri tutar. Hayallerle geçilir bazen. Sıcak bir ev hayaliyle geçilir, yeni bir ülke, başka bir deniz hayaliyle geçilir. Bazen de geçilemez. Denizin ortasında yakalanır insan. Bazen denize, balıklara bazen de kaçtıklarınıza, geçmişinize.  
Ne zaman bir sığınmacı haberi duysam içim titrer. Bir insanı evinden, yurdundan eden zalimliği, küçücük bir tekneye umutla binen o insanları düşünürüm. Küçük bir kız gelir gözlerimin önüne, annesinin kucağında denize açılan. O anne ne der çocuğuna? Ne söyler? Ne düşünür? Çocuğun aklından neler geçer? Babalar ne hayal ederler ölüme mi yeni bir yaşamamı adım atacaklarını bilmedikleri bu yolculukta?
Siz de duyuyorsunuz? … açıklarında sığınmacı taşıyan tekne battı. Şu kadar kişi kurtarıldı, şu kadar kişi öldü. Sonra geçip gidiyorsunuz haberin üzerinden. Sanki hiç olmamış gibi. Oysa insanları isimleriyle değil sayılarıyla andıkları/andığınız anda korkun. Orda zulüm vardır. Denize düşen insanın adını, annesini, babasını, çocuklarını, sevgilisini, korkularını, yalnızlığını, mutluluklarını düşünmediğimiz anda kahrolası bir sayıya dönüşür her şey. Kendi insanlığımızı da gömeriz onlarla birlikte. Denize ya da insansızlığımıza yakalanırız.
Denizlere bakmak uzak geldi belki. O zaman sokaklarımıza çevirelim başlarımızı. Tam kapımızın önüne. Suriyeli sığınmacılar her yerdeler. Açlar, çıplaklar, dileniyorlar, çalıştıkları yerden emeklerinin karşılığını alamıyorlar, sokakta uyuyorlar, üşüyorlar, korkuyorlar, çocuklar ve kadınlar istismar ediliyor. Birçok insanın nefret dolu bakışlarına maruz kalıyorlar. Eminim siz de kaç kez duymuşsunuzdur “devlet önce kendi vatandaşına baksın” diyeni. Oysa koca bir yalandan ibaret bu ve yalnızca kendimizi rahatlatıyoruz bu cümlelerle. Çünkü Suriyeli  bir çocuğun yokluğuna içi yanmayan kendi ülkesindeki çocuğun yokluğuna da yanmıyor. Bir çocuk “açım” diye elini uzattığında gözlerini kaçıran kişi Berkin’in ekmek almaya gittiğine de inanmıyor. Belki “iyi”olsalardı yurdunu terk etmek zorunda kalmayacağını düşünüyor, ne olursa olsun kendi vatanını bırakmayacağına inanıyor. Hiç aç kalmayacağını, hiç savaş yaşamayacağını düşünüyor. Kendi güvenli hayatında başkalarının acılarına uzaktan bakıyor. Üzülmeyi bile unutarak.
Bir adam ve kadın görüyorum oturduğum semtin caddelerinden birinde. Altlarına serdikleri kartonun üzerine çocuklarıyla beraber sığınmışlar. Önlerinde de bir karton. Üzerinde “Suriyeliyim. Açım. Allah rızası için yardım edin” yazıyor. Kadın, sanki bakmıyor hiçbir yere. Bakışları bir yerde donmuş kalmış. Çocuğun elinde yarısı yenmiş bir simit var. Henüz simit yiyecek kadar bile büyük değil oysa. Dişlerinin kesmeyeceğini düşünüyorum. Kemiriyor süt dişleriyle simiti. Her gün yüzlerce insan geçiyor önlerinden. Ne olacaklar diye düşünüyorum. Ne yapabilirim diye düşünüyorum. Küçük yardımlardan başka bir şey gelmiyor kimsenin elinden. Ama biliyorum ki görmenin bile bir anlamı var. Önlerinden onlara bakmadan geçmiyorum. Üniversiteli bir arkadaşım “utanıyorum” dedi geçen gün. Yardım edecek güçte değilim ve ne zaman önlerinden geçsem utanıyorum. Sıcak evime girdiğimde utanıyorum. Bizi kurtaracak olan bu utanç duygusu belki de. Nefret duygusundan, her yeri istila ettiklerine dair korkunç düşüncelerimizden kurtulmamız gerekiyor bir an önce. Sığınmacılar için yapılması gereken çok şey var elbette. Ben sadece onlara karşı hissettiklerimizi sorgulayarak başlayalım diyorum.
Kavafis’in muhteşem bir şiiri vardır: Şehir

Şehir (Çeviren: Cevat Çapan)
Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

Tekrar soruyorum. Deniz nasıl geçilir? Hepimizin aynı geminin yolcusu olduğumuzu hatırlayarak.

mehtapmeral.com

*Müzisyen / Şair

ÖNCEKİ HABER

Kim Bu Çeçenler? – 2

SONRAKİ HABER

Belge mi istemiştiniz?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...