15 Mart 2015 00:47

4 yılın ardından: ‘3 Hayır’ ve Suriye

Bugün, Suriye’yi kasıp kavuran kaosun 4. yıl dönümü. Dökülen onca kan, yıkılan kentler ve yurdunu terk etmek zorunda kalan milyonlar Suriye için olumlu bir gelecek öngörüsünde bulunmayı güç kılıyor. Hal böyleyken akla farklı bir muhalif lider olan Heysem Menna’nın işin başında yaptığı ‘3 Hayır’ uyarısı geliyor.

Paylaş

Mithat Fabian SÖZMEN

“Sıra sende doktor.”

Mart 2011’in ilk günlerinde Suriye’nin güneyindeki Dera kentinin duvarlarına yazılan bu grafiti, kendisine eşlik eden sayısız toplumsal-uluslararası dinamikle birleşti ve “kelebek etkisi” Suriye’de 4.yılına giren savaşın en büyük kıvılcımlarından birini oluşturdu.

18 yaşından küçük bir grup gencin grafitisindeki ‘doktor’dan kasıt, aynı zamanda İngiltere’de eğitim görmüş bir göz doktoru olan devlet başkanı Beşar Esad’dı. ‘Sıra’ ise birbirinden etkilenerek başlayan halk ayaklanmalarıyla devrilen Tunus ve Mısır diktatörlerinin utanç dolu yolunu imliyordu.

Söz konusu grafitiyi yazan gençler kısa sürede gözaltına alındı ve işkence gördü.  6 Marttaki bu hadisenin ertesi günü 13 politik tutuklu –bu olaydan bağımsız olarak- siyasi baskılara karşı açlık grevine başladı. 3 gün sonra açlık grevine Kürt siyasi tutuklular da katıldı. Suriye’de, Tunuslu Muhammed Buazizi’den etkilendiği varsayılan Hasan Ali Akleh, 28 Ocakta Haseke’de kendisini ateşe verdi. Akleh’ten bu yana açık şekilde kaynayan kazanın buharları tepedekileri daha da terletmeye başlamıştı.  Gelmekte olanı tahmin etmek zor değildi.

NASIL BAŞLADI?

12 Martta Qamislo ve Haseke’de Kürtler, 15 Martta Şam ve Halep’te Araplar sokağa çıktı. Şam’da öğle namazı sonrası başlayan eylemlere müdahalede 35 kişi gözaltına alındı. Ertesi günden itibaren Dera’da daha büyük eylemleri yüreklendiren bu hadise, 4 yıldır devam eden Suriye savaşının başlangıcı kabul edildi.

Önümüzdeki günlerde büyüyen ve bir hafta içinde 150 bin Deralıyı sokağa döken eylemler, Dera’nın Suriye’de başlayan isyanın bir devrim sürecine yol açacağını umanlar tarafından ‘devrimin beşiği’ olarak adlandırılmasına neden oldu.

48 yıldır ülkeyi olağanüstü halle yöneten rejim, verdiği sözlere rağmen, 4 yıllık kuraklık ve yanlış su politikalarıyla halkın iyice öfkeyle dolduğu Dera’da bir haftada yüzü aşkın kişiyi öldürdü. Öfke Lazkiye’den İdlib’e kadar yayıldı. İş kontrolden çıkarken Beşar Esad yönetimi Tunus ve Mısır’dan ders almamışa benziyordu. Rejim, sivil katliamlarla meşruiyetini kısa sürede kaybetti. ABD, Fransa, İngiltere, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi uluslararası akbabalar gözünü Suriye’ye dikti. Ve kuzeydeki Kürtler dışında herhangi bir birlik oluşturmaktan uzak muhalefet için ciddi kararlar verme zamanı geldi. Ancak bunu yapabilecek olgunlukta bir muhalif odak ortada yoktu. Çoğu sürgünde olan müzmin muhalefet liderleri, Suriye’deki öfkeyi temsil edip yönetebilecek durumda değillerdi yine de bunu denediler ve çoğunun tek yapabildiği hareketi dış güçlerin kucağına teslim etmek oldu.

MENNA VE ‘3 HAYIR’

4 yılda bu tuzağa düşmeden, ulusal ve barışçı bir çözüm arayan muhalif Heysem Menna, henüz eylemlerin başlangıcında bu ciddi tehlikeyi görmüş ve “3 Hayır” olarak adlandırdığı çağrıyı yapmıştı: “Şiddete, mezhepçiliğe, dış müdahaleye hayır.” Menna, her şey denkleme dahil edildiğinde bu ilkelerin toprak bütünlüğü ve halkın birliğini bozmadan sağlanabilecek bir çözüm için tek yol olduğunu vurguluyordu.

MENNA NEDEN HAKLIYDI?

Menna’nın ne kadar haklı olduğunu pratikte 4 yıldır görüyoruz. Peki bu “3 Hayır”ı zorunlu kılan şartlar hangi konjonktüre dayanıyordu? Her şeyden önce örgütsüz-kendiliğinden halk ayaklanmasının diktatörü alaşağı etmeye gücünün yettiği Tunus ve Mısır’ın aksine Suriye rejimi, ABD ekseninde değil Çin-Rusya-İran ekseninde yer alıyordu. Ortadoğu’daki hatları çok daha keskinleşen, bölgede İran’ın öncülüğündeki bu eksen için Suriye hayati önemde. Yine kimilerince Şii Hilali olarak adlandırılan bu hattın karşısında bölgede yükselen Sünni-Selefi cihatçılık da nüfusunun yüzde 70’ten fazlası Sünni olan Suriye için tehdit oluşturuyordu. Şiddetle ve dış müdahaleyle birleşen bir muhalefet kısa sürede Suriye’nin farklı halklarını tehdit eden mezhepçi bir karanlığa dönüşmeye mahkumdu. Nitekim böyle de oldu. Rejimin başından itibaren her eylemi şiddetle bastırması, ülkedeki hoşnutsuzluğu bir güvenlik meselesi olarak ele almasının da barışçıl eylem yapabilme imkanını ortadan kaldırdığını, dolayısıyla Menna tipi muhalefet öneren seslerin yok olmasına yol açtığını vurgulamak gerek.  (Menna, Haziran 2012’de Guardian’a yazdığı yazıda bunu belirtiyordu)

SENARYOLARIN ÖTESİNDE…

ABD’nin koordinasyonunda, Suudi Arabistan ve Katar’ın finansmanı, Türkiye’nin lojistik ve istihbarat desteği, yeri geldiğinde İsrail’in dahi el Kaide unsurlarını kolladığı, dünyanın dört bir yanından cihatçı akınının başlatıldığı, cihatçı grupların kümelendiği sivil yerleşim yerlerinin uçaklar ve varil bombalarıyla vurulduğu cehennemi andıran bir Suriye’yi en kötü senaryolarda dahi hayal etmek zordu.
Ancak 4 yılın ardından kesin olan şu ki Suriye’ye dair Batı, Körfez ve Türkiye cephesinin dizayn ettiği bütün senaryolar başarısız oldu. MİT’in şefliğinde palazlandırılan Özgür Suriye Ordusu projesi, tamamen dış desteğe bağımlı, kukla pozisyonuyla muhalefetin meşruiyetini yitirmesine, bir halk muhalefeti haline gelememesine yol açtı. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın gözetiminde ülkeye doluşturulan yabancı cihatçılar ve onların en geniş silahlı örgütü el Kaide kısa sürede inisiyatifi ele aldı. El Kaide’nin içinden çıkan IŞİD ise 2013 sonrası Rakka ve Deyrezor’dan Irak’a kadar uzanan topraklarıyla İslam Devleti’ni ilan etti.

Bugüne gelindiğinde Suriye, ekonomisi çökmüş, tarihi kentleri yerle bir olmuş, 300 kültürel miras alanı yok edilmiş, milyonlarca insanı mülteciliğe zorlanmış, yüz bini aşkını yaşamını yitirmiş, barbarlığın en korkunç imajlarının tüm dünyaya yayıldığı bir merkez haline gelmiş durumda. Kuşkusuz Suriye bunu hak etmiyor ama ülkenin buradan nasıl düzlüğe çıkacağının yanıtını vermek uzun yıllar mümkün olmayacak. Bunun için çabalayan Menna gibi muhalifler sahada etkin değil. Silahın sesini bastırabilmek kısa vadede olanaksız. Rejimin, her şeye rağmen kendisini yurttaşlarına kabul ettirmek için tek yolu ‘zor’ olarak gözüküyor. Vekalet savaşını yöneten tarafların Suriye’den vazgeçmesi imkansız. Bu da gündemdeki tüm gelecek modellerinin–Rojava örneğin- lokal kalmasına sebebiyet veriyor. “Sıra doktora gelmedi”ği gibi “doktora gelse yerine daha kötüsü oturacak” hissiyatı hakim oldu. Tren 4 yıl önce işin başında kaçtı ve sivil katliamlarla, dış müdahalecilikle, komşusunun camisinde fetih hayalleri kuranıyla bunda rol oynayan herkes, tarih karşısında hesabını veremeyeceği bir yükün altına girdi.


 SURİYE’DE HESAPLARI BOZANLAR…

Suriye’nin kuzey ve güney cephelerinde, halk hareketlerine dayanan iki güç askeri olarak büyük fark yarattı. İsrail’e karşı direnişiyle bölgede büyük sempati toplayan Hizbullah(Lübnan) güneyde Esad rejimi lehine dengeleri değiştirirken Kürtler ise kuzeyde oluşturdukları demokratik model ve cihatçı barbarlığa karşı kazandığı zaferlerle bölgesel akbabaların hevesini kursağında bıraktı.

KUZEY CEPHESİ: PYD-ROJAVA DEVRİMİ

“Keç û xortên şoreşvan (Devrimci kadın ve erkekler)
Diparêzin Nîştiman (Yurtlarını savunuyorlar)
Natirsin ji kûçikên hovan (Barbarlardan korkmuyorlar)
Em derxînin ji axa bavan/kalan (Onları topraklarından defedecekler)
Kendal Maniş-Marşa Rojava

İlerici bir programa ve örgütlülüğe sahip tek grup olan Kürtler, PYD öncülüğünde Afrin, Kobanê ve Cizire’de kantonlar ilan ederek Suriye’nin geri kalanına örnek olabilme potansiyeli taşıyan yegane modeli geliştirdiler.
PYD, bölgede gözü olan dış güçlerle, egemenliğini sorgulatmayan bir hukuk geliştirdi. PYD Eş Başkanı Salih Müslim’in deyimiyle “Ankara’nın askeri olmayız” diyerek alenen kendisine karşı kullanılan IŞİD desteğine rağmen Esad’la savaşa girme şantajını reddetti. Savunma gücü YPG ve YPJ kendisine saldırmayan hiçbir gücü hedef almadı. Savaşçıları, IŞİD ve yer yer el Nusra Cephesi’ne karşı destan yazarak rüştünü ispat etti, kuzeydeki hesapları bozdu.
Gelinen noktada PYD, bölgede uluslararası meşruiyeti en üst düzeye çıkan hareket haline geldi ve Moskova’dan Paris’e, Washington’dan Ankara’ya, bu topraklarda söz sahibi olmak isteyen tüm dış güçlere kendisini kabul ettirdi.


GÜNEY CEPHESİ: HİZBULLAH’IN VARLIĞI SAVAŞIN KADERİNİ DEĞİŞTİRDİ

“Hizbullah Şam topraklarına
Kutsal emanetleri korumaya geldi
Dünyanın en korkunç ordusuna karşı
Savaştığımız için bizi suçlayamazsınız”
Ali Barakat – Ali Madad

Ortadoğu’da Suriye savaşıyla yükselen mezhebi gerginliği yansıtması açısından Hizbullah iyi bir örnek. İsrail’e karşı direnişiyle 2006/07’de Sünnilerin de hayranlığını kazanan Hizbullah’ı üst düzey AKP’lilerin deyimiyle “Hizbuşşeytan”a çeviren onun Suriye’de takındığı tutumdu. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 2011 Mayısında Suriye’deki duruma dair yaptığı ilk yorumda yıllardır hayati bir ortaklık içerisinde olduğu Esad yönetiminden taraf olduğunu ortaya koydu: “Suriye’de rejimi düşürmek ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet etmektir. Suriye halkı ülkesini korumalı ve reformları hayata geçirmesi için yönetime şans tanımalı. Suriye ve Suriyeliler için hazırlanan komplo sebebiyle endişeliyiz. İşbirliği yapmalıyız ki Suriye bu süreçten güçlü çıksın. Başkan Esad reformları gerçekleştirme konusunda ciddi ancak bunu sorumlu ve sakin bir şekilde yapmak istiyor.”
Elbette bölgede İsrail’e karşı şekillenen Mümanaat Cephesi’nin(Direniş ekseni) Lübnan kolu olarak Hizbullah’ın farklı bir tutum alması beklenemezdi. Suriye, her zaman için İsrail’e karşı Hizbullah’ın destekçilerinden ve dayanaklarından oldu. Böyle bir rejimin yerine ABD güdümlü, üstelik “tekfirci” bir rejimin iş başına getirilmesi Hizbullah’ı İsrail’e karşı iyice güçsüz kılardı.
Neticesinde Hizbullah, kendince haklı sebeplerle ve kaçınılmaz olarak Esad rejiminin yanında yer aldı. Ve Nisan 2013’ten itibaren ilk ağızdan Suriye’de savaştığını ilan etti. Hizbullah’ın varlığı başta güney cephesinde işleri hızlıca değiştirdi. İran Kudüs Güçleri ve Komutan Kasım Süleymani’yle birlikte Kuseyr ve sonrasındaki Yabrud zaferleri, muhalif silahlı gruplara büyük darbe indirdi. Şam korumasının güçlendirilmesi, Humus’un geri alınmasıyla hızlanan süreçle Suriye ordusu, Hama, İdlib gibi merkezleri kontrolünde tutarak Halep kuşatmasını güçlendirme stratejisini ilerletti. Hizbullah, ayrıca Ulusal Savunma Güçleri’ni de eğiterek rejim güçlerine önemli katkıda bulundu.
Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı, sık sık İsrail’in Suriye topraklarında düzenlediği saldırılarla tehdit edilse de, yakın dönemde sona ermeyecek ve etkili olmaya devam edecek gibi gözüküyor.
Ürdün’den güney, Türkiye’den kuzey cephesindeki savaşı yöneten küresel ve bölgesel güçlere karşı İran ve Lübnan’dan gelen karşı dış kuvvetler havayı ciddi biçimde değiştirdi.


RAKAMLARLA KAOSUN 4 YILI

*220 bin: Ölenlerin toplam sayısı.
*80 bin: Sivil yaşamını yitirdi.
*3.3 milyon: Suriyeli ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Nüfus 21 milyondan 17.5 milyona düştü.
*300: Kültürel miras alanı yok edildi
*202.6 milyar dolar: Suriye ekonomisine toplam zararı.
*27: 2010’dan bu yana ortalama yaşam süresi 27 yıl azalarak 75.9’dan 55.7’ye düştü.
*4: Her 5 Suriyeliden 4’ü yoksulluk sınırında yaşıyor.

ÖNCEKİ HABER

Halepçe: Elma kokusuydu ölüm

SONRAKİ HABER

roxanne

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...