11 Mart 2015 00:54

Din, siyaset ve şiddet sarmalında kadın

Her şey Havva ya da Lillith olmakla başladı aslında. Lilith’in geçmişi tek tanrılı dinlerden çok daha önceye, eski Mezopotamya uygarlıklarına kadar uzanır. Mitolojiye göre Adem’in ilk eşi Lilith’tir ancak inanışa göre Lilith, Adem ile aynı anda yaratıldığını ve eşit haklara sahip olduklarını iddia eder, Adem’e itaat etmeyi istemez ve cennetten kovulur.

Din, siyaset ve şiddet sarmalında kadın

Doç.Dr. Gülnaz KARATAY
Tunceli Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu

Her şey Havva ya da Lillith olmakla başladı aslında. Lilith’in geçmişi tek tanrılı dinlerden çok daha önceye, eski Mezopotamya uygarlıklarına kadar uzanır. Mitolojiye göre Adem’in ilk eşi Lilith’tir ancak inanışa göre Lilith, Adem ile aynı anda yaratıldığını ve eşit haklara sahip olduklarını iddia eder, Adem’e itaat etmeyi istemez ve cennetten kovulur. Şeytanlaştırılsa da baştan çıkarıcı Lilith özgürdür artık ve feminist mücadelenin de sembolü olur. Tanrı cennette yalnız kalan Adem için kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır böylece yüzyıllar boyu kadını erkeğe itaatkar ve bağımlı kılar. Dolayısıyla din, siyaset ve erk üçleminde basitçe kanayan bir kadın sorununun da temelleri atılmış olur. Böylece dini öğretiler ve yorumları, tarih boyunca,  cinsler arasındaki eşitsizlik kavramlarını yeniden yeniden üretir, kadının suratına indirdiği “kutsal peçe” ile sadece bedenini değil, zihnini de kontrol altında tutmayı başarır. Kadını aşağılamayı ibadet olarak gören Hinduizm’den, erkeğin buyruğuna sunan Hıristiyanlığa kadar neredeyse bütün dinlerde eril zihniyetin toplumsal ve öznel yaşamda,  kadın bedenini nasıl bir sunak haline getirdiği, bu şekilde ataerkil sistemi sürdürmeyi nasıl garanti altına aldığı ortadadır. 

İNSAN OLUP OLMADIĞI TARTIŞILDI

On binlerce yıl sürdüğü tahmin edilen ilkel kominal toplum yapısı, doğa karşısında her iki cinsiyete biyolojik özelliklerine uygun roller yüklerken,  sınıflı ataerkil toplumlara geçişle üretim araç, biçim ve ilişkileri üzerindeki eril tekelcilik, özellikle artı değerin pazarlanması süreçlerinde, aşamalı olarak kadını iktisadi, din ve siyaset alanında kovmayı başarır. Doğayı da kadın bedenini de sömürülebilecek kaynaklar haline getirir. Bundan sonra artık dini otoriteye yaslanan ataerkil toplumlar tanrılar, krallar, başkanlar, imamlar doğurur. Bugün ileri aşama ataerkil toplumlarda bile, toplumların cinsiyeti vardır ve bütün üretim ve tüketim ilişkilerine yansımaktadır. Ancak sahnede olan en etkili araç yine dindir.  Din, siyaset ve kadın sürecinin tarihsel yolculuğu oldukça uzun olduğundan, bu ilişkiyi, tek tanrılı dinlere ilişkin bir-iki kesitle anlamaya çalışmak kavramsallaştırma açısından yeterli olacaktır.  

Ortaçağ,  din, siyaset ve kadın ilişkisini anlamada önemli bir sahnedir. Bu dönemde kadının “insan” olup olmadığı dahi tartışmalı hale gelirken, kadın bedeni, korku üzerinden yükseltilen kilise öğretilerinin ana malzemesi olmuştur. Orta Çağda iyileştirici rollerinden ötürü kutsal engizisyon aracılığıyla kadının tepesine inan “cadı tokmağı” yüz binden fazla kadının acımasızca yakılarak öldürülmesine ve tam olarak “cadı çılgınlığı” yaşanmasına neden olur. Kilise, hastalıkları Tanrı’nın işlenen günahlara karşılık verdiği verilen ceza olarak görür,  iyileştirmeyi de Tanrı’nın buyruklarına karşı gelmek olarak yorumlar. Dolayısıyla Orta Çağda, anaerkil sisteme kadar uzanan “bilge kadın”ın tedavi ve bakım konusunda medikal üstünlükleri “cadı” olarak nitelendirilmelerine ve acımasızca öldürülmelerine neden olur. Uçabildikleri ve kazan birliği oluşturdukları düşünülen bu kadınlar, Hıristiyanlığın başlıca hedefi haline gelir. Günümüzde hâlâ bazı filmlerde ve yapıtlarda yanındaki siyah kedisi ile siyah elbiseler içerisinde resmedilen yaşlı kadınlar, büyük kazanlarda bitkileri kaynatırken ve iksir hazırlarken resmedilmekte, büyücü olarak gösterilmektedir. Hatta günümüzde konuşkan, farkındalığı yüksek kız çocuklarını severken kullandığımız “cadı” söyleminin kendisi bile, o döneme ait sterotipleri taşımaktadır. 

Anormalliklerle dolu benzer bir süreci uzun bir zamandan beridir Ortadoğu coğrafyasında yaşamaktayız. Bu anormallikler din,  nasyonalite, şiddet, kölelik ve güç kavramlarıyla grift bir biçim kazandırmıştır. Esasında Ortadoğu’da gerçek savaş kadınlar üzerinde olup bitmektedir. Ezidi kadınları cariyeleştiren, Afganistan’a kadar uzanan pazarlarda satan zihniyet, tecavüzü meşrulaştıran eril savaş sistemleri, 21. yüzyılın ilk çeyreğinin utançla anılmasına yol açacak sahnelere tanıklık etmiştir. Ancak diğer yandan Ortadoğu’da, savaş ve kadın ilişkisini tersyüz eden önemli bir kadın mücadelesi deneyimi yaşanmış ve bütün dünyanın dikkatini üzerine çekmiştir.  

KADIN SORUNU DEMOKRASİ SORUNUDUR

Şu anda Türkiye toplumu maskülen baskılanma ve kadın üzerindeki ekstrem şiddet ile paralize olmuş durumdadır. Özellikle kadına şiddetin arkasındaki sistematik motivasyona bakıldığı zaman karşımıza, dini araçsallaştıran Orta Çağın siyaset dilinin çıktığını görmekteyiz.  Bu dili kuran ve kullanan sadece siyaset alanını yöneten erkek zihniyeti değil, aynı zamanda erilleşen bir kadın zihniyeti de ayrı bir sorunsalı oluşturmaktadır. Etek boylarından özel yaşam alanlarına, eğitimden doğurganlığa kadar uzanan yelpazede kadının  “şeytanca” ayartmaları “ayar” verilmesi gereken alanlar olarak görülür ve bu alanda yapılan siyasi patinajlarda kadınlar bir bir kıyıma uğramaya devam etmektedir. 

Kadın sorunu temel hak ve özgürlükler dolayısıyla demokrasi sorunudur. Yalnızca bu sorun demokrasinin eksik işletilmesiyle ilgili olmayıp, doğrudan doğruya demokrasinin ne olduğu ya da olması gerektiğiyle ilgilidir. Avrupa demokrasisinin oturduğu zemine bakıldığında, Orta Çağ karanlığı sonrasından gelen aydınlanma, sanayileşme ile yükselen emek süreci/mücadelesi ve devamında uygulamaya giren liberal politikalar,  temel hak ve özgürlükler açısından “görece” daha iyi konumlanmalarına aracılık etmiştir. Türkiye’de modernleşme sürecine bakıldığında ise kadınların üzerinde durmaya çalıştıkları zeminin, tabandan yükselen bir talepten ziyade, daha çok verili koşullarda gerçekleştiği görülmektedir. Dolayısıyla geri dönüş ya da vazgeçiş de bir o kadar kolay olabilmektedir.  

O SANDALYELERİ İŞGAL ETMEDİĞİMİZ SÜRECE...

Tarihten bu yana kadını önce yurttaşlık alanından sonra siyaset alanından dışlayan ataerkil sistemler ve bu sistemlerin araçsallaştırdıkları yapılar, kadın üzerinden kendisini yeniden üreterek, siyaseti, hukuku, aile içi yaşamı kendileri açısından cennete çevirirken, bütün günahları cennetten kovulduğu gibi toplumsal yaşamdan da dışlanan Lilith’e yıkmaya çalışmaktadırlar. Şu açıktır ki kadınlar Havva ya da Lilith olma noktasında bilinçli tercihlerini ortaya koymadığı sürece, din ve siyasetin yetki hiyerarşisinden aşağıya damlamaya devam edeceklerdir. Lilith olabilmenin koşulu ise, seksüel özgürlüklerin ötesinde örgütlenme ve siyasal yaşamda var olabilme gerekliliğine bağlıdır. Siyaset ürettiğiniz o sandalyelerin en az yarısını işgal etmediğimiz sürece, siz erkeklere empati yaptırmaya çalışarak kadın sorunlarını çözemeyeceğimiz açıktır.  

Evrensel'i Takip Et