İd, Ego ve Süper Kahraman
Hazel GÜNEY
İstanbul
Günümüzde kadın olmanın ağırlığı altında var olmaya çalışırken, erkek olmanın tam olarak anlamı ve sözde sorumluluğunu nasıl tanımlarız? Bizden milyonlarca yıl önce, hiçbirimizin düşüncesi sorulmamışken ortaya konulan kurallar ve yaptırımların altında ezilen benliğimizin bugün de yaşamak zorunda kaldığı durumları kabul etmek zorunda mıyız? Küçükken aile içinde bize kabul ettirilen ve idimizle savaş vermek zorunda bırakılan duygularımızın, bir gün süperegomuzla doğru orantılı olacağının kanıtı var mı elimizde? Dünya üzerinde yaşayan her bir varlığın dünya ve üzerindeki canlılar hakkında söyleyecek çok sözü varken, egonun boğuk boğuk gelen sesini duyabilir miyiz hiç? Kadın ve erkek iki zıt kutup olarak bir yere konumlandırılmışken, bir kadın olarak erkeklerin dünyasına girmek ve onların yaşadıkları trajik durumları söylemek toplumca caiz midir aslında?
ÇAĞIMIZIN YALANI: SÜPER KAHRAMANLAR
Cevaplanması gereken tonlarca sorunun altında ezilirken, 2008 yılında Zeynep Kaçar tarafından kurulan ve “Var olmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları” adlı oyunuyla kendinden söz ettiren Bab-ı Tiyatro yeni oyunu İd, Ego ve Süper Kahraman ile 2015 yılına hızlı bir giriş yapıyor. Bir kadın tiyatro yazarı olarak, erkeklerin dünyasına gizlice değil; doğrudan giriyor ve onların da erkek olmanın verdiği doyumsuz tadın altında yatan korkak ve sindirilmiş kişiliklerine perde açıyor. Erkek gerçekten rahat, hakim ve özgür müdür, yoksa köşeli, zorba ve çıkışı olmayan bir dünyaya mı hapsolmuştur? Erkek olmak bir üstünlük müdür? Kim belirler sınırları?Oyuncu Emre Eryiğit Amerikalıların çekeceği bir filmin başrolü için görüşmeye çağrılır. Görüşme boyunca tüm numaralarını sergiler. Dans eder, şarkı söyler, üç top çevirir, yerlerde sürünür, ağlar, güler, en gizli sırlarını anlatır, gerekirse alttan alır, gerekirse tehdit eder. O, anne ve babasının biriciği, Neslihan’ın erkek kardeşi, Füsun’un sevgilisi, az homofobik, epey maço, biraz aktör, biraz soytarı, çokça şişirilmiş bir erkeklik yalanı, çağımızın süper kahramanıdır.
Oyun Halaskargazi Caddesi üzerinde bulunan eski bir binanın en üst katında, sıcak bir yer olan Sahne 9’da sergileniyor. Butik tiyatro olarak adlandıracağımız sahnenin hemen içine giriyoruz. Gerek karşımızdaki Emre’nin gerçek ve bizden oluşu, gerekse mekanın sıcaklığı bizi içine alıyor. Tek kişilik oyunları sahneye taşımak riskli olmasına rağmen Zeynep Kaçar ve Oyuncu Cem Sürgit bunun hakkından geliyorlar. İstanbul’da çekilecek olan Batman’ı oynamaya hevesli Emre’nin gözünden; Amerikan rüyasını, çocukluğunu, arkadaşlarını, kardeşlerini, kendini, söylemek istediklerini, söyleyemediklerini, kafa karışıklığını, erkek olmanın mükemmel olmayan taraflarını, istemese de erkek olmak zorunda bırakılmış kısımlarını aslında trajikomik bir dille izliyoruz.
ERKEKLERİN DÜNYASINA GÜNÜMÜZDEN BİR BAKIŞ
Oyun boyunca Batman kostümüyle karşımızda duran Oyuncu Emre’nin, gerçekten bir reklam ajansında mı olduğunu, yoksa kamera varmış gibi konuştuğu yerin aslında onun beyninin içinin mi olduğunu anlamıyoruz. Çünkü, Emre birinin ona psikolojik baskı yaptığını düşünse de, aslında içinde yaşadığı ruhsal karmaşada sıkışmış kalmış bir durumda. Oyun bu anlamda üç katmanlı bir yerde diyebiliriz; id, ego ve süper egonun içinde bir insanın kendini var etme çabasına şahit oluyoruz. İd, bizim en ilkel duygularımızdır; mantık dışını savunur ve kuralları tanımaz. Ego id ve süper ego arasında köprü kurmaya çalışır. Süper ego ise, kültür ve ahlakın temsilcisidir. Çocuğa anne ve baba tarafından aktarılan geleneklerin, toplum görüşlerinin içsel temsilcisidir.Bu üç bileşen kişiliğin içinde karakterimiz Emre, sürekli kendisiyle çelişmektedir. Üç kız evlattan sonra doğan Emre’nin yeri hep ayrı tutulur. Öyle ki sırf o üzülmesin diye sünnette üstüne binilen at dahi istediği anda yanına getirilir. Kurallar onun için önemli değildir. Çünkü o erkek evlattır. Toplum tarafından bize dayatılan “erkek olmanın mükemmel hafifliği” yüzünden, bizden olmayanı, erkek gibi davranmayanı öteki konumuna getiren bir toplum içinde büyür. Homoseksüellerden iğrenir, yönetmenle yattığı için onu “ibne” olarak adlandırır. Peki, nedir bu kelimeyi kullanmamızı sağlayan şey? Süper egonun bize öğrettiği ahlaksal kurallar çerçevesidir yalnızca. Ataerkil toplumlarda “erkek” olmayan dışlanır, kötülenir, ötekileştirilir. Ama bunun kararını bir türlü veremeyen karakterimiz, en yakın arkadaşını hem homoseksüel olduğu için yerer, hem de tam tersi olmadığını söyleyip över. İlk aşkı, sevdiği kız olan Füsun’u kadın kimliği üzerinden sorgular ve üzerinde cinsiyetçi bir tehdit oluşturur; ama aynı zamanda onu çok sevdiğini de söylemeyi ihmal etmez ve yaptıklarından pişmanlık duyar. Kendi benliği ile olmak istediği kişiler arasında cebelleşip durur. Oyun tek kişilik ve monolog olarak aktığı için, Emre’nin küçüklüğünden, gençliğinden, olmak istediğinden, olamadığından hep parçalar bize aktarılmaktadır. Bu parçalar yer yer birbirine bağlı, yer yer ise birbirinden kopuk olduğundan, daha net anlaşılması günlük dil kullanılarak yapılandırılmış ve oyun, yapı olarak psikolojik bir yere oturtturulmuş; aynı zamanda toplumsal olarak hepimizin başına gelen olaylar silsilesi, Freud’un bakış açısından bakılarak anlatılmaya çalışılmış. Fakat oyunda zaman zaman olayları bu üç bileşene oturturken zorlanıyoruz, çünkü komik ortaya çıktıkça biz daha çok düşünmeye değil; gülmeye itiliyoruz.Tüm söylenenler gerçek, tüm anlatılanlar her gün tanıdık olduğumuz durumlar olsa da, oyundan çıktıktan sonra aklımızda daha çok eğlenerek izlediğimiz bir oyun olarak kalıyor; bu da oturtulmaya çalışılan düzlemden biraz kopmamıza sebep oluyor.
Cem Sürgit baştan sona temposunu bozmadan oyunun hakkını vererek bir oyunculuk sergiliyor. Bazen Rosencrantz, bazen Guildenstern oluyor; bazen altına kaçıran bir çocuk, bazen de olması gereken Emre oluyor. Sahnenin tüm alanlarını elinden geldiğince en iyi şekilde kullanıyor. Aynı şekilde ışıklar da duruma uygun olarak ve oyunun söylemek istediklerine hizmet edecek şekilde tasarlanmış. Işıklar her kapandığında Emre’nin farklı bir yönünü görüyoruz ve bu durumda komiği ortaya çıkartırken yazarın vermek istediği anlama hizmet ediyor. Dekor olarak tercihi sadelikten yana kullanmışlar ve art arda dizilmiş tahta küpler id, ego ve süper egoyu temsil eder nitelikte sahnede bırakılmış.Fakat metinde homofobik söylem, her ne kadar ötekileştirme yapılmadan söylense de, biraz daha atıfta bulunurken sadeleştirilebilirdi diye düşünüyorum; 70 dakika boyunca erkeklerin dünyasına günümüzün içinden bakacağınız oyunu keyifle izleyebilirsiniz.
Evrensel'i Takip Et