15 Şubat 2015 04:21

Mehtap MERAL*

14 Şubat Sevgililer Günü... Biliyorum birçok özel günü olduğu gibi bugünü de “kapitalizmin oyunu” olarak reddeden arkadaşlarımız ve bu arkadaşlarımızın birçoğu da erkek olacak. Bense bütün özel günleri değerlendirmek isteyen biriyim. Hayat her geçen gün hepimizi zorlar ve kapanına alırken anneme, öğretmenime sığınmak, yeni yılın gelişini alkışlamak hoşuma gidiyor. Ama benim sığınacak bir sevgilim yok diyorsanız o zaman hayalinizdeki sevgilinizin yokluğuna sığınabilirsiniz. Çünkü bir sevgili varlığıyla olduğu kadar yokluğuyla da sığınılacak en renkli, en büyük şemsiyedir. Üstelik aşk acısı çekmekten korkmayı bırakıp kendinizi yağmura teslim edebilirsiniz. Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı Sezen Aksu’nun söylediği o şarkıda olduğu gibi “Oysa sevgili, bir tek sevgili/nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini?” varlığıyla da yokluğuyla da...
14 Şubat aynı zamanda Dünya Öykü Günü. Biz Türkiye’nin en önemli yazarlarından biri olan Buket Uzuner’le beraber Çanakkale’de olacağız. Buket kitaplarından bölümler okuyacak, ben şarkılar söyleyeceğim, tabi aşktan ve hayattan da konuşacağız. Lise yıllarında edebiyat öğretmenime aşıktım. Bir gün sınıfta aşk üzerine konuşmuş ve aşk üzerine yazılan metin ve şiirlerden bahsetmiştik. Öğretmenim bizlere “Sakın size iki şiir okuyamayacak insanlara aşık olmayın” demişti şakayla karışık. Ben bu sözü hep ciddiye aldım. Öyle ya şiir incelik işiydi ve Gülten Akın söylemişti “Ah kimselerin vakti yok/durup ince şeyleri anlamaya” diye. Onlar kalın fırçalarını kullanıp geçerlerken ve biz bir banka az çiziniz derken onlara, aşktan ve şiirden bahseden herkes kıymetlisi oluyordu dünyanın. Bu yüzden 14 Şubat’lar da tek taş yüzük ve hediyeler yerine aşk öykülerinden bahsetmek ve aşk şiirleri söylemek gerekliydi. Çünkü söylediğimiz söz yuvamız oluyordu bizim ve aşkın öncelikli meselesi hayatımızda birinin olup olmaması değil yaşamımız için, varoluşumuz için gerekli yuvayı oluşturabilmekti. Size her gün duyduğunuz “İnsan her şeye, bir kuşa, böceğe, çiçeğe aşık olabilir” yalanını söyleyecek değilim. Evet insan bütün bunları sevebilir ama kendi varlığının dışında sevebileceği bir insan olmadan kendini dünyaya kök salmış, o yuvayı bulmuş hissetmez. Üstelik aşk ne kadar büyükse korku da o kadar büyük olur. Ne büyük tezat. Yine de hem o yuvayı hem de korkuyu özler insan. Belki de annemizden koptuğumuz andan başlayarak.
Aristophanes’e göre, çok uzun zaman önce insanlar iki suratları ve iki çift gözleri, kulakları son derece mutlu yaşarlarmış. Ve üç cinsiyette yaratılmışlar. Erkek, kadın ve hermafrodit. Taşıdıkları uzuvlarla tanrılarla yarışmaya kalkınca, tanrılar onları öldürmek istemişler ancak bu kez kendilerine tapacak insan bulamayacaklarından korkmuşlar. Bu nedenle de kralları Zeus onları öldürmek yerine ikiye bölmüş. İşte o zamandan beri insanlar diğer yarılarını bulmak için dünya üzerinde dolaşıp dururlarmış. Üstelik diğer yarısını arayan insan aynı zamanda kendinde olmayan şeylere arzu duymuş hep. Evet arzu da aşktır. Aristophanes’e göre aşkın çıkış noktası kayıpken Sokrates’e göre eksiklik. Belki de aşk yuvasını arayan bir sokak çocuğudur ve sevgili o yuvada beraber yaşayacağınız ev arkadaşınızdır.
Küçükken sakız çiğnemeyi çok severdim. Şıpsevdi diye bir sakız vardı ve içinde sürekli aşkın tarifi çok sevimli çizgilerle çıkardı. “Aşk, sevgilinle bulaşık yıkamaktır”, “Aşk, o üzgünken yanından ayrılmamaktır” gibi... Ben Türk filmlerini de çok severdim, mesela Ediz Hun esas kadını deliler gibi severdi. Kör olsa da severdi, ölecek olduğunu bilse de. Sonra sakızların gerçek, herkesin az biraz Şıpsevdi olduğunu, Türk filmlerinin güzel bir yalan olduğunu gördük de bizi yine de o filmler mahvetti. Şimdi aşk deyince benim elimde yalnız şiirler var. Ve Cemal Süreya’nın bence en güzel şiirlerinden biri olan “Aşk”, çünkü “Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek/ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken/bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti/çünkü iki kişiydik.” Öyle çok seviyorduk işte. Kendisi olmasa da öyküsü vardı sevgilimizin. Dünyanın en güzel öyküsü. Öyle ki “Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu/iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük/yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde/memelerin vardı memelerin kahramandı sonra/sonrası iyilik güzellik.”
Bugün imkansız olduğuna inansanız da aşkı isteyin. Ne diyordu Didem Madak: “Aşk diyorsunuz ya/Ben istemenin Allahını bilirim bayım!” Diğer yarımı istiyorum. Ve bir Bülent Ortaçgil şarkısıyla bitiriyorum yazımı: “Kaf dağının ardına kaçsa bile aşk var/yatak çarşaflarına sıkışsa bile aşk var/yalnız bir titreşim olsa/ya da bir kıpırtı kalsa bile/ aşk var.”

* Şarkıcı/Şair

Evrensel'i Takip Et