18 Ocak 2015 04:26

Nergis çiçeklerini koklamaya!

Savaşın içindeki güzellikleri konuşabilsek biraz da! Hiç kimse, bir çocuğun ölümünün, öldürülüşünün ardından yaşayamaz. Yaşayamaz ya! Ama yaşayabiliyorsak, yeniden yemek yiyebiliyor, yeniden gülebiliyorsak; ya kimliğini sorgulatmaya başlarız kendimize, ya da nergis çiçeklerini, çocuk parklarını, kar kayağını hatırlarız Şırnak'taki.

Paylaş

Müge TUZCUOĞLU

Bir kelimeyi, kavramı bir bütüne yorarak, o bütünü heba ediyoruz kanımca. Savaş kavramı mesela! Savaşın olduğu her yer katliam, savaşanlar lanetli, savaş mekanları berbat! Tüm kodlamalarımız mutlaka deneyimlere dayanıyor. Ancak savaşın içinde güzellikler olduğunu göremeyerek, yanılıyoruz. Mesela yoksulluk. Yoksulluk, bu dünyada insanlara gözümüzün içine soka soka yapılan en büyük haksızlık. Yoksulluk mekanları virane, yoksulluğu yaşayanlar çaresiz… 
Peki hiç mi savaşın içinde güzellik yok? Hiç mi yoksulluğun içinde değerler yok? 
Şırnak’tan bilmem kaçıncı dönüşümde bunları düşündüm bu sefer… Bir daha acaba hangi katliam için, hangi haksızlık için, hangi acılar için buluşacağız oradaki arkadaşlarla… Halbuki o kadar güzel nergis çiçekleri varmış ki Şırnak’ta, etrafındaki bahçelerde… Bir kez bile olsun nergis çiçeklerini koklamaya gidemeyecek miyiz Şırnak’a? Roboski’ye, Êzidi yaşam alanlarına, Cizre’deki saldırılara gelen heyetler, nergis çiçeklerine de gelebilecek mi bir gün? 
Yoksulluğun bin çeşidinin örüldüğü evler, mahalleler, kentler hafızamda. İnanmıyorum ki hiçbir değer, buradaki insani değer kadar yüksek olsun. Bu evlerdeki kadın gülüşü, hiçbir kadının ki kadar direngen olsun. Yokluğun geliştirdiği, ürettiği, değer biçtiği ilişkiler, zihinsel gelişim ve düşünüş biçiminin şekillendirdiği yaşam, çok önemli. Müziğinden, sevmesine, yeşilinden paylaşımına kadar özenilesi, özlenesi bir yaşam! 
Neden savaşı ve yoksulluğu anlatıyoruz? Çünkü lanet olsun ki, çocuklarımızı uzak tutamadığımız en ağır şey bu ikisi! Keşke çocuklarımızı, yoksulluktan da, savaştan da ve tüm yetişkin beyinlerimizin çıkarlarından uzak tutabilseydik. Ama gündelik yaşamımıza o kadar işlemiş ki artık savaş, artık yoksulluk; en hak etmeyenlere de yaşatıyoruz. 
İşte Cizre’de “yaşlarını toplasan bir adam etmeyecek” yaştaki çocuklar, bir bir vuruluyor! Yeni keşfedilmiş yoksulluk hikayeleri, köy yollarında, çıplak ayaklarda yeniden yeniden önümüze konuyor! 
Bu manzaraların her biri, Türkiye’deki çocuklara, çocukluğa dair sunduğumuz her olanak; hayatımıza verdiğimiz şekille alakalı! Yoksa Cizre’deki çocuklara üzülmüşüz, Hakkari’deki ayakkabısız çocuklara üzülmüşüz; bir yerde çok da yapay! Üzülmeyi değersizleştirdiğimiz için değil; bunun, o çocuklara da, yanımızdaki çocuklara, oradaki geride kalan çocuklara da bir faydası olmadığı için! 
Çünkü seçeneksiz değiliz.
Yetişkinliğimize, kapitalistliğimize, erkekliğimize kurban ettik dünyayı zaten! Hala seçeneğimiz varken, hala çocukların ölümüne ve yoksulluğuna ağlayabiliyor vaziyetteyken şansımız var. Ve ne yazık ki bu şansımız da daralıyor. Ölen çocukların bile kimliğini sorgulamaya başladık çünkü artık. Aleviymiş zaten, Kürtmüş zaten; seslerimiz çıkmaya başladı bile! Bu, çatlak yarıklaşmadan, derinleşmeden acele etmeliyiz. 
Roboskili çocukların kar kayak merkezi hayali var! Aynı zamanda savaşı ve yoksulluğu yaşatan ve savaştan ve yoksulluktan çocukları koruyan dağların, karlı dağların üzerinde bir kayak merkezi! Savaşını ve yoksulluğunu çok konuşuyoruz o dağların. Bir de onları savaştan ve yoksulluktan koruduğunu konuşsak! Savaştan ve yoksulluktan kaynaklı hep ötelediğimiz o hayali gerçekleştirebilsek…
Veya bir çocuk parkı hayali vardı Şırnak’ta. Öldürülen çocukların isimleri verilen viraneye dönmüş çocuk parklarının içler acısı halini gördükten sonra kurulan çok öncesine dayanılan bir hayal. Şengal’den, Kobane’den içimiz elvermedi, parayı mülteci konuklarımıza aktardık. Yine de oradaki çocukları da ekleyerek üzerine bir çocuk parkı açabilsek…
Yani savaşın içindeki güzellikleri konuşabilsek biraz da! Hiç kimse, bir çocuğun ölümünün, öldürülüşünün ardından yaşayamaz. Yaşayamaz ya! Ama yaşayabiliyorsak, yeniden yemek yiyebiliyor, yeniden gülebiliyorsak; ya kimliğini sorgulatmaya başlarız kendimize, ya da nergis çiçeklerini, çocuk parklarını, kar kayağını hatırlarız Şırnak’taki. Êzidi çocukları, o kampın ortasında, o yaşam alanının ortasında, altlarına bıraktıkları yastık ve sünger parçaları ile tozun toprağın içinde kayıyorlardı nasıl olsa! Yaşamın devam edebildiğini göstermek adına! Yani çocuklar zaten hayalini kurabiliyor ve yaşamı devam ettirebiliyor. Varsın biz de onlara yeniden savaşın, yoksulluğun kötü yanını anlatmadan, ağlatmadan, öldürmeden; savaşın, yoksulluğun içindeki güzellikleri gösterebilsek olur mu acaba? 
Nergis bahçelerini daha çok dillendirerek! 
Ki güzellikleri büyütelim. Güzellik çocukları bir daha kaybetmeyelim ve güzelliklerle büyütebilelim! Olur mu, ne dersiniz?

ÖNCEKİ HABER

Koyunun efendisi misin değil misin?

SONRAKİ HABER

Türkiye’den neden Sovyetolog çıkmadı -1

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...