11 Ocak 2015 03:39

Üstü kalsın

Toplumdaki ahlak ve hukuk kurallarının insan doğasına tam anlamıyla uyduğunun bir yanılsama olduğunu, şair kimliği ve şiir aracılığıyla göstermekti işiniz. Şiirinizden ahlakı kovdunuz. Varoluş amacını başkaldırı ile açıklayıp, Anayasa’ya aykırı kıldınız şiiri.

Paylaş

Hakkı ZARİÇ*

Dalgınsınız. Göğe doğru yükselen, buğulu bir dalgınlık var yüzünüzün coğrafyasında. Sol gözünüz hafif kapalı, giyitleriniz bütünlüyor sizi. Baharı yaşıyor oluşunuz gidermiyor dalgınlığınızı. Külü uzamış sigaranızı unutmuş olmalısınız parmaklarınızın arasında. Tıraşlı yüzünüzde, açık alnınızda ve duruşunuzda yaşlılığın izleri…
Bir şiir mi düşünüyorsunuz? Bir kadını mı? Aşkı mı? Bir ilçeyi mi Doğu’da? Açlığın sınırsızlığını mı?
O tren, tüm siyahlığıyla, Erzincan Garı’ndan askerlerin refakatıyla hareket etti. Sisli bir bilinmezlik ötesi ve Bilecik. Ölümü annenizin… Bir evin bir annesi olur, Cemal Süreya. O anne öldüğünde çatısız kalır ev; kar yağar üstüne evdekilerin.
Esma Hanım; o üvey anne… Kız kardeşlerinizi saçlarından tutup kuyuya sarkıtan kadın…
Gizlice girişiniz parasız yatılı sınavlarına. Çocukluğunuzdu o suskunluk, bir ömür yanınızda taşıdığınız. O suskunluk çocukluğunuzdu sizin yanınızdan hiç ayırmadığınız… Parasız yatılıda geçirdiğiniz ilk gece sevinçten uyuyamayışınızı anlamamak olası değil: Üvey anne yok çünkü o yatakhanede. İlk gecenin gurbetliği, sevinciniz sizin.
“Yazmak hem bir sıkıntı, hem de bir kurtuluştur.” Bir söyleşinizde böyle demiştiniz Zeynep Oral’a ve eklemiştiniz: “Ölürken, hatta öldürülürken şaka yapabilirim.”
Toplumdaki ahlak ve hukuk kurallarının insan doğasına tam anlamıyla uyduğunun bir yanılsama olduğunu, şair kimliği ve şiir aracılığıyla göstermekti işiniz. Şiirinizden ahlakı kovdunuz. Varoluş amacını başkaldırı ile açıklayıp, Anayasa’ya aykırı kıldınız şiiri.
Nereye gittiyseniz zulümlere tanık oldunuz. Gördükleriniz; açlıklardı, kavgalardı, sürgünlerdi…
“Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu,
Namussuz bir çağ bu…”
Bir güvercinin kanatlanışı paylaşılmalıydı, “Gökyüzünün o meşhur maviliğinde.” Böyle yazmıştınız…
Siz, eskiden beri böyleydiniz zaten. Bulutları da, minareleri de, yoksulluğu da görendiniz.
“Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu”
dizelerinizi yaşadınız ömrünüzce.
Açlığı tanıyanlar, açlığa saygı duyanlar tanıyordu sizi. Nerede karşılaşsanız, şapkalarını içtenlikle çıkararak selamlıyorlardı şiirlerinizi.
Ey adından bir harfi atmış ELMA, mahlası Cemal Süreya! Porsuk Nehri’nin kıyılarında, parça parça olmasını istediğiniz Kızılırmak’ta, Dicle’nin kenarından geçen tren yollarında:
“Bıçakla kemik arasında
Susmakla ağlamak arasında”
Bıçakla soyulan kelimeler gibi, “Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi:”
“Yüzüm giyotine abone.”
diyeceksiniz. “Ben asker değilim nişanlıyım” deseniz de boşuna! Boşluğa savrulacak sesiniz, duymayacaklar sizi!
Aşktan açtınız sözü; romanlara, ırmaklara, ustalara, şairlere, yazarlara, kentlere, şehirlere ve ilçelere, tarihlere ve çiçeklere, “O en uyarıcı zambak vahşetini” işlediniz.
Nicedir “Kuliste yarasını gösteren bir soytarı gibi” zaman. Aşkların da bakım istediği gelmiyor aklına kimsenin. Gittikçe yavanlaşıyor merhabalar. “Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu”nu düşünmek olası bile değil. Divan’ı, Nazım Hikmet’i, “Güvercin Curnatası,” İkinci Yeni’yi çok az anımsıyor ve seviyor; popüleştirmeden, rant beklemeden, piyasada kirletilmesine sırtını dönmeden.
“Ne demiş uçurumda açan çiçek
Yurdumsun ey uçurum”
O uçurumu yurt tutmak, o uçurum duygusuyla yaşamak şiiri, şairi ve uçurumu düşünmek: “Ayy! Çok banal!” Özür dilemek de, teşekkür etmek de, nezaket sıfatları da, ricada bulunmak da “nostalji” hayli zamandır. “Evet! Mutsuzluğa da varım!” demek için, ya şair ya da sırılsıklam âşık olmak gerekiyor.
Kirlendi her şey. Siz, yazdıklarınız ve çevirdiklerinizden elde edeceğiniz gelirle, bir televizyon alıp eşinize armağan etmek istiyordunuz. Şimdiyse o televizyonu pencereden atmak isterdiniz. Kim bilir, uzaktan kumanda aletine nasıl kumanda edildiğini öğrenmemek için direnirdiniz içten içe.
Yatak odalarına, çocuk odalarına, iş yerlerine, ceplere, kahvehanelere, sokaklara; hatta sesli sesli, bağıra bağıra girdi televizyon. Hükümetler düşürülüyor, hükümetler kuruluyor ekranda. Birçok şairi zengin etti reklam metni yazarlığı. Hızla unutuluyor şiir. Şiirin unutulma hızına inat, popçular çoğalıyor günden güne. Jazz ya da Blues dinleyen insanlar azalıyor. Pop formatında artık türküler.
Her yerde metalin soğukluğu, ekran ve reklam. Çöplükten beslenenler çoğalıyor hızla. Sizin de bir zamanlar basımına imza attığınız Türk Lirası “demode” oldu. Dostlar bile, dolar ya da avro olarak borç veriyor ki, o kadar olur. Cep telefonu kirliliğine ise hiç değinmeyelim burada.
Ey Lokman Şair! Kırlangıçlar uçuyor bir akşam vakti göğün yalnızlığından, bulutlar dalgın yavaşça…
“Sıcak Nal”dan “Güz Bitiği”ne, “Dilekçe”den “Küçük Anne”ye, “555 K”ya uzanan dizeli yollarda harmanlanıyor yaşam. “Üstü Kalsın” o halde. Eyvallah!...

*Şair/Yazar

ÜSTÜ KALSIN
Ölüyorum Tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum Tanrım
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…

ÖNCEKİ HABER

Normlara sadık bir sanata doğru

SONRAKİ HABER

Bir intiharın anatomisi ya da kötülüğün sıradanlığı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...