22 Kasım 2014 00:53

Barut fıçısı patladı patlayacak

Avrupa geçen haftaya Putin’le AB arasındaki çatışma gündemiyle başladı ama salı günü Kudüs’teki sinagoga saldırı tümüyle gündemi değiştirdi.

Paylaş

Avrupa geçen haftaya Putin’le AB arasındaki çatışma gündemiyle başladı ama salı günü Kudüs’teki sinagoga saldırı tümüyle gündemi değiştirdi. Almanya, Fransa ve İngiltere’den yorumlarımızda zaten bir barut fıçısına dönmüş olan Ortadoğu’nun patlamak üzerine olduğu endişesi yansıtılıyor. Her fırsatta İsrail’e karşı tarihi bir sorumluluk taşındığını belirten Alman yetkililer, sürekli yaptıkları gibi bu kez de sorunun nedenleriyle ilgilenmek yerine sonuçla uğraştılar, saldırıyı mahkum ettiler. Halk ise artık sürekli önlerine çıkan bu sorundan bıkmış durumda. İsrail’e yönelik en küçük eleştirinin Yahudi düşmanlığı olarak tanımlandığı Almanya’da halkın çoğunluğu bu sorunun bir daha gündeme gelmeyecek şekilde çözülmesini istiyor.  Fransa’dan sorunun sonucuyla değil nedeniyle uğraşıp çözüm önerisinde bulunulan bir yorum sunuyoruz. Ülkede hem parlamento içi hem de dışı çevrelerden hükümete Filistin devletini resmen tanıması yönünde baskılar artıyor. Fransız Komünist Partisi Senatörü Michelle Demessine, L’Humanité  gazetesindeki yazısında gelişmelere dikkat çekerek Fransa’yı barış için katkı sunmaya çağırıyor.  İngiltere’de de İsrail-Filistin arasındaki sorunun boyut değiştirdiğine dikkat çekilerek barışçıl bir çözüm için çatışmanın tarafları sağduyulu davranmaya çağrıldı.  The Guardian’daki başyazıda savaşın kutsal bir din savaşına çevrilebileceği uyarısında bulunuldu.


ORTADOĞU PATLAMA YOLUNDA

Stephan-Andreas CASDORFF
Tagesspiegel

‘Soğuk Savaş’ döneminde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı bloklar arasında arabuluculuk yapmıştı. Şimdilerde İsrail’de şiddet öyle bir boyuta erişti ki barış için arabuluculuk yapacak yeni bir organizasyona ihtiyaç var.  
Seyirciler vahşet haberleriyle dönüp duruyor, aslına bakarsanız Ortadoğu sözcüğünü duyar duymaz herkes arkasını dönüyor. Artık kim bu konuya ilgi duyuyor ki? Sürekli aynı sorun; çatışmalar, saldırılar, ölüler... Daha henüz 50 günlük savaştan çıktık. Sanki bugünün yarını yokmuş gibi sürekli nefret, her gün yeniden alevlenen çatışmalar... Yeni bir intifada ise pek de uzak değil.  
Ama şimdiki durum alışılmıştan farklı. Sorun artık sadece  Ortadoğu’da Filistin’le İsrail arasında değil, IŞİD saldırılarıyla da sınırlı değil. Her şey çok yakınımızda. Savaş, savaşlar etnik ve dini farklılıklar temelinde yapılıyor ve bu dünya politikası açısından büyük bir tehlike.
Sadece IŞİD’in terör milisleri bile bize Sünni bir halifelik devletinin İran sınırından başlayıp Akdeniz’e, Türkiye’ye ve Avrupa’nın merkezine kadar yayılmasının yol açacağı bir tehlikenin varolduğunu gösteriyor.
Çözülmemiş, tehlikeli sorularla karşı karşıyayız: İran’a yönelik tavrımız ne olmalı? Bir yandan IŞİD’e karşı tavrını desteklerken diğer yandan atom planlarına nasıl karşı çıkacağız? Barut fıçısına dönmüş bir bölgede yangının yayılmasını nasıl engelleyebileceğiz? Bombanın fitilinin bitmek üzere olduğunun farkında mıyız?
Kudüs’te olan ve olmaya devam edeceğini bildiğimiz saldırılar, reaksiyonlar, ölümler umutları yok ediyor.  Eskisinden çok farklı, akla hayale gelmeyen boyuttaki bir durumla karşı karşıyayız. İsrail’in kalbinde, Kudüs’te bir dinler savaşına izin veremeyiz.  Daha da kötüsü olabilir mi?  İsrail’de sayıları gittikçe artan insan açıktan silah taşımaya başladı, sinirler zaten gergindi şimdi kopacak derecede gerildi. Bu durum dünya politikası açısından çok önemli bir rol oynuyor, çünkü, dünya ülkelerinin kimin saldırgan olduğu ve saldırıların mahkum edilmesi konusunda acil ve iki tarafı da dikkate alacak bir karar çıkarmak yerine bölüneceklerini biliyoruz. Bu bölünmüşlük çatışmanın taraflarını doğal olarak etkileyecek ve İsrail de kendi içinde bölük pörçük olacak. İsrail vatandaşlarının yüzde 20’si Arap-Filistin kökenli, bunların yüzde 84’ü de Müslüman. Bu sayılar bile sağduyuya dayalı bir çözümün ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu yapılmadığında İsrail hükümetinin tavrı gittikçe sertleşecek, buna bağlı olarak ülkedeki ya da dışarıdaki Filistinliler gittikçe radikalleşecek. Bu arada bazı terör örgütleri de devreye girecek ve sonra şiddet patlaması gündeme gelecek. Zaten çevresinde hiç dostu olmayan İsrail devleti bu durumdan etkilenecek ve  ülkede iç patlama yaşanacak.
Arabulucular nerede? Kendini sorumlu görmekle yetinmeyip sorumluluk da alan, elini taşın altına koyan olacak mı?  Tüm Ortadoğu’nun bir plana ihtiyacı var. Bölgede Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı benzeri  bir yapı oluşturulmalı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı , ‘Soğuk Savaş’ döneminde atom silahlarına sahip bloklar arasında arabuluculuk yaparak dünyayı yerle bir edecek bir savaşın çıkmasını engellemişti. Böyle bir durumun şimdilerde olanaksız olduğunu, abartmamak gerektiğini söyleme. Durum kimsenin görmezlikten gelemeyeceği kadar korkunç.

Çeviren: Semra Çelik


BU BİR KUTSAL DİNİ SAVAŞ OLMAMALI

The Guardian
Başyazı  

Salı günü, Kudüs’de gerçekleşen kanlı senaryonun fotoğrafına baktığınızda ürpermemek elde değil. Musevilerin kanlar içinde kalan şal ve kutsal kitapları Yahudi soykırımının en acı hatıralarından. Olayla ilgili yayınlanan görüntüler, Yahudilere karşı planlanmış bir soykırımın fotoğraflarıdır.  Olayla ilgili söylemler de bu tespiti onaylıyor.[..] İbadethane kanlar içinde bırakıldı.
İnançlı -ve inançsız- herkes bu vahşi saldırının karşısında sarsılmış olmalı. Evrensel açıdan baktığınızda bütün ibadethaneler sığınak olarak algılanmalı. Kaçınılmaz olan bu saldırı İsrail’in ve Yahudilerin, akıllarında damarlarına basılmış gibi yansıyacak. İsrail’in kurulma nedeni bu tür saldırıları engellemek içindi. Yahudiler için İsrail, huzur ve güvenlik içinde ibadet edebilecekleri bir yer olmalıydı. Londra, Paris ve New York sinagogları güvenlik güçlerinin olmasına alışkın. Şimdi aynı güvenlik güçlerinin İsrail’de de olması gerektiği yönünde görüşler var. Yahudiler için huzurlu bir sığınak olarak kurulan bir ülke için böyle bir ihtiyacın olması karamsar bir gelişme.
Daha karamsar olan, önemli Filistinli temsilcilerin duruma ilişkin yaptıkları açıklamalar. Cinayetler bireyler üzerinden gerçekleşmiş ve hiç bir grup tarafında yönlendirilmediği halde, Hamas cinayetleri “nitelikli bir gelişme” diye övüyor. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi cinayetleri cesurluk diye adlandırdı ve söylentilere göre bu durumu kutlamak için Gazze’de çocuklara şeker dağıtıldı. Bu yorumların karşısında takdire değer olan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın “Yahudilerin kendi ibadethanelerindeki” saldırıyı hemen kınaması. Filistin Devlet Başkanının bu mesajı İsrail tarafından olumlu karşılanmadı, çünkü onlar için Filistin yönetimi kışkırtıcı bir tutum sergiliyor.[..]
Bugüne kadar kin ve kan dolu olan bu bölgesel çatışmanın, daha da zorlaşacağı ve dini bir savaşa döneceğinden korkuluyor. Dua eden insanlara -işgal edilmiş Batı Şeridi’nde veya Doğu Kudüs’te değil de, 1967 öncesi çizilmiş İsrail sınırları içerisinde saldırarak, bu saldırıyı gerçekleştirenler Filistin/İsrail çatışmasının Müslüman/Yahudi çatışmasına dönüşme riskini yarattılar. İsrail’in Adalet Bakanı, Tzipi Livni, böyle bir savaştan korkmak gerektiğini vurgulamakta haklıydı, çünkü “Dini bir savaş asla çözülemez”.
Bir diğer endişe ise Kudüs’ün böyle bir savaşta ön cephede yer alması. Eğer salı günü yapılan saldırı tekrarlanırsa, sokak sokak, bireyler arasında meydan savaşı başlar. Zorla da olsa dini mekanlarda sağlanan barış, tapınak dağında çözülebilir.
Şimdilik bunlar sadece endişe. Gerçekleşecek zorunlu sonuçlar değil. Fakat siyasi önderlik gerekiyor. Filistin yetkilileri eğer ki halkı tahrik ediyorlarsa buna son vermeli. Bu gazete uzun zamandır Hamas’ın da herhangi bir uzlaşmaya dahil olması gerektiğine inanıyor. Fakat Hamas salı günü yaptığı gibi açıklamalar yaparak bu argümanı zayıflatıyor.[..]
Ancak İsrail’in yükü de ağır. Benyamin Netanyahu Filistinlilere bir politik çözüm olasılığı sunmadı. Hiç bir şekilde ne bağımsızlık ne de işgale son vermek amaçlı bir yol göstermedi Filistinlilere. Bir siyasi çözümün olmadığı yerde şiddet yanlısı adamlar güçlenecektir.
Şu bir gerçek, meclis kabinesinde Netanyahu’nun yanı bu konuda daha sert düşünen, yarın Batı Şeridi’nde hemen işgali daha da genişletmeyi tercih edecek siyasetçilerle etrafı sarılı.  Fakat Netanyahu koalisyonu ve kendi işini korumanın ötesinde düşünmeli. Önderlik yapmalı, kabullenilmeyecek ve ölümcül tehlikede olan bir durumdan her iki tarafı da çıkarmalı.

Çeviren: Çağdaş Canbolat


FRANSA FİLİSTİN’İ TANISIN

Michelle DEMESSİNE
L’Humanité

SON haftalarda Filistin devletinin tanınması dünya genelinde önem kazandı.
İsveç Filistin’i tanıdı, İngiliz milletvekilleri, hükümeti Filistin’i tanımaya davet ettiler. Avrupa Birliği Diplomasi Şefi Bayan Mogherini, diğer AB ülkelerini ikna etmek için çabalamakta. Ülkemizde değişik  dernek ve sol partilerin baskısıyla, uzun zamandır gündemde olan bu talep,  şimdilerde haklı olarak daha acil hale geldi. İsrail devletinin temmuz ayında Gazze Şeridi’nde yaşayan halka karşı yürüttüğü savaş, Doğu Kudüs’te yaşanan gerginlikler ve işgal politikasının devam etmesi, 67 yıldır süren bu soruna acil politik çözüm bulunmasını gerektiriyor.  
Şimdiki durum İsrail’in, Filistin topraklarının büyük bir kısmını işgal etmesi, işgal politikalarını sürdürmek için yürüttüğü provokatif politikalarının ve eskiye dayanan savaşların bir sonucudur.
Bu politika “iki devletli çözümün’ hayata geçmesinin önünde engel olan en önemli etkenlerden biridir. Bu, kurulabilecek bir Filistin devletinin topraklarını bölüyor ve yaşamasını riskli hale getiriyor.
Acil politik bir çözüm bulunmazsa,  işgal topraklarında yeni bir Gazze savaşına ve İntifada’ya doğru ilerlenir. Bir çıkış yolu var : İki halkın, 1967 savaşının çizdiği sınırlar içinde Kudüs’ü ortak başkent olarak tanıyarak birlikte yaşaması.
Sorunun çözülmesini istemeyen güçlerin sürekli kışkırttıkları şiddet politikasının ve spiralinin içinden çıkmak gerekir.  İsrail-Filistin barış süreci sadece ikili görüşmeler ve ABD ve bazı bölge ülkelerinin desteklediği antlaşma çabalarının dışında bir yol almalıdır.
Bu konuda alınmış birçok BM kararına saygı gösterilmesi için uluslararası topluluğun harekete geçmesi lazımdır.  Temel baskı aracı olarak, giderek artan sayıda ülkenin İsrail’le birlikte yaşamayı esas alan Filistin devletini tanıması esas alınmalıdır.
Bunun dışında, uluslararası hukukun belirlediği şartlar genel olarak yerine getirilmiştir.
Zira, bir halk, toprak ve hükümet vardır. Her ne kadar, halkın bazı kesimleri tarafından protesto edilip zayıflamış olsa da...  Ülkemizde, bu yol karşısında “çekingen” ve “üşengen” davranan Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanının harekete geçmesini sağlamak için onların sarsılması aciliyet kazanmıştır.
Parlamenterler inisiyatifinde bugünlerde alınan kararların anlamı hükümeti  resmi olarak Filistin devletini tanımaya zorlamaktır.
Senato Komünist Grup İnisiyatifinde 11 Aralık’ta bu konu ele alınacaktır. Tartışma yazıları,  Mahmut Abbas’ın önümüzdeki günlerde BM Güvenlik Konseyi önüne koyacağı 2016 oturumu karar önergeleri ile tamamen bağdaşıyor.  Tereddüt etmeyelim artık!
Fransız hükümetinin böyle bir kararı cesaretle alması gerekli ve zamanı geldi.
Ülkemiz,  uluslararası planda halen yararlandığı etkisi sayesinde  bölgede atılacak kalıcı ve doğru barış adımlarına katkı yapabilecek güçtedir ve bu katkıdan gurur duyacaktır. 

Çeviren: Dilaver Uztopal

ÖNCEKİ HABER

Tunus’ta halk yarın sandık başına gidiyor

SONRAKİ HABER

Köle gibi çalıştırılıyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...