03 Ocak 2016 01:53

Evlere çekilip ölü taklidi yapamayız

DOT ekibi, yeni sezonda 'Kış Dönümü' oyunuyla seyircinin karşısına çıkıyor. Oyunun Yönetmeni Murat Daltaban ile Oyuncular Pınar Töre, Deniz Türkali, Cem Sürgit ve Can Şıkyıldız; savaşı ve şiddet döngüsünü ele alan oyunlarını 'Bu hikayenin kahramanı biziz. Çünkü savaşın içindeyiz. Oyunla birlikte bir tiyatro eserinin ötesine geçip kendimizi tartışabiliyoruz' diye anlatıyor.

Paylaş

Devrim ACAROĞLU
İstanbul

“İki şey… Bir: Atınız çürümüş, hanımefendi. Ve ikincisi: Savaş sona erdi.”

Açlıktan ölmek üzere olan iki kadın ve bir çocuk, on yıl süren savaşın bittiğini bu sözlerden öğrenir. Savaşın nedeni olan nehir suyunun açılması ve suların tekrar yuvaya dönmesi dışında her şey ve herkes değişmiştir artık. Hatırlanamaz geçmiş ile bilinemeyen gelecek arasında bir muamma zaman diliminde dört tane insan...

Görmüş geçirmiş bilge bir nine, yaşama dört elle sarılan savaşçı bir genç kadın, savaşın sesini kestiği bir çocuk ve savaştan eve savaşla dönen bir asker... Eski savaşın bittiği, yenisinin ise kapıda olduğu, adına barış denen dönemde savaşın ulaşamayacağı bir hayat kurulabilir, kış güneşi yorgun düşmüş umudu ışıtabilir miydi acaba?

Dot, Kanyon’daki yeni sahnesini ‘Kış Dönümü’ ile açtı. Yönetmen Murat Daltaban ve Oyuncular Pınar Töre, Deniz Türkali, Cem Sürgit ve Can Şıkyıldız ile konuştuk.

Murat Daltaban: Önce ben sana sorayım, nasıl buldun oyunu?

Savaş hakkında bir oyunu izlemenin duygusal zorlukları var tabii şu sıralarda. Biraz onlarla boğuştum. Savaştan çıkmış gibi oldum açıkçası.
Daltaban: Yaşadıklarımız hikayeyi ağırlaştırıyor tabii ama şunu da söylemem lazım; seyircinin bir eseri anlamak için de mücadele etmesi seyirciyi etkin, üretken bir konuma yerleştirir. O kadar bıkkın bir dönemden geçiyoruz ki, bunu yapmadan oyunla ilişki kurmak zor. İnsanlar zorlanmaktan kaçarak kendini koruduğuna inanıyor ve o yüzden televizyona yüzünü dönüp yarışma programı ya da dizi seyrediyor. Haberler dahi yüksek gerilimli bir dizi gibi izleniyor. Bu atmosfer bizi kısırlaştırıyor, üretemez hale getiriyor, derinleşemiyoruz. Politikleşiyor gibi görünüp apolitikleşiyoruz. Bu oyunun Kanyon’un içinde olması, mücadeleyi popüler kültür alanında yapmak bakımından da çok önemli.

Bir önceki oyununuz İki Kişilik Yaz, repertuvarınız içerisinde ‘ferahlığıyla’ ayrık duruyordu ve şimdi Kış Dönümü ile yazın acısını mı çıkarmış oldunuz?
İki Kişilik Yaz bize hafifleten, nefes aldıran bir oyun gibiydi. Fikir olarak ana akıma yakın gibi görünen, biçim olarak ise aykırı bir oyundu. Nispeten daha rahat ve konforlu bir alandaydık. Daha zor bir oyun gibi gözükmesine rağmen, Kış Dönümü yapılması gerektiğine inandığım bir oyundu. Zaman zaman kaçacak saklanacak alanlar yaratabiliriz kendimize. İki Kişilik Yaz o alanlardan değil, kendi içinde riskleri olan bir oyundu. Kış Dönümü başka bir türün oyunu. Kendi kendimizle ya da yanımızdaki ile tartıştıran bir oyun. Diğer savaş oyunlarından farklı bir oyun çünkü savaşı başka bir pencereden anlatıyor.

Savaş sonrasını kadın, erkek ve çocuğun kendi durdukları yerden anlatması açısından mı?
Kadının umutla, gelecekle ilişkisi üzerinden kurulmuş bir oyun Kış Dönümü. Erkeğin şiddeti ürettiği, şiddetin de erkeği ürettiği bir döngüyü tanımlıyor. Bir kadın hikayesi bu yüzden. Yenilmişlik duygusu, mücadele ile hayat bulmuş olmamıza rağmen mücadele isteğinden uzaklaştırıp bıktırabiliyor insanı. Çok kirli, karmaşık ve basık bir ortamda mücadele eden bir kadın kahramanımız var, savaşçı bir kadın. Savaşın içinde kendi savaşını veren bir kadın. Vazgeçmiyor, çıkış buluyor. Kadın doğasındaki pes etmeme, sonuna kadar mücadele direnci çok kıymetli. Kasvetli bir oyun, doğru ama sonu aydınlık, kış güneşi de olsa… Kadın, erkek-şiddet döngüsünden çıkmamız gerektiğine işaret ediyor. Kadın o çemberi parça parça ediyor.

KIŞ DÖNÜMÜ KENDİSİNİ DEĞİL BİZİ KONUŞTURUYOR

Savaştan çıkmış gibi hissettim dedim ama savaştan çıkarak girmiştim oyuna da, belki o yüzden bu kadar sarstı. Dışarıdan bunları hissettiriyorken içeride neler oluyor?
Pınar Töre: İçerinin dışarıdan bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Bence çok yorgun, öfkeli ve mutsuz bir toplumuz. Vazgeçme duygusuna teslim olanlarımız çok. Oyun diyor ki; savaşlar bitmeyecek, siz kendi içinizde barışı sağlarsanız, huzura ereceksiniz. Ana karakterimiz oyunun sonunda kendi bahçesinden bahsederek, “Bundan ibaretiz” diyor. Toplumsal olarak iyileşme sürecine girebilmemiz için önce kendi bahçemizde barışı sağlamak mecburiyetindeyiz. İzlemesi kolay değil evet, çalışması da değildi.
Daltaban: Ayrıca bugün yaşadıklarımızın eğlenceli olmadığı muhakkak. Yaşadıklarımızla örtüşen bir hikaye ve bunu anlatmak için başka bir yol yok. Bu hikayeden, bu karanlıktan kaçamayız, bu hikaye ile yüzleşmek zorundayız. Bu hikaye ile mücadelenin yolunu bulmalıyız. Evlere çekilip, ölü taklidi yapamayız.
Töre: Ya da yaşıyor taklidi yapıyoruz. Bir şekilde hayat devam etmek mecburiyetinde olduğu için. Çok korkunç şeyler yaşıyoruz ama ya olmamış gibi devam etmeye çalışıyoruz ya da kaçacak yer arıyoruz. İkisi de tehlikeli.
Daltaban: Bundan 6-7 sene evvel, herkesin muhteşem bir ülke olduk falan diye yükseldiği bir dönemde bu oyunu oynasaydık “Ya savaş da ne kötü bir şey” deyip geçerdik üzerinden. Ama bu hikayenin kahramanı biziz, şu anda yaşadığımız karanlık, içinden geçtiğimiz zaman, Maud’un kırıp geçtiği, darmadağın ettiği zaman. Maud o zamanın içinden, sudan, topraktan ve kadim bilgiden güç alarak geçiyor. Nineden aldığı bilgiyle yoğrulup, “barış zamanı” diyebiliyor. Ayrıca oyunun en iyi tarafı şu, kendimize ait, gerçek anlardan konuşuyoruz. Bir tiyatro eserinin ötesine geçip kendimizi tartışabiliyoruz.

‘YENİ GELEN SAVAŞIN ASKERE İHTİYACI OLMAYACAKMIŞ’

Savaşın pratik olarak olmadığı bir dönemin hikayesi Kış Dönümü. Savaş az evvel bitmiş. Bitmiş ama henüz barıştan eser yok. Bitti deyince bitmiyor mu savaş?
Can Şıkyıldız: Aslında oyun tam burada konuşuyor: savaş bitmiyor, savaş hep var. Dünyanın herhangi bir yerinde varsa, her yerde var. Kendi ütopik dünyamıza savaşı almayıp savaşı kendimizden uzaklaştırabiliriz.
Töre: Biz insanlar sürekli isim koyuyor, kategorize ediyoruz. Savaşı bir kutuya, barışı diğerine, iyiyi bir yere kötüyü başka yere... Böyle olmuyor.
Cem Sürgit: Bazı kelimelere çok keskin anlamlar yüklüyoruz gibi. Savaşa gitmeye karar veren biri için savaş çoktan başlamış oluyor. DNA’mla torunuma geçiyor ve devam ediyor. Bazen doruğa ulaşıyor bazen sönümleniyor ama bitmiyor gerçek anlamda.
Deniz Türkali: Savaşın içindeyiz, bu ülkede bir savaş var. Bu savaşın nasıl korkunç bir şey olduğunu bir kere daha, bir kere daha görüyoruz. Savaş var, katliamlar var, çocuklar, bebekler ölüyor. Bu oyunda beni en çok çarpan şey, finalde söylenen, “Yeni gelen savaşın askere ihtiyacı olmayacakmış” lafı. Bu çok korkunç bir şey. Oyun benim için yaşadığım ülkede olup bitende karşılık buluyor. Ben böyle hissederek oynuyorum oyunu.
Pınar: Gidip somut olarak öldürmeyen insanlar da şiddetin üreticisi durumunda. Savaş sadece savaş alanında değil, her yerde ve bu nedenle askere ihtiyacı yok artık.
Daltaban: Şiddet legalize ediliyor. Ve en korkuncu sıradan insanın şiddetin enstrümanı olarak kullanılması. Yapı, senin etnik kimliğini, zekanı, tutkunu, nefretini, sevgini kullanarak seni silah haline getiriyor. Bunun nasıl önüne geçilir bilmiyorum. Oyunda erkeğin hikayesi bu. Adam savaştan sivil olarak gelip savaş yokken tekrar asker kıyafetlerine bürünüyor. Sürekli bir şiddet enstrümanı halinde varolmak, yokolmak, varolmak, yokolmak erkeğin kaderi haline gelmiş. Erkek olarak çok konforlu bir yerdesin, o modele oturduğun zaman. Git oraya yerleş diyorlar sana.
Türkali: Kadın ya da erkek cinsinden çok, erk karşısındaki pozisyondan bahsediyoruz aslında. Kadın da olsa erkek dünyasında yer alabiliyor… O dünyaya uyum sağlayabiliyor.

HADİ BARIŞALIM DEYİNCE OLMAZ

Barış hakkında hiçbir şey bilmiyoruz benim anladığım. barış, sıradaki savaşın beklendiği dönem gibi yaşanıyor gerçekten barışmayınca.
Daltaban:
Çok güzel bir cümle bu, barış hakkında hiç bir şey bilmiyoruz.
Sürgit: Savaşıp geçiyoruz sadece.
Türkali: Oyun barış döneminin hikayesi. Vietnam savaşından sonra Amerika’da yaşananları hatırlayalım. Savaşın etkisinden kurtulamayan bir kuşak yetişti. Hippileri hiç küçümsememek lazım, o da bir ütopyaydı elbette. Hadi barışalım deyince olmaz... Barıştırmak için mahkeme kurman lazım, savaş suçlularını yargılaman lazım... Barıştan herkesin beklentisi var doğal olarak. Nurnberg mahkemelerini hatırlayın. Yanlışlar yapılsa da, onlar olmasaydı savaş çok daha vahim sonuçlara neden olurdu. Türkiye’deki kirli savaşta hiçbir suçlu cezalandırılmadı. Nasıl barışabilir ki insanlar. Gözaltında kayıpları, yargısız infazları aydınlatmazsan nasıl el sıkışır insanlar barış oldu diye.
Daltaban: Barış fikriyle çocukların yetişmesi de en azından bunlar kadar kıymetli. Oyundaki çocuğa öyle bir gelecek kurmaya çalışıyor iki kadın.

CAMIN ARKASI BİZİM ŞEHRİMİZ OLDU

Sahnenin arkasındaki camlardan Kanyon’u izliyoruz. Oyunun arkasında ‘şimdi’ var yani. Oyuncular camların arkasına geçebiliyor, AVM’den gelerek oyuna giriyorlar falan. Gerçek dünyayı oyunun içerisine katmak için miydi bu reji seçimi?
Töre:
Oyunda devamlı şehirden bahsediliyor, şehirden gelen var, şehire gidilecek, şehirde iş varmış, inşaat varmış, ödül töreni varmış, şehirde herkes açmış gibi... Camın arkası bizim şehrimiz oldu.
Daltaban: Bir de seyirci tarafı, orası da şehrin uzantısı. Yani şehirle çevrelenmiş bir adacık oyun alanı. Ütopya, ada imgesiyle tanımlanmıştır. O adacık şehrin orta yerinde.
Töre: Sokaktan çıkıp gelmen de rejiye dahil olmuş oluyor.
Sürgit: Anlattığımız hikayede soyut ve içgüdüsel boşluklar olduğunu düşünüyorum. Edip Cansever şiirleri gibi. Bu daha değerli kılıyor onu. Arkası şehir evet ama şehir de değil sadece bana göre, bir izlenim de. Açık bir kapı bırakıyor sana. Bu inanılmaz bir perspektif katıyor oyuna, onu boyutlandırıyor. Hem oyuncu hem izleyici açısında bir katman yaratıyor.
Şıkyıldız: Bana da Jim Morrison şiirleri gibi geliyor. Birine başka, diğerine başka bir şey ifade edebiliyor. American Beauty’nin final sahnesinde çocuk der ya, “Benim Amerikan güzelim bu.” Bir torbanın salındığını görürüz. Herkes başka bir şey düşünür. Kış Dönümü’nde bu var...

ÖNCEKİ HABER

Kadınların her türlü sorununun ilk muhatabı: Batıkent'in kadın muhtarları

SONRAKİ HABER

2016’ya mektup

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...