22 Mart 2015 00:44

‘Almanya’da Yeşilçam hasret gidermekti’

Cem Kaya: Yeşilçam sineması, hep bir tartışma konusu olmuştur. Kimileri kitlelerin afyonu der, kimileri biz oturmayı kalkmayı bu filmler sayesinde öğrendik der. Ben sinemamız ile kurduğumuz ilişki üzerine çok düşündüm. Kim bu filmleri yapan insanlar ve motivasyonları nedir diye bir sorunun cevabını aradım.

Paylaş

Sevda AYDIN
İstanbul

Yeşilçam’ın önemli bir bölümü Batı’dan kopya edilmiş hikaye ve sahnelerle dolu filmlerden oluşuyor. Telif yasalarının henüz gündemde olmadığı dönemde, film yapımcıları ve yazarları Batı’da çekilen ve ün yapmış filmleri bazen sahneleri bile aynen keserek Türkiye’de yazılmış hikayelerle harmanlayıp bir ‘kopya kültürü’ oluşturdu. Bu dönemde  Superman, Zorro, Tarzan gibi sayısız bilindik filmler Yeşilçam’da kendine başka hikayeler, başka kahramanlar buldu.

Almanya’da Yeşilçam filmlerini videodan izleyerek büyüyen Yönetmen Cem Kaya, Yeşilçam’ın yönetmen, oyuncu ve set çalışanlarıyla yaptığı röportajlarla bu dönemi anlatıyor. Yapımı yedi sene süren “Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması”, filmlerden yapılan alıntılarla da epey keyifli bir belgesel.

Motör: Kopya Kültürü & Popüler Türk Sineması projenizin çıkış fikrinden biraz bahseder misiniz?
Çocukluğumdan beri Almanya’da videodan tutkuyla izlediğim Yeşilçam sineması, hep bir tartışma konusu olmuştur. Kimileri kitlelerin afyonu der, kimileri biz oturmayı kalkmayı bu filmler sayesinde öğrendik der, kimileri Türk sineması çalıp çırpıyor der, filmlere burun kıvırır. Ben sinemamız ile kurduğumuz ilişki üzerine çok düşündüm. Kim bu filmleri yapan insanlar ve motivasyonları nedir diye bir sorunun cevabını aradım. Türk sinemasında yeniden yapımlar üzerine yüksek lisans yaptıktan sonra belgeseli çekmeye karar verdim.

Belgeselinizde bir nevi Yeşilçam’ın hiç konuşmayanları, set amirleri, kameramanlar, ses teknikçileri vb. kimseler de var.  Onlarla konuşmayı neden istediniz?
Kapsamlı bir film çekebilmek için ünlü starlar ve yönetmenlerden set emekçilerine kadar sektörden ulaşabildiğimiz herkesle konuşmaya çalıştık. Bu yüzden Metin Erksan’dan Hüseyin Zan’a, yüze yakın röportaj çektik. Filmde yer almayan birçok söyleşi konuğumuz da var. Zeki Demirkubuz, Yesim Ustaoğlu, rahmetli Seyfi Teoman gibi günümüzün yönetmenleri ile yaptığımız konuşmaları sığdıramadık mesela.

FİLMLERİ ‘KURTARMAK’, EMEKÇİLERE DÜŞMÜŞ

Onlarca filmden detay, fotoğraflar, sahneler görüyoruz belgeselde. Malzemelere ulaşmakta sıkıntı çektiniz mi?
Türk sineması üzerine yaptığınız bir çalışmada başvurabileceğiniz herhangi bir kurum veya merkezi bir arşiv yok. Belgeler ve istatistik dökümler çok eksik. Bu yüzden bireysel koleksiyonculara muhtaç kalıyorsunuz. Filmi destekleyen hem film yapımcıları hem arşivci arkadaşlarımız oldu. Zorluklar çekmedik ama aradığımız her şeyi de bulamadık. Çok kayıp film var.

Röportajlarda da görüyoruz ki büyük sıkıntılarla kendini var edebilmiş bir sinema Türkiye sineması. Siz anlatılanları dinle-yince ne düşündünüz?
Dönemin Türk sineması tamamen özel sektörün eline bırakılmış ve devletin sansür dışında hiç düzenleme yapmadığı bir alan. Filmler günübirlik yapılıyor. Film okullarının olmaması, eksik teknik altyapısı, filmciliğin bir meslek olarak görülmemesi, düzenli bir sektörün oluşmasını engellemiş. Bu koşullar altında filmleri “kurtarmak”, sektörde çalışan emekçilere düşmüş, bu işin eziyetini onlar çekmişler. Günümüzün dizi sektörüne baktığımızda bu çarpık yapının devam ettiğini görüyoruz.

‘TÜRK SİNEMASI, SÜREKLİ KENDİNE GÖNDERMELER YAPIYOR’

Belgeselde yer alan bir sinemacı “Ben daha film çekmedim” diyor. Bir diğeri o setten diğer sete nasıl koşturduklarından bahsediyor.  Tüm bu hikayeler kuşkusuz Türkiye sinemasının parçaları...
Sektörde çalışanlar hep koşulların çok kötü olduğundan bahsettiler konuşmalarında ama ülke geneline baktığımızda birçok sektörün Yeşilçam’a benzer şekilde çalıştığını görüyoruz. “Neremiz düzgün ki sinemamız düzgün olsun?” diyor Aydemir Akbaş.

Filmi izlerken dikkatimi çeken röportaj-larda bahsedilen konulara yine filmlerden referans alıntılar yapmanız. Örneğin kadın seyircinin öneminden bahsedilen bölümde, kadının sinemada izlediği filmi anlattığı sahneleri yerleştirerek bir anlatıma geçmişsiniz. Eğlenceli bir seçim...
Türk sineması, filmler içinde sürekli kendine göndermeler yapıyor. Sinema üzeri-ne Sevgili Bayan, Sevgi Payı, Benim Sinemalarım, Gece Yolculuğu, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni gibi birçok film yapılmış. Bunun dışında içerik olarak sinema ile alakası olmayan filmlerde bile göndermeler var. Nuri Sesigüzel’in başrolünde oynadığı 1967 yapımı “Aşkınla Divaneyim” filminin jeneriği karikatür çizimlerinden yapılmış. Film çalışanları ve konumları bu karikatürlerle özetlenmiş. Bu karikatürlerden biri prodüksiyon amiri Bernardo D’Andria’yi dilenen bir palyaço olarak gösteriyor. Arkasında “IDEK mezununa bir sadaka” yazar. Bernardo D’Andria Yeşilçam’da ancak bir film çekebilmiş bir yönetmendir. Paris’de Institut des hautes études cinématographiques (IDHEC) mezunudur. Buna benzer göndermeleri kullanmaya çalıştık.


YEŞİLÇAM VİDEOLARI SİHİRLİ BİR DÜNYAYDI

Belgeselin önemli bir yanı da Almanya’ya satılan Yeşilçam filmlerinin akıbeti. Almanya’da yaşayan biri olarak o döneme dair hatırladıklarınız neler?
Almanya’da video furyası ‘70’lerin sonunda başladı ve uydu teknolojisinin gelişmesiyle son buldu. İnsanlar Türk televizyon kanallarını ve böylece dizileri izlemeye başlayınca videonun pabucu dama atıldı, yavaş yavaş video kulüpleri kapandı. Biz çocuklar için çok sihirli bir dünyaydı Türk sineması, tanımıyorduk çünkü. Annelerimiz ve babalarımız için hasret gidermek demekti.

Bu yıl Türkiye sinemasının 100. yılı kabul edildi ve bu kapsamda etkinlikler gerçekleşti. Sergiler açıldı, sempozyumlar düzenlendi vs. yapılan çalışmalara dair düşünceleriniz neler?
Türk sinemasının kaçıncı yılında olduğu tartışılır. Kimileri Manaki Kardeşler’le başlatır, çünkü Makedonya’yı da Osmanlı toprakları kabul ederler, kimileri Fuat Uzkınay ile başlatır. Ama Fuat Uzkınay ne gerçek bir sinemacıdır, ne de çektiği Rus Abidesi’nin yıkılışı filmini kimse izlemiştir. Bu, konuşmamızı yine arşiv konusuna getiriyor. Gerçek bir Türk sineması arşivi kurulmadıkça, bu sorular da muğlak kalır. Türk sinemasının sözüm ona yüzüncü yılında tarihi Emek Sineması yıkılmıştır.

ÖNCEKİ HABER

SMDK, Moskova'daki barış görüşmelerine katılmayacak

SONRAKİ HABER

Suriyeli kadınların Türkiye’deki savaşı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...