19 Ocak 2021 23:00

Hrant ve almamakta direndiğimiz ders

Fotoğraf: Arif Hüdaverdi Yaman / AA

Paylaş

2007 yılıydı. Nail Güreli Cemiyet Başkanıydı. TGC’nin de içinde olduğu uluslararası bir iletişim sempoz­yumunun hazırlıklarını bitirmiştik. 19 Ocak’ta İngiltere Büyükelçiliğinin, BBC Türkçe Servisinin ve bizim düzenlediğimiz toplantı Polonezköy’de dışarıya kapalı olarak yapılacaktı. Demokratik bir perspektifle hazırlanan programa göre, bir buçuk gün sürecek toplantıya BBC’den uzman gazeteciler, Türkiye’den de akademisyenler ve kadın örgütleri dahil pek çok mes­lek örgütünün sunum yapacak temsilcilerinin yer aldı­ğı önemsediğimiz bir toplantıydı. 19 Ocak akşama doğru Nail Güreli’yle hazırlığımızı tamamladık. Polonezköy’e gitmek üzere arabaya yönelirken bir telefon geldi. Telefondaki ses “Hrant’ı vurdular” diyor­du. Ben “Olamaz” diye düşündüm. Anlık bir şoktu. Yukarı fırladım. Sağı solu araştırdım. Haber doğruydu. Hemen ayaküstü bir açıklama hazırladık. Öte yandan uluslararası toplantıya da yetişmek zorunluluğu vardı. Arabaya bindik ve yola koyulduk. Yolda telefonum hiç susmadı diyebilirim. Toplantıda o gece yemekte Hrant Dink’ten başka bir şey konuşulmadı. Ertesi gün başla­yan ve gerçekten çok iyi hazırlanılmış sempozyum ise hep bir yas havası içinde geçti.

Hrant Dink’i uzun süredir tehdit ettiklerini, zaman zaman Agos’un önüne giden bir takım grupların Hrant’ın aleyhine sloganlar attığını biliyorduk. Ve bu nedenle zaman zaman Hrant’ı Agos’ta ziyaret ediyor, destek olmaya çalışıyorduk. Sonraları hep düşün­düm. Biz gerçekten Hrant’ı dış etkilere karşı, Türkiye’de hep var olan şovenizme karşı, ırkçılığa karşı savunabildik mi? Duruşmalarda yeteri kadar yanında olabildik mi? En çok da Hrant için gazeteler­deki köşelerinde ve ekranda hiç durmaksızın haksız ve insafsız söylemlerde bulunan, gazeteciliğin etik kurallarını ayak altına almış insanlara yeterli tepkiyi gösterebildik mi? Bütün bu soruların yanıtını bugün bile kendime veremiyorum.

Hrant her ırktan, her renkten, her ulustan insana dağıtacağı kocaman bir sevgi taşırdı yüreğinde. Cömertçe harcadığı bir sevgiydi bu. Açık sözlüydü. Meslek ortamımızda sık görülen kıvırmacılığa hiç kay­mazdı sözleri. Düşündüğünü açık açık ifade eder ve arkasında dururdu. Zannediyorum adaletin pençesin­den bir türlü kendini kurtaramaması bu açık sözlü­ğünden ve açık yürekliliğinden oldu. Bütün bir yazının içinden bir cümleyi cımbızla çekip “İşte görüyor musunuz nasıl hainlik yapıyor” diye savcıya gönüllü yardımcılık eden meslektaşlarımız da vardı ne yazık. Günümüzde de olduğu gibi... Hrant son yazılarından birinde, ki ünlü bir yazısıydı o, şöyle demişti:

“Güvercin gibi

Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerin­ce muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıt­tıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık “Türklüğü aşağılayan” biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.

Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü. (Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim.)

Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil. Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence.”

Hrant Dink’i katleden tetikçi ya da tetikçiler bir yana da onu azmettirenler bugün de henüz ortada yok. Hrant Dink davası diye bilinen dava kaplumbağa hızıyla yürüyor. Bazen duruşmalarda 1 kişi tutuklanı­yor, 2 kişi serbest bırakılıyor. Davada ne olduğunu dışardaki insanların anlaması artık olanak dışı. Çünkü yandaş medyada Hrant Dink davası görünmemesi gerekli haberler arasında yer alıyor. Kısaca kamuoyu­nun okuma, izleme şansı yok. Dün ölüm günüydü Hrant’ın. Bana göre ise doğum günü. O daha sıkı bağ­larla dostlarının, arkadaşlarının arasında.

Hrant’ın ölümü toplumumuza bir ders oldu mu? Siyasetçilerimize ya da pek sayın devletlilerimize… Hiç zannetmiyorum. Çünkü Türkiye’de muhalif gazeteciler hâlâ hedef gösteriliyor. Şimdi öldürmüyorlar ama sopalarla dövüyorlar, tehdit ediyorlar. Suç duyuruları­nı ya savcılar görmezden geliyor ya da zanlıları mah­kemenin arka kapısından bırakıyor. Meydan zorbalara kaldı. Bir empati yapın isterseniz. Kendinizi bu ülkede yaşamakta olan Ermenilerin, Rumların, Kürtlerin, Yahudilerin, ateistlerin ve LGBTİ’lilerin yerine koyun. Bakalım özgürce soluk alma şansı tanınıyor mu size. Empati yapmak bir yana düşünmek bile zor. Bizim bedel ödemekten korkmayan hatta ölümü göze alan Hrant gibi insanlara gereksinimimiz var her alanda. Bu cesareti gösteremezsek ülkenin de geleceği karanlıktan kurtulamayacak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa